TÜSİAD’ın 'gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye için geleceği inşa' çağrısı, önyargılarımızı aşarak okumayı ve birlikte sahiplenmeyi hak eden önemli ve olumlu bir çalışma.

Geride bıraktığımız haftaya TÜSİAD’ın (Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği) Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yapılan konuşmalar ve sunulan bir rapor damgasını vurdu. Konsey Başkanı Sn. Tuncay Özilhan ve Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Simone Kaslowski, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu hukuksal, siyasal ve ekonomik sorunlara işaret ederek, -ayrıntıları “yeni bir anlayışla Geleceği İnşa” adlı raporda anlatılan- çözüm önerilerine ilişkin açıklamalarda bulundular.

Toplantıda ayrıca dünyaca ünlü ekonomistlerden Prof. Dr. Sn. Daron Acemoğlu da bir konuşma yaparak, ülkelerin kalkınmasında kurumların ve kuralların taşıdığı yeri ve önemi çarpıcı örneklerle anlattı.

1971 Yılının çalkantılı siyasal ve sosyal ortamında, sınırlı bir grup (sadece 12) özel girişimcinin kurduğu TÜSİAD, bu yıl kuruluşunun 50. yılını geride bırakıyor. Son toplantıda basın ve kamuoyuna sunulan ve önemli bir bilgi ve emek ürünü olarak görünen “Yeniden İnşa” kitapçığı da bu nedenle her sayfasında ’50.Yıl’ logosunu taşıyor.

Türkiye’nin önde gelen sanayici ve üst düzey iş insanlarının bir tür savunma ve dayanışma amacıyla kurduklarını söyledikleri TÜSİAD’ın tüzüğünde “karma ekonomiye ve Atatürk ilkelerine uygun olarak, sanayi ve hizmet alanında çalışan meslek,  bilim ve iş insanlarının bilgi ve deneyimlerini değerlendirmek ve bu yoldan Türkiye’nin demokratik ve planlı kalkınmasına ve batı uygarlığı düzeyine çıkartılmasına yardımcı olmak” amacını taşıdıkları yazıyor.

Buna karşın, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hafızasında TÜSİAD, talihsiz -ve oldukça da abartılı- biçimde olumsuz çağrışımlarla yer alıyor. Bu yer alışta, hemen 12 Mart sonrasında -emek kuruluşlarının ağır baskılar altında olduğu bir ortamda- kurulmuş olmasının yanı sıra, 1979’da Bülent Ecevit’in başbakanlığında oluşturulmuş olan CHP/Bağımsızlar koalisyonu döneminde gazetelere ilan vererek hükumetin düşmesi sürecini başlattığı önyargısının da payı büyük.

Türkiye’nin önde gelen sanayici ve üst düzey iş insanlarının bir tür savunma ve dayanışma amacıyla kurduklarını söyledikleri TÜSİAD’ın tüzüğünde “karma ekonomiye ve Atatürk ilkelerine uygun olarak, sanayi ve hizmet alanında çalışan meslek,  bilim ve iş insanlarının bilgi ve deneyimlerini değerlendirmek ve bu yoldan Türkiye’nin demokratik ve planlı kalkınmasına ve batı uygarlığı düzeyine çıkartılmasına yardımcı olmak” amacını taşıdıkları yazıyor.

Buna karşın, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hafızasında TÜSİAD, talihsiz -ve oldukça da abartılı- biçimde olumsuz çağrışımlarla yer alıyor. Bu yer alışta, hemen 12 Mart sonrasında -emek kuruluşlarının ağır baskılar altında olduğu bir ortamda- kurulmuş olmasının yanı sıra, 1979’da Bülent Ecevit’in başbakanlığında oluşturulmuş olan CHP/Bağımsızlar koalisyonu döneminde gazetelere ilan vererek hükumetin düşmesi sürecini başlattığı önyargısının da payı büyük.

Gerçekten TÜSİAD, 1979 yılının toplumsal barış ve ekonomi alanlarında vahim olayların yaşandığı günlerde gazetelere “Gerçekçi Çıkış Yolu” başlığıyla 4 gün boyunca ilanlar vermişti. Bu ilanlarda, ekonomik sorunları özel sektöre fatura eden iktidar anlayışı eleştiriliyor, popülist söylemlerden uzak, üretime ve kaynakların verimli kullanılmasına dayalı bir anlayışın enflasyonu önleyeceği ileri sürülüyordu.

Başbakan Ecevit’in hemen aynı günlerde ağır bir dille, 90’lı yıllarda da vahim boyutlara götürerek suçladığı bu ilanlar, TÜSİAD’ın Ecevit Hükümetini yıkmak için gazetelere ilan verdiği yargısının yerleşmesine yol açtı.

Oysa gerçek tam da böyle değildi. Bu ilanların yayınlandığı 1979 Mayıs’ından çok önce Ecevit Hükümeti inişe geçmişti. 1978’in Aralık sonunda Kahramanmaraş olayları yaşanmış, İçişileri Bakanı emekli orgeneral İrfan Özaydınlı istifa etmiş, birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, 1 Şubat 1979’da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi İstanbul’da öldürülmüştü

İlanların yayınlandığı günlerden hemen önce, İstanbul’da 1 Mayıs kutlamaları yasaklanmış, sokağa çıkma yasağına uymayan Behice Boran gibi siyasiler, Abdullah Baştürk gibi sendikacılar gözaltına alınmış, tutuklanmıştı. 

Söz konusu ilanların yazım kurulundaki üyelerden, kurucu genel sekreter Güngör Uras’ın sonraki yıllarda yazdığı gibi, gerçekte hükumeti ilanlar değil, toplumu can kaygısına sokan güvenlik olayları yıprattı ve Ekim 1979 ara seçimleri sonunda Ecevit istifa etti.

Ancak, ardından gelen 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesinden sonra TÜSAD’ın ‘kamu yararına çalışan dernek’ sıfatıyla faaliyetini sürdürmesi ve darbe yönetimiyle yakın ilişkisi, bu ‘hükumet yıkan işveren kuruluşu’ yargısının sürmesine yol açtı.

90’lı yıllarda TÜSİAD, 12 Eylül’ün kurguladığı dar çemberden çıkış konusunda daha farklı bir tutuma yöneldi ve döneminde cesaretli denilebilecek bazı girişimlere imza attı. Bu yeni yönelimde Türkiye’nin AB Üyeliği konusunun güncellik ve gerçekleşebileceği konusunda bir toplumsal umudun yaygınlık kazanmış olmasının etkisi olduğu söylenebilir.

Bu dönemde TÜSİAD’ın önemli çalışmaları arasında, değerli anayasa hukukçusu Prof. Dr. Bülent Tanör’ün hazırladığı “Türkiye’nin Demokratikleşme Perspektifleri” başlıklı raporu ve devamındaki girişimleri özellikle anmak gerekir.

Geleneksel devlet kademelerinde olduğu kadar, -ezber bozucu bazı ifadeleri yüzünden-  TÜSİAD çevrelerinde de tartışmalara yol açan bu önemli çalışmalar, siyasetin günlük çekişmeleri içinde hak ettiği biçimde değerlendirme şansı bulamadı.

Yine 2010 yılı ve devamında iki önemli anayasa hukukçusunun, Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın öncülüğünde sürdürülen anayasa çalışmalarını da aynı kapsamda, değerli, fakat yeterince yararlanılamamış olumlu girişim örnekleri olarak sayabiliriz.  

Hafta başında kamuoyuna sunulan ‘Geleceği İnşa’ raporunu ve ardından basında ve özellikle sosyal medyada verilen tepkileri okurken, geçmişten gelen önyargıların -ne yazık ki- TÜSİAD’ın peşini bırakmadığını düşündüm. Birçokları raporun içeriğiyle değil,  hala 1979’daki ilan tartışmalarıyla yahut 2000’lerin başında iktidara karşı takınılan olumlu tutumla, yahut da son yıllarda yaşanan haksızlık ve kayırmacılığa karşı yeterince tepkili olunmamasıyla hesaplaşmaya öncelik vermeyi tercih ediyor.

Oysa, “gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye’yi birlikte inşa etmek için toplumun tüm kesimlerine çağrı” başlığını taşıyan rapor, iyi hazırlanmış, kapsamlı bir bilgi ve emek ürünü. Öne çıkarılması gereken hedefleri 4 başlıkta sıralıyor:

  • Ekonomik istikrara, öngörülebilir yatırım ortamına, düşük enflasyona ve makroekonomik dengelere sahip, istihdam yaratan, sürdürülebilir büyümeyle kişi başına geliri yüksek gelişmiş bir Türkiye
  • Uluslararası alanda diplomasi ve iş birliğiyle rol model olan, AB entegrasyonu başta olmak üzere batı dünyası ile ilişkilerini güçlendiren, uluslararası hukuka ve sözleşmelerine bağlı saygın bir Türkiye
  • Gelir adaletini tesis eden, bölgesel farklılıkları gideren, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, din, dil, mezhep, ırk, köken ayrımı olmadan herkesin eşit ve özgür yaşadığı, hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan adil bir Türkiye.
  • Ekosistemin dengesini gözeten, karbon nötr kalkınmayı başaran, gelecek kuşaklara yeşil ekonomik dönüşümü içselleştirmiş bir yönetişim sistemi sunan çevreci bir Türkiye.

Rapor, bu hedeflere ulaşabilmek için üç alana:

1 / İnsani gelişme ve yetkinleşmeye,

2 / Bilim, teknoloji ve inovasyona

3 / Siyasal, ekonomik ve toplumsal kurum ve kurallara önem ve değer vermenin, kaynak ve olanak ayırmanın öncelik ve zorunluluğunun altını çiziyor ve sayılan hedeflere varmak için yapılması gerekenleri ikna edici bir dille anlatıyor.

TÜSİAD, bir siyasi parti yahut kanunla kurulmuş ‘kamu kurumu niteliğinde’ bir meslek örgütü değil; oldukça ayrıcalıklı görünse de, sonuçta bir grup insanın gönüllü olarak bir araya geldiği bir dernek, bir sivil örgütlenme. Bu açıdan 1997’deki ‘Demokrasi Perspektifleri’ ve 2010’daki anayasa çalışmaları gibi -kendi payıma- bu çalışmayı da, bu rapora verilen emeği de çok önemli ve değerli buluyorum.

Elbette herkesin kendi açısından eksik ya da abartılı bulduğu yahut daha fazla vurgu yapılmasını istediği konular olabilir.

Ancak, içinde bulunduğumuz günlerde, Türkiye ekonomisinin çok önemli bir kesiminin -istihdamın %50’sini ve sanayi üretiminin %65’ini sağlayan- temsilcilerinin, hem gerçekçi bir durum tesbiti, hem de akılcı ve çağdaş çıkış yolları öneren bir raporla sesini duyurmasının, karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşmak için önemli ve siyaseten de yararlı bir katkı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Türkiye’nin önde gelen sanayici ve üst düzey iş insanlarının, 70’ler Türkiye’sinin kaotik ortamında bir tür savunma ve dayanışma amacıyla kurdukları dernek, tüzüğündeki ifadelere göre “karma ekonomiye ve Atatürk ilkelerine uygun olarak, sanayi ve hizmet alanında çalışan meslek, bilim ve iş insanlarının bilgi ve deneyimlerini değerlendirerek Türkiye’nin demokrasi ve planlı kalkınmasına ve Batı uygarlık düzeyine çıkarılmasına yardımcı olmak” amacını taşımaktadır.


[1] Ayrıntılı bilgi için: Arda Ercan, 70’li Yıllarda Özel Sektör Örgütlenmesi: TÜSİAD, Türkiye’nin 70’li Yılları, s.245-260, haz. Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları, 2020

[2] 70’li yıllarda bu olayların ayrıntıları için: E. Günay - A. Tuna, Muhtıradan Darbeye, Literatür Yayınları, 2021

[3] Güngör Uras, Ecevit’i TÜSİAD’ın İlanları Değil, Asayiş Düşürdü, 21 Ocak 2015, Milliyet