Yazar Hakan Tahmaz'ın bugünkü köşe yazısında, "Bir Eylül Barış Günü’nde Kürt Barışı" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Bir Eylül Barış Günü’nde Kürt Barışı
Bugünün dünyasında Kürt sorunu veya Kürt barışı artık, Bölgesel sorunların çözümüyle çok fazla iç içe geçmiştir. Kürt sorunu ve barışı; Gazze sorunundan ve Filistin barışından, Suriye ve Irak sorununun çözümünden ayrı düşünülemez artık.Diğer yandan Kürt barışı, Türkiye’nin rejim sorununun, krizinin çözümüyle dünden daha fazla ilişkili bir hal almıştır.
Bu yıl ortalık kan revan içindeyken, dünya barış gününde birçok kentte çeşitli etkinliklerle ve gösterilerle barışın kıymeti anımsatılacak. Bu hafta sokaklar barış sloganlarıyla, şarkılarıyla yankılanacak, barış bayraklarıyla renklenecek.
Türkiye’de 1 Eylül dünya barış gününün kitleselleşmesi, Kürt savaşının/çatışmasının süreklilik kazandığı ve yaygınlaştığı 1990’lı yıllara dayanır. Kürt savaşının, çatışmasının alevlerinin yükselmesine paralel olarak; silahların susması, anaların ağlamaması, ölümlerin önlenmesi talepleri yakıcı ve acil bir hal alınca, barış talebi sokaklardan yükselmeye başladı.
Türkiye’de ilk kitlesel 1 Eylül dünya barış günü etkinliği, 3 Eylül 1994’de, Birleşik Sosyalist Partisi’nin (BSP) İstanbul Kadıköy’de düzenlediği; aralarında Aziz Nesin, Ataol Behramoğlu,Neşe Yaşin’in de olduğu 20’den fazla şair ve yazarın kitaplarını imzaladığı Barış Şenliğinde oldu.
Kürt analarının “Çift Taraflı Ateşkes” ve “Silahlar Sussun Barış Hemen Şimdi” sloganlarıyla, meydandaki kitlenin “Savaşa Hayır, Herkes İçin Her Yerde Barış” sloganlarının buluşma anı, yeni bir eşiğin aşılması anıydı. Bu eşik, Kürt soruna barışçıl çözüm istenmesinin toplumsallaşmaya başlamasıydı.
Daha sonraki yıllarda ezilenler, Kürtler, bütün sistem muhalifleri, her 1 Eylül dünya barış gününde savaşın, çatışmanın yıkıcılığını ve barışın vazgeçilmez en temel evrensel insan hakkı olduğunu hatırlatıyorlar.
Barış, ana akım Türk siyasetçilerin söylemlerinde hamaset konusu olagelmekte. Muktedirler için barış kelimesinde; inkâr ede geldikleri Kürtlerin hakları, kimlikleri, kendileri olmaktan vazgeçmeme direnişleriyle ve isyanlarıyla özdeşleştirmiş olmalarından kaynaklanan bir soğukluk söz konusudur. Türkiye’nin barış güçleri bu tabloyu değiştirecek bir güce ulaşamadılar.
ANA AKIM TÜRK SİYASETİ YERİNDE SAYIYOR
Ana akım Türk siyasetinin aktörlerinden herhangi birinin her ne hikmetse özel olarak 1 Eylül Dünya Barış günü vesilesiyle; barışın kıymetini, savaşların, çatışmaların vahşi ve gayri insani sonuçlarını hatırlayan, hatırlatan tek bir demeçleri olmadı. Barış, ana akım Türk siyasetçilerin söylemlerinde hamaset konusu olagelmekte.
Muktedirler için barış kelimesinde; inkâr ede geldikleri Kürtlerin hakları, kimlikleri, kendileri olmaktan vazgeçmeme direnişleriyle ve isyanlarıyla özdeşleştirmiş olmalarından kaynaklanan bir soğukluk söz konusudur.
Bu, bir anlamda ana akım Türk siyasetçilerin “Türklük hallerinin” evrenselliklerinin sınırı. Türkiye’nin barış güçleri bu tabloyu değiştirecek bir güce ulaşamadılar. Ana akım Türk siyasetçilerini eşitlik ve özgürlük kriterleri ekseninde kurulacak barış masasında yerlerini almaya zorlamakta, barışın toplumsallaşmasını sağlamakta yetersiz kaldılar. Doğal olarak Türk siyasetinde, “Türklük hallerinin duyarlığı, hassasiyeti ve bunun sağladığı siyasal rant” temel evrensel insan haklarının önüne geçmekte.
Bu siyasal kriz halidir. Bu nedenledir ki; Türkiye’nin içine sürüklendiği ağır siyasi krizden yararlanmayı bilen ırkçılık, bölücülük eksenli Türk milliyetçi siyasal hareketi, bu süreçte belirmiş ‘toplumsal çözülmeyi’ fırsata çevirerek, ana akım Türk siyasetinin hemen hemen her rengini domino ediyor.
Cumhuriyetin Türklük eksenli kuruluşu ve varoluşu bu durumu zorunlu kıldığı gibi, ırkçılığın üzerine büyük bir şal örtülerek toplumsallaşması, kültürel alandan sürekli üretilmesi, Türk milliyetçi siyasetçilere, söylemlere ve tutumlara dokunulmazlık sağlamıştır.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN GÜCÜ
Bu durum iki şeyden güç alıyor. Birincisi cumhuriyetin kuruluş çimentosunda baskın ve belirgin bir biçimde yer alan İttihat Terakki geleneğinin devamı Türkçülüğün her dönem yeniden ihya edilmesinden ve alaturka kültürel Türkçü milliyetçi toplumsal damarın doğrudan veya dolaylı her daim güçlendirilmesinden. Türk milliyetçiliğinin toplumsal olarak ‘kıymetlendirilmesidir, azdırılmasıdır’.
İkincisi ise dünyada küreselleşmenin büyük bir siyasal, sosyal ve çevresel yıkımla içe kapanmacı, milliyetçi, yabancı düşmanı, göçmen ve mülteci karşıtı gibi faşizan siyasal eğilimdeki partileri güçlendirmesinin siyasal rüzgârının, Türkiye’de yarattığı siyasal ve toplumsal etkileri.
Dünyadaki yeni siyasal gidişatın nasıl bir hal alacağı tam olarak ortaya çıkmış değil. Başka bir ifadeyle küreselleşmenin geleceğinin nasıl şekilleneceği ve yenidünyanın nasıl olacağını kestirmek oldukça zor. Yeni dünyanın yeni normları, değerleri ve kriterleri global mücadele içinde şekilleniyor.
İnsanlık, 2 büyük dünya savaşının felaketinin tecrübesiyle, ikinci dünya savaşı sonrasında “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin” siyasal zeminde yeni bir eşit, demokratik, özgür ve barış içinde hayat/dünya geliştirmenin mücadelesini veriyor.
Ana akım Türk siyasetini domino eden ırkçı, bölücü Türk milliyetçiliği esasında “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin normlarıyla çatışan, bazı noktalarda örtük, bazı noktalarda açık ‘politik kavgaya davetiye’ çıkaran bir çerçeve. Bunu son dönemde çok sık hayata geçiriyorlar,
Cumhuriyetin Türklük eksenli kuruluşu ve varoluşu bu durumu zorunlu kıldığı gibi, ırkçılığın üzerine büyük bir şal örtülerek toplumsallaşması, kültürel alandan sürekli üretilmesi, Türk milliyetçi siyasetçilere, söylemlere ve tutumlara dokunulmazlık sağlamıştır. Paye verilmiştir.
Bahçeli, son birkaç yıldır her açıdan sınırları fazlasıyla zorlayan açıklamalar yapıyor. Hukukla, demokrasiyle, anayasayla ve yasalarla zerrece bağdaşmayan çağdışı görüşleriyle, hakaretleriyle Kürt siyasetçilere saldırıyor, hakaret ediyor ve ‘tosuncuklarına’ hedef gösteriyor.
BAHÇELİ SINIRLARI ZORLUYOR
MHP lideri Devlet Bahçeli, son birkaç yıldır ipe sapa gelmez ve her açıdan sınırları fazlasıyla zorlayan açıklamalar yapıyor.Hukukla, demokrasiyle, anayasayla ve yasalarla zerrece bağdaşmayan; çoğu zaman çağdışı görüşleriyle, hakaretleriyle Kürt siyasetçilere (DEM Parti’lilere, HDP’lilere) saldırıyor, hakaret ediyor ve ‘tosuncuklarına’ hedef gösteriyor. Ana akım Türk siyasetçileri, bunlara “Türklük aklılarıyla” sessiz kalmaları, Kürtlerle barışmayı ciddiye almadıklarının belirtisi olsa gerek.
Mesele Kürtler ve Kürt sorunu olduğunda yasaların, anayasanın ve siyasal etiğin ayaklar altına alınmasının toplumsal ve siyasal sonuçlarını birlikte göğüslemeyi üstlenmiş görünüyorlar.
Kürt barışından uzak duranlar, Kürtlerin egemenlik haklarını kullanmak istemelerinin önünde birlikte barikat oluşturanlar, Türkiye’nin Kürt sorununun, barışının artık salt Türkiye’nin konusu olmaktan çıktığını bile önemsemiyorlar.
Bugünün dünyasında Kürt sorunu veya Kürt barışı artık, Bölgesel sorunların çözümüyle çok fazla iç içe geçmiştir. Kürt sorunu ve barışı; Gazze sorunundan ve Filistin barışından, Suriye ve Irak sorununun çözümünden ayrı düşünülemez artık.
Yeni bir dünya savaşı çıkma olasılığının, İsrail-Lübnan veya İsrail-Hizbullah savaşının çıkma olasılığının/riskinin tartışıldığı bir dönemde, Kürt sorunun da Kürt barışının da aktörleri çoğaldı.
Diğer yandan Kürt barışı, Türkiye’nin rejim sorununun, krizinin çözümüyle dünden daha fazla ilişkili bir hal almıştır. Türkiye’nin rejim krizi aşılmadan Kürt barışının tekil bir konu olarak ele alınması ve çözüm aranma olasılığı artık pek mümkün gözükmüyor.