Barış Vakfı Başkanı ve Yazar Hakan Tahmaz bugünkü köşe yazısında, 'Adı dahi konulmayan süreç' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Adı dahi konulmayan süreç

İçinde bulunduğumuz süreci, birincisinden çok farklı, bugüne kadar dünyada denenmemiş bir tür Türk usulü ikinci çözüm süreci diye tanımlamanın hiçbir mahsuru yoktur.

Öncelikle herkesin yeni yılı kutlu olsun. 2025 yılı ülkemizde ve tüm dünyada barışa/ huzura açılan bir pencere olsun.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Partililerle tokalaşmasını “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözleriyle izah etmesi sonrasında yaşanan gelişmelerin adı bir türlü konulmak istenmiyor, tanımlanmak istenmiyor.

Bunun birkaç nedeni olduğu çok açık. Kutuplaştırılmış Türkiye’de, iktidar blokunda ve demokrat, sol muhalefet kesimlerinde göze çarpan iki farklı ortak tutum var. Barış hakkı gibi evrensel kazanımı örselemek.

İlki, 2013-2015 çözüm sürecinin çağrıştırdıkları ve geniş toplum kesimlerinin kendi tanımlarıyla “devletin terör örgütü karşısında acze düşmesi” biçiminde algılanmasının yarattığı sorunlar ve zorluklar.

Bu nedenle iktidardaki AK Parti ve ortağı MHP; seçmenlerine, Kürt siyasal hareketi karşıtlarına ve Türk milliyetçilerine “güçlü, büyük Türk devletine PKK ve destekçileri yenildiler” mesajı vermeyi tercih ediyor, gelişmelerin böyle algılanmasına hizmet eden bir dil kullanıyor.

İkincisi ise, ülke ve dünya deneyimlerinden bilinenlerden çok farklı bir süreç olması ve iktidarın yakın dönem siyasal bagajı ve pragmatik hedeflerinin yarattığı kaygılar, belirsizlikler ve güvensizlik. Hatta süreci, kapsamlı yeni bir savaşa hazırlık olarak görenler de az sayılmaz. Sürecin karakteri ve iktidar bloğunun üstenci, hükümran ve nefret dili ise bunların tuzu biberi oluyor.

Barış arayışının ve çatışma çözümünün; evrensel değerlere bağlı, ulusal ve uluslararası hukuka ve demokrasinin temel ilkelerine uyumlu, karşılıklı etkileşime dayanan diyalogla geliştirilecek yol ve yöntemlerle bireylerin ve grupların ihtiyaçlarına odaklanması gerekir.

Birinci çözüm sürecinde ve sonrasında yaşananlara baktığımızda bunların büyük bir bölümünün haklı olduğu görülmektedir. Diğer taraftan bu duruma ciddi ölçüde AK Parti’nin muhafazakâr milliyetçi kimliğine karşı düşmanca bakışın yol açtığı da görülmektedir.

Hâlbuki en küçük barışa kapı aralayan her türlü girişim, kimden gelirse gelsin değerlidir. Aksi, etik değerlerle dahi bağdaşmaz.

Bu nedenle bugünün Türkiye’sinde Kürt sorununun çözümünün zemini olabilecek bir sürecin gelişme ihtimaline karşı takınılan negatif, değersizleştiren ve küçümseyen yaklaşımlar ve tavırlar, evrensel değerlerin ve kavramların içinin boşaltılmasına yol açmaktadır.

Bunun tipik örneklerinden birisini MHP lideri Bahçeli yeni yıl mesajında sergiledi. “İmralı ile DEM Parti temsilcileri arasında 28 Aralık 2024 tarihinde gerçekleştirilen görüşme ve bu görüşmenin genel hatlarıyla medyaya yansıyan bazı bölümleri; demokrasiyi, Türk-Kürt kardeşliğine bağlanan umutları nispeten takviye etmekle kalmamış hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur” değerlendirmesi yaptı. Sıranın sözden, eylem safhasına geldiğini belirten Bahçeli, “ortada yeni bir çözüm veya açılım diye bir süreç hiç yoktur" ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçum ise görüşmeyi “Türkiye Yüzyılı Türk- Kürt Kardeşliği Yüzyılı”  X paylaşımıyla karşıladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni süreci, ilk başlarda “Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihi fırsat penceresi” olarak tanımlamıştı.

Ezberlerimizi gözden geçirelim        

İnsan sormadan edemiyor, kafalar mı karışık, yoksa ortada ciddi bir takiyye mi var diye.

DEM Parti’nin İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşme yapan, 2013-2015 çözüm sürecinin deneyimine sahip, aynı zamanda kişisel olarak bedel ödemiş milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in görüşme sonrası süre ilişkin açıklamaları yabana atılacak bir şey olmasa gerek.

Buldan ve Önder basına “Sürecin hassasiyeti nedeniyle, belli bir olgunluğa ulaşana kadar basına bilgilendirme yapamayacağız. Bu karar bir şeyleri saklamak anlamına gelmiyor; aksine yürüteceğimiz görüşmelere saygının bir gereği. "Ancak tek bir cümle kurmak gerekirse, önceki süreçlerden çok daha umutlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Yeni senede heyet olarak kapsamlı bir açıklama yapacağız” açıklamasında bulundular.

Diyalogdan müzakereye geçiş ve yol haritasının belirlenmesi için, az konuşup çok iş yapmaya ve sonuç almaya odaklanılmış.  

SONUÇ ALMAYA ODAKLANILMIŞ

Bu açıklama ve sürecin gidişatından anlaşıldığı kadarıyla, her iki taraf da bir önceki çözüm süreci deneyiminden pozitif anlamda ders çıkarmışa benziyorlar. Diyalogdan müzakereye geçiş ve yol haritasının belirlenmesi için, az konuşup çok iş yapmaya ve sonuç almaya odaklanılmış.  

Keza DEM Partinin kamuoyu ile görüşmeye dair paylaştığı 8 maddeden oluşan bilgi notunda da benzer bir sorumlu davranış ve yaklaşımın zamanın ruhuna oldukça uygun olduğu görülüyor.

Bu nedenlerle, içinde bulunduğumuz süreci, birincisinden çok farklı, bugüne kadar dünyada denenmemiş bir tür Türk usulü ikinci çözüm süreci diye tanımlamanın hiçbir mahsuru yoktur. Farklı ülkelerin deneyimlerinde bilinmektedir ki, her birinin temel değerleri, demokratik yasal zemini, kuralları olmalı. Bu anlamda birbirini tamamlayan, destekleyen görevler, sorumluluklar ve beklentiler farklı olmak durumunda. Her ülkenin kendine özgün yol ve yöntemleri olacaktır. Çünkü dinamikleri, siyasal koşulları ve öncelikleri çok farklı olan iki süreci, salt Kürt sorununun demokratik çözümü hedefi aynı olduğu için dünya veya sınırlı da olsa Türkiye’nin yakın deneyimiyle kıyaslayamazsınız, kriterler birebir aynı olmaz, çoğu kere bunlar örtüşmez.