Ana muhalefet partisi genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmişteki bazı devlet kaynaklı katliam, zulüm ve mağdur durumlardan hareketle “Helalleşme”den bahsetti. Bunu tam da kenti atası ve dedesinin katledildiği dersim katliamında, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idam edilişlerinin 84. yıldönümünde söyledi. Buna 12 Eylül mağdurlarını ve daha yakın tarihimizdeki 15 Temmuz darbe girişimi mağdurlarını da ekledi.
Bunu söyledikten birkaç gün sonra da Meral Akşener ile yaptığı görüşmede ortak fikir olarak erken seçime gidilmesini dile getirdiler. Bu helalleşme söylemi ilk etapta bir seçim arifesinde geniş bir kesime seslenmek ve bu söylem ile AKP MHP iktidarına son verme isteği ve hazırlığı olduğu akla gelmiyor değil.
Oysa bu söylem yıllardın AKP ve onun başkanı Erdoğan tarafından çokça kullanıldı. Dersim katliamı için “gerekirse özür dilerim” dedi. Darbenin 30 .yılında, 12 Eylül darbecilerine mahkeme yolunu açtı. Sağ kalan iki general bu mahkeme için ifade vermek durumunda kaldılar. Bir tek yeni olan 15 Temmuz darbe girişimcileri için de bir helalleşmeden bahsetmesi oldu.
Bunlar hepsi birer laf kalabalığından öte anlam ifade etmedi.
CHP genel başkanın bu açıklamasının, Türkiye’yi her bakımdan berbat bir noktaya getiren AKP-MHP iktidarından kurtarmak için siyasi bir söylem olarak bir anlam taşıyabilir. Ama Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar devlet adına bu ülkenin öz vatandaşı olan halklara, azınlıklara ve muhaliflere karşı yapılan suçlar ancak devlet yetkililerinin samimi bir tarihsel yaklaşımı gerektirir. Bunun da adı tarihteki ve güncel suçlarla yüzleşmedir.
Helalleşme olmuş bitmiş ve bir daha tekrarı olmayacak olan suçların maddi ve manevi olumsuz etkilerini gidermek için kullanılan naif bir kavramdır. Ama Türkiye’de hükümetlerin devlet adına, devletin tekliği, dilin tekliği, kültürün tekliği ve mezhebin tekliği uğruna işlenen suçlar zincirleme olarak ve her dönem tekrar ederek varlığını korumuştur. Ve halen de artık birer “insanlığa karşı suçlar” kategorisinde ele alınan bu suçlar işlenmeye devam ediliyor.
Böyle bir ortamda ve tarihi gerçeklikte ancak hesaplaşma ile birlikte yüzleşme gündeme gelirse bu gidişata bir son verilebilir. Tarihte işlenmiş yüzleşme olmadan şu an devam eden suçlar ortadan kaldırılamaz. 1915 ten başlayarak Dersim katliama kadar ve beş on yıl aralıklarla sistematik ve devlet kararlarıyla uygulanan tarihi saldırılar ortaya konmadan yüzleşme olmaz. Her yıl, yılın her ayı çocuğu kaçırılmış anneler, 12 Eylül zindanlarında işkence görenler, Bodrumlarda yakılan gençlerin yakınları ve demokratik kamuoyu bu yüzleşme için çağrılar yapmaktadırlar.
Türkiye her bakımdan güçlü bir ekonomiye sahip olmak istiyorsa, dünya devletleri içinde onurlu bir yere gelmek istiyorsa bu tarihsel adımı atmak zorundadır.
Hitlerin 10 yıllık iktidarında insanlığa karşı işlediği suçlar ile Türkiye Hükümetlerinin daha uzun sürece yayılmış olan suçları arasında bir fark yoktur. Burada bir fark varsa, o da, aynı faşist tekçi zihniyetin insanlık dışı uygulamaları beş-on yıl ara ile tekrar edip durmasıdır.
Almanya ve Willy Brandt örneği bu konuda çok öğreticidir
Alman Şansölyesi Willy Brandt 1971 deki Polonya ziyaretinde Hitler kamplarında katledilen Yahudiler anısına yapılan heykelin önünde diz çökerken, çoktan Hitler faşizmin yarattığı sistem ile yüzleşme olmuş ve onlarda hesap sorulmuştur. Diz çökme olayı bu yüzleşmenin sadece sembolik ve anlamlı bir göstergesi olmuştur.
Bu tavır sayesinde Almanya bugün demokrasisi ile saygın, ekonomisi ile güçlü sosyal bir refah ülkesi konumuna gelmiştir.
Ama Türkiye’de bunlar var mı? M. Ağar “Bir tuğla çekersek bina tümden yıkılır” boşuna demiyordu. Suç ve suçlular birbirlerine kenetlenmiş durumdalar. Demirel 90’lı yıllarda “Orduda Muğlalı sendromunu kırdık” boşuna demiyordu.
Bu sebeple Türkiye’de ekonomi düzelemiyor. Bu sebeple sorunlar dağ gibi büyüyor. Türkiye parası yerlerde sürünüyor. Egemen siyaset ABD ile Rusya arasında sıkışmışlıktan kurtulamıyor.
CHP ve Genel başkanı bu tablo karşısında daha cesaretli, samimi olmaları gerekmez m? “Yetmez ama evet” diyenler, mecliste “sınır dışı operasyonlara destek” verenler, gerçek muhalefet olan HDP’ye karşı devlet tavrı sergileyenler, Türkiyeyi demokratik özgürlükler diyarı yapacak liderleri hapse attırmanın yolunu açanlar önce kendi kendileri ile kendi politik duruşları ile hesaplaşmaları gerekmez mi?
Türkiye iktidarları, halen Türkiye’nin Willi Brandt’larını sürgünde, zindanda tutuyor. Willy Brandt 1945 te ülkesine bir Norweç vatandaşı olarak döner. Almayanın tarihi ile yüzleşmesini sağlaya sağlaya Almanya’yı o yıkıntılardan, insanlık dışı suçların onursuzluğundan kurtarıyor.
Türkiye’nin de dönüp dolaşacağı ve varacağı nokta Almanya örneğinden farksız olmayacağını, tarihin bize sunduğu bu tecrübeler gösteriyor.