Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
5 Ekim 1919’da düşen Damat Ferit Paşa Hükümeti yerine, Ali Rıza Paşa hükümeti kurulmuştu.
Sultan’ın seçim yapma yetkisini de tanıdığı Ali Rıza Paşa Hükümetine, Mustafa Kemal, barış koşulu ve seçimlere katılım yaklaşımıyla Erzurum’da kaleme alınan Misak-ı Milli programını telgrafla göndermişti.
...
İçine girilen çöküş sürecinin bir çıkış yolu olmalıydı.
Başkentte yasal meclis
Ali Rıza Paşa Hükümetinin düzenlediği seçimlerden işgal karşıtı milli güçler ezici bir zaferle çıkacaktı.
Milli güçler Erzurum programını uygulamakla yükümlüydü.
Ancak başkent işgal altındaydı ve Erzurum programını uygulama, özgür siyasi faaliyet yürütme koşulları yoktu.
Meclis-i Mebusan ise seçimle iş başına gelmişti.
Meclis-i Mebusan'ın yasaldı, halk ve uluslararası camia tarafından böyle bilinmesi de isteniyordu.
Ancak bu duruma tekabül eden siyasi faaliyetin gereklerine nasıl yaklaşılacaktı, en azından bir belirsizlik durumu vardı.
Bu konuyu konuşmak ve bir şekilde karara bağlamak için seçilmiş milletvekilleri Ankara’da toplanacaktı.
Toplandılar.
‘Bu sırada Milletvekillerine, üstü kapalı bir haber geldi. Meclis-i Mebusan oturumları başkentte yaptığı ve yasal prosedüre bağlanmış şekilde tarzda konuşması ile açıldığı takdirde, Müttefiklerin onları tanımaya hazır olduklarını ama Ankara’da toplanacak olurlarsa tanımayacaklarını bildiren bir haber ulaştı.
Belli ki Ankara’yı ve Mustafa Kemal’i tanımama, Sultan’ı üzerinden statükoyu sürdürme siyaseti güdülüyordu.
Ancak Milletvekilleri, Rauf Orbay ve Mustafa Kemal politik davrandı, kabul eder noktadan hareket ettiler.
‘Başlarında grubun Meclis lideri olan Rauf Orbay’ın bulunduğu milletvekilleri İstanbul’a gitmek için Ankara’dan ayrıldılar.
11 Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan'ın oturumu açıldı.
Askeri işgal koşullarına rağmen Rauf Orbay cesur davrandı ve konumunun da gerektirdiği şekilde üstüne düşenin gereğini eksiksiz yerine getirdi.
Sonuç olarak, askeri işgal altındaki başkentte oturumlarını yapan Meclis-i Mebusan, Erzurum programını yani Misak-ı Milli'yi 28 Ocak 1920'de kabul etti.
Ali Rıza Paşa Hükümeti akabinde 3 Mart 1920'de istifa edince, Ali Rıza Paşa Hükümetinde Bahriye Nazırı olarak görev yapan Salih Paşa yeni hükümeti kurdu.
Meclise darbe…
Meclisin Misak-ı Millî'yi kabul etmesi, Misak-ı Milli kabul edilmeden bir gün önce Kuvayı Milliye güçlerinin, Gelibolu yarımadasında işgal güçlerine teslim edilen silahların saklandığı depoya baskın düzenlemesi, İstanbul’un Anadolu yakasının kenar semtlerinde baş gösteren hareketlilik gibi gelişmeler karşısında siyasi ortam gerginleşti ve İngilizler sert tedbirlere yöneldi.
‘15 Mart gecesi sonradan bütün işgal kuvvetlerinin komutanı olarak ortaya çıkan, İngiliz işgal kuvvetleri Komutan General Milne, İstanbul’da Telgraf ofislerine el koyacak, İstanbul’u Anadolu'dan tecrit edecek, gece yarısı bir dizi yıldırım baskın düzenleyecekti.
Bu operasyonlar sonucu, Rauf Orbay ve yakın çalışma arkadaşları dahil, o gece Osmanlı Meclisi’nde yakalanan her Misak-ı Milli yanlısı milletvekili tutuklandı, zorla tutulacakları Malta’ya göndermek için yük gemilerine bindirildi.
Milletvekillerin geri kalanları, güçlük içinde geçtikleri Boğaziçi’nden Anadolu yakasına çıkıp Ankara yoluna düştüler.
İstanbul 16 Mart şafağına kadar, İngiliz askeri kuvvetleri tarafından kontrol altına alınmış olacaktı.
Aynı gün, yani 16 Mart 1920'de işgal kuvvetleri Meclis-i Mebusan'ı basacak ve çalışmalarını tatil edecekti.
Akabinde Salih Paşa Hükümeti istifa ettirilecek, yerine II. Damat Ferit Paşa Hükümeti kurulacaktı.
İngilizlerin İstanbul projesi
İngiliz Başbakanı Lloyd George, bir süredir görüntüde İstanbul’u Sultan’a ve ‘makbul’ Osmanlı Türklere bırakma üzerine düşünüyordu.
‘Londra'da gazeteciler ve yazarların (Müslüman olmayan gazetecilerle sınırlı) İslam Halifeliğinin “Vatikanlaştırılması” üzerinde kafa yorması, bu düşünce ile ilişkili olmalıydı.
Meclis-i Mebusan'ın İstanbul'da toplanması ve Sultan'ın konuşmasıyla başlaması kaydı, bu düşüncenin ürünü olduğu ya da kurtuluşu İngiliz himayesinde arayan Osmanlıcı Türklere ait olduğu açıktı, ne var ki meclisin istenenin hilafına sonuç vermesi ‘yumuşak’ geçişi engellemişti.
İngilizlerin ve ittifak güçlerin baskısı sonucu ‘Salih Paşa Hükümetinin istifasından sonra kurulan ikinci Damat Ferit Paşa Hükümeti, milletvekillerinin tutuklanmasını kınaması gerekirken, milli güçleri kınayan Padişah Fermanını yayınlayacaktı.
‘Tutuklanıp Malta'ya gönderilen selefi yerine göreve başlayan yeni Şeyhülislam Dürrizade Abdullah da Kuvayi Milliye hareketine katılanların eşkıya olduğu ve öldürülmelerinin meşru ve farz olduğuna dair fetva yayınlanlayacaktı.
İngilizler ve itilaf güçleri, İstanbul’a ayrı bir devletmiş gibi bir statü biçmişti.
‘Boğazların iki tarafında güvenliği arttırma ve işgali güçlendirme, Akdeniz'deki İngiliz savaş gemileri İstanbul’a gelmesi, İngiliz Bahriye birliklerinin Marmara’nın Anadolu yakasındaki kentlere girmesi, Boğazları koruma amacıyla konferanslar düzenleme, Trakya’da Yunanlıların boy göstermesi, İstanbul’da Rum çerçevenin artan ölçüde güçlenmesi buna işaret ediyordu.
Gerekli önlemler alındıktan sonra da, ‘Hükümetin ve majesteleri Sultan’ın İstanbul’da ikame etme ve burayı devletin başkenti olarak sürdürme hakkına sahip olduğunu kabul etmeye hazırlanıyorlardı.
Yani üstte Sultan ve Osmanlı Türkler üzerinden işgal meşrulaştırılırken, İstanbul Anadolu’dan koparılarak ayrı bir devletmiş gibi bir biçim altında merkeze, yani İngiltere’ye bağlanması amaçlanıyordu.
Herhalde İngiliz himayesinde özgün bir sömürge-kenti olacaktı İstanbul!
DAHA FAZLA OKU
İktidar bloku üzerinde düşünürken, “Osmanlı ecdatları” üzerinde düşünmek… (1)
Kurtuluş Savaşı'nın hazırlanışı üzerine düşünmek... (2)
Barış koşulları
11 Mayıs 1920’de Damat Ferit Paşa Hükümetinin görevlendirdiği iki memura tasarlanan barış koşulları resmen anlatıldı.
İstanbul’un çevre güvenliğinde Yunanlılar önemli bir rol oynayacaktı. Anadolu yakasında 700 askerle sınırlı garnizon bırakılıyordu. Görünen İstanbul Anadolu’dan koparılıyordu.
Rusya ve Türkiye, Milletler Cemiyetine üye oldukları takdirde temsil edilebilecekleri bir uluslararası komisyonun kurulması ile Boğazların Anadolu’dan tecrit edilmesini ve İngiltere, Fransa ve İtalya'nın Anadolu’da geriye her ne kaldıysa sürekli, bir askeri, ekonomik ve mali denetim altında tutması öneriliyordu.
İzmir…
66'ncı maddede bahsi İzmir kenti ve bölgesi, bu anlaşmanın uygulanması ile birlikte Türkiye’den ayrı değerlendirilen topraklar kapsamına alınacaktır.
66'ncı maddede tanımlanan İzmir kenti ve bölgesi, Türk egemenliği altında kalmaktadır ama Türkiye, İzmir kenti ve bahsi geçen bölge üzerindeki egemenlik haklarının kullanılmasını Yunan Hükümetine devretmektedir.
Bu egemenliğin bir kanıtı olarak İzmir kentinde bir dış kalenin üzerinde bir Türk bayrağı sürekli olarak çekili duracaktır. Bu kalenin hangisi olacağına Temel müttefik güçleri tarafından karar verilecektir
Yunan hükümeti, 66'ncı maddede tanımlanan sınır hattı boyunca bir gümrük sınırı belirleyebilir ve bahsi geçen maddede tanımlanan İzmir kenti ve bölgesi, Yunan gümrük sitemi içine alınabilir…
İşbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından tam beş yıllık bir süre geçtikten sonra 72. Maddede bahsi geçen yerel meclis, oy çokluğu ile 66. Maddede tanımlanan İzmir kenti ve bölgesinin kesin olarak Yunanistan krallığı ile birleştirilmesini Milletler Cemiyeti Konseyinden talep edebilir.
Konsey ilk olarak kendi şart koşacağı koşullar altında yapılacak olan bir plebisit isteyebilir. Önceki paragrafın uygulanmasının bir sonucu olarak böyle bir birleşme olduğu takdirde 69'ncu maddede bahsedilen Türk egemenliği sona erecektir.
Türkiye, sonuç olarak bu durumda 66'ncı maddede tanımlanan İzmir kenti ve bölgesi üzerindeki tüm tasarruf ve mülkiyet haklarından Yunanistan lehine vazgeçecektir.
İzmir ve bölgesi Türk egemenliği altında olmasının tek kanıtı ‘hangi dış kaleye çekili duracağının kararını da temel müttefik güçleri tarafından verileceği’ salt bayrak!..
Ne egemenlik kanıtı ama…
İşte İzmir ve bölgesinin Yunanistan krallığına katmanın diplomatik dalaveresinin iç yüzü bu!
İstanbul…
İstanbul'a gelince… İstanbul yukarıda bahsedildiği gibi Osmanlı başkenti kalıyordu; ama,
Türkiye işbu anlaşmanın hükümlerine ya da bunlara ek olarak, özellikle ırksal, dinsel ve dilsel azınlıkların korunması ile ilgili olarak hazırlanan tamamlayıcı nitelikteki herhangi bir antlaşma ya da konferansın kararlarına sadakatle uymakta başarısız kaldığı takdirde itilaf güçleri yukarıda sayılan hükümleri değiştirme hakkını kesinlikle saklı tutar ve Türkiye sonuç itibariyle bu münasebetle alınabilecek herhangi bir kararı onaylamayı kabul eder.
Bu da İstanbul üzerine oynanan diplomatik dalaverenin iç yüzü…
Aslında İzmir ve İstanbul üzerinde oynanan oyuna dalavere demek herhalde tam karşılamıyor.
Bu iki kentin durumu, emperyalizmin güçler çatışmasında kazandığı takdirde haklarla nasıl oynayacağının diplomatik tercümesi…
Damat Ferit Paşa kendi seçtiği ‘kanaat önderlerine’ emrediyor fakat…
İşbu anlaşmanın Meclis tarafından müzakere edilmesi sonucu kabul ya da reddedilmesi gerekiyor.
Damat Ferit Paşa, bunun için meclisi toplantıya çağırması gerekiyor ama çağırmıyor.
‘Meclis kapalı gerekçesiyle, kendilerine imzalama yetkisi vermek ve imzalatmak için, kendi seçtiği bir tür kanaat önderi 80 kişiyi Yıldız Köşkü’ne çağırıyor.
Ancak Damat Ferit Paşa, müzakereye, hatta itiraza dahi izin vermiyor.
Sultan toplantı salonunda, Damat Ferit Paşa’nın yanında oturuyor.
Damat Ferit Paşa, ‘imzalama yanlısı olanların ayağa kalkmasını’ emrediyor.
Ancak pek ayağa kalkan olmayınca, bir sorun olduğunu anlıyor ve padişahın kulağına fısıldayarak, ‘ayağa kalkmasını’ istiyor.
Durumu anlayan padişah ayağa kalkınca, ‘topluluk kurallarına saygı gereği’ herkes ayağa kalkıyor.
Damat Ferit Paşa, bu durumu barış koşullarının kabul edildiği şeklinde açıklayınca,
“Topçu Rıza Paşa, bu durumu sert bir şekilde protesto ediyor. Heyecandan titreyen sesiyle Damat Ferit Paşa’ya, topluluğun barış koşullarına boyun eğdiği için değil, Padişaha karşı duyulan saygıdan ayağa kalktığını, bu topluluğun bir anlaşma imzalama yetkisine sahip olmadığını ve imzalama yetkileri olsaydı bile, Anadolu’da kendilerine karşı açık ve silahlı ayaklanma sürdüğü müddetçe bir anlaşmayı imzalayamayacaklarını” söylüyor.
Buna karşın Damat Ferit Paşa, ‘daha fazla sorun çıkmadan barış koşullarını imzalamakla yetkili olduğunu’ açıklıyor.
Herkesin duyabileceği bir sesle de, ‘Anadolu'nun cehenneme kadar yolu olduğunu’ söylemekten de imtina etmiyor.
Sevr, utanç verici 'çöküşün' ve bundan 'çıkışın' yol ayrımı!
Nihayet barış koşulları, Osmanlı Devleti adına Damat Ferit Paşa ve beraberindeki üç kişi tarafından 11 Ağustos 1920’de Paris’in banliyö semtlerinden Sevr’de bulunan Seramik Müzesi'nde imzalanıyor.
Barış koşulları ya da Barış Antlaşması denilen şey ismini imzalandığı semtin adından alan Sevr Antlaşması'dır.
Bu anlaşmayı daha ziyade İzmir, İstanbul ve bu kent merkezlerinde çevresindeki yansımasını ele aldık. Yoksa Sevr Antlaşması, imparatorluğun bütün topraklarının paylaşım anlaşması.
Bakmayınız ‘İstanbul Osmanlı başkenti’ lafızlarına… Antlaşmanın maddeleri incelendiğinde İstanbul’un aslında verilmediği, kademeli bir planla alındığı apaçık görünüyor.
Osmanlı'ya bırakılan ise aslında bugünkü İç Anadolu Bölgesi sınırlarını aşmayan, denizle bağı olmayan, dört tarafı kuşatılmış bir toprak parçası.
Bu antlaşma aynı zamanda yeni bir başlangıcında miladı.
Kurtuluş Savaşı asıl Sevr Anlaşması'nın imzalanmasından sonra başlıyor.
Sevr, tarihsel olarak zamanını dolduran Osmanlı İmparatorluğu'nun, güncel olarak da doldurduğunun başlangıcı oluyor.
Sevr aynı zamanda son Osmanlı ecdatlarının halklara karşı “İhanet Antlaşması” değilse,
“Kalmak” ve Osmanlı’yı “yaşatmak” için Sevr üzerinden İngiliz sömürge devletinin “şefkatine” sığınan son Osmanlı ecdatlarının hali pürmelali nedir?
*Kaynak: Türkiye'nin Yeniden Doğuşu, Clair Perice, 1923
Türkiye basımı, Yeni Hayat Kütüphanesi,2003
*vd. kaynaklar…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkis