Kadın Yoksulluğu Nedir? Ya da Kadınlar Neden Yoksul? Kadın Yoksulluğuna Karşı Mücadelenin İçeriği Ne? Bu soruların tümünü karşılayacak bir sorgulamaya ihtiyaç elzem. Zira Covid 19 Pandemisi bütün alışılmış yaklaşımları, edinilmiş bilgileri sarstı, kalburdan geçirip bütün taşları eteğimize döktü. HDP Kadın Meclis’inin başlattığı kadın yoksulluğuna karşı mücadele kampanyası biraz da bu son gelişmelerin şiddetlendirdiği maddi toplumsal gerçekliği yerinde gözlem, yerinde tespit ve süreci karşılayacak politikalar geliştirmeye hizmet etmektedir. Kadın cinsin piyasada ucuz ve ikincil işgücü olmasını sağlayan nedenleri ararken evdeki emeğin değersiz kılınıp karşılıksız bırakılmış haline varmak kaçınılmaz oldu. Bir bakıma kadın emek mücadelesi içinde görmezden gelinen ya da görülse de çözümsüzlük algısıyla ötelenen, hatta hep söylenegeldiği gibi çözümü en iyi ihtimalle “devrimden sonraya”, siz deyin sosyalizme, ben diyeyim komünizme ertelenen evdeki emek sorununu ertelenemez kıldı.
Yoksulluk ve yoksunluk birbirine çok yakın ama bir ve aynı şey değil, hepimiz biliriz. Yoksunluk; bir şeye sahip olmamak durumudur. O şey neyse, hayatınızda olmadığında onun sonuçlarını bir şekilde yaşarsınız. Diyelim ki bir evden yoksunsunuz, kiralarda yaşarsınız, kiraya verecek geliriniz yoksa Kızılay çadırı da size uyabilir. Ya da ev sahibi, gelir sahibi yakınlarınızın yanına sığınabilirseniz, varsa tabii öyle bir olanak. Diyelim ki, aşkınız yoksa sevgiden yoksun kalır, yaşam enerjilerinden birinden olursunuz.
Yoksulluk ise; geçim meselesidir, geçimi temin etme araçlarına sahip olmamaktır, öncelikle. Sadece günümüzde değil, çoktandır para ile ölçülür. Paranız yok ise, parayı elde etme yollarından birçoğu, mesela günümüzde işiniz yoksa yeterince beslenemezsiniz, açlıktan ölürsünüz bile. Ya da bir başkasının inayetinde karın tokluğuna çalışabilirsiniz, çalışabildiğiniz kadar.
Kadınlar için söyleyecek olursak; kadın yoksullaşmadan önce yoksunlaştı. Çünkü kadın erkek egemenliğinin gelişimi içinde emeğine, emek ürünlerine yabancılaştı; çocukların sahibi baba olurken, hane erkeğin olurken, kadın da kendi evinde karşılığı hiç olmayan baş hizmetkar oldu.
Öncesinde de durum buydu ama Pandemi, kadın yoksunluğunu ve yoksulluğunu, tıpkı evdeki angaryaları gibi çok çarpıcı şekilde açığa çıkardı. Çok çeşitli alanlarda yapılan araştırmalar, pandemi zaman diliminde cinsiyetlere göre işten eğitime, bölüşümden kullanıma kadar, kadınlarla erkeklerin arasındaki eşitsizlik gerçeğini çıplak gözle görülür hale getirdi. Yoksulluk ve yoksullaşma bütün alanların verilerinde başı çekiyor artık.
İstatistiklerin diliyle durumu biraz özetleyelim. Türkiye, kadın istihdamında dünya ülkeleri arasında 135. sırada! Kadınlar ilk işten çıkarılanlar yine. Süreçte yapılan işçi direnişlerinin başını kadınlar çekiyor ve önce onlar atılıyorlar. Dünyadaki eğilim de böyle ve en çok beyaz olmayan kadınlar, sonra erkekler işten atılıyor. Oysa aynı zaman diliminde sermaye gruplarının kar oranı yüzde 35 artmış. Üstelik yeni işçi alımlarına da başlamışlar, kadınlar lehine hareket ise çok cılız.
Türkiye’de kadınlar daha ziyade ev işlerinin devamı sektörlerde; tekstil, kozmetik ve turizm işkollarında oldukça zor durumda kaldı. Büro ile birlikte, hizmet işkollarında, bakım emeği işindeler. Tarım işçileri kadın ve kız çocukları en önemli işgücü durumunda. Hiçbir güvence olmadan, çok düşük ücretlerle, mesela gidip gördüğümüz Iğdır ovalarında 12 saat 70 ya da 100 lira yevmiyeye, meyve ve sebze tarlalarında çalışıyorlar. İlk fırsatta açılıp bir daha kapanmayan AVM’lerde, zincir marketlerde tezgahtar ve kasiyer kadınlar asgari ücrete çalışıyorlar. Engelli kadınlar her yerde neredeyse hesaptan düşülmüş durumda. Ev temizliğine gidenler çoğunlukla işsiz kadılar, günlük ücret dışında hiçbir güvenceye sahip değiller. Pandemide işsiz kalarak yoksullaşanların arasında onlar da var.
Yine Kadın Meclisi üyelerinin İzmir’de ziyaret ettiği Roman kadınlar barakalarda ya da yıkık dökük evlerde yaşıyorlar, çocuklarıyla birlikte. Normal zamanlarda düğün eğlence olursa para kazanabiliyorlardı. Pandemi onların bu işlerinden etti tümden, düğünler yasaklandı çünkü. Tekstilde parça başı çalışan kadınlar, sokakta eşya toplayan kadınlar, öylesine çaresiz kaldılar. Göçmen kadınların en kötü işlerde, en düşük ücretlerle çalıştığını da eklerse durumun vahametini biraz daha net okuyabiliriz. Eskiden kadınların piyasadaki işlerde ve halen başat sloganı; eşit işe eşit ücret talebi, gündemden düşmüş gibi, çalışmak için asgari ücret bilen aranamıyor. Kadınlar asgari ücretin çok altında ücrete razı geliyor. Kadınlar için ücretli izin genellikle yok, zorunluluktan, beş kuruşsuz kapının önüne konmaktalar. Buralarda kadınlara düşen, yoksulluk, derinleşip açlık sınırına hızla ilerleyen yoksullaşma düştü. Kapitalist sistem ekonomik krizin yükünü, pandemi dolayımında bu en yoksullara, eğitimsiz, her açıdan dezavantajlılara yıkıp kendi kar oranlarını garantiliyor ve hatta fersah fersah geçiyor.
Bir başka ve giderek genelleşen çalışma biçimi, evden çalışma, insanların yakasına yapıştı pandemide. Bütün dünyada kadın ve erkek ama en çok kadınlar bir buçuk yıldır böyle çalışıyor. Burada, amiyane deyimle, malı götüren yine sermaye tekelleri oluyor. İşyeri kapalıysa, oradaki masraflar sıfırlanmış demek; yemekler, servisler, temizlik yükü ortadan kalkmış, güvenlik elemanları ihtiyaç fazlası olarak hesaptan düşülmüştür ya da çok azaltılmıştır. Bu kalemdeki bütün yükler, maaş veya ücretlerine kuruş eklemeksizin çalışanlara, elemanlara yüklenmiştir. Yoksullaşma derecelerini artırmaktadır çalışanların.
Evden çalışınca kadınlara ne oluyor?
20. yüzyılda kadınlar evin dört duvarından kaçıp bağımsızlığı dışarıdaki işte arıyorlardı. Şimdi aynı kapitalist sistem onları yeniden eve sokuyor, evde, önüne bilgisayar, bir internet, dosyalar, kitaplar, oturduğun yerde çalış, diyor.
Önce zaten sırtlarında, ücretsiz olan ev işi ile mesleksel işi birbirine doğrudan ekleniyor. Evde kalan yalnız kadınlar olsa, yine bir parça idare edilir. Ama öyle değil; kocalar evde, çocuklar evde. Onlar da dışarıdaki iş ve görevleriyle eve taşınmış durumda. Evde yaşam, bitmez tükenmez iş demek zaten, şimdi onların iş yükü, keyifli yaşam taleplerinin yükü de kadında; anne ve eş olarak her hizmet ondan bekleniyor. Evde yaşlı ve hasta varsa onların bakım hizmeti de onların omuzlarında kalmış. Evden çalışan kadınlar mesailerden başını alamıyor ki, dinlenme ve başka yaşam etkinlikleri hak getire. Dün dışarıda çalışırken ekonomik gücüne göre eve kadın işçi alabilen yüksek gelirli kadınlar da tam bir şaşkınlığa uğradılar. Çünkü bulaş korkusuyla, eve temizlikçi ya da bakım hizmetlisi elemanlar alınamaz oldu. Dün günde iki öğün yemek yenilen evde öğün sayısı beşe, çay- meyve vs. servisi de üçe beşe çıkmış durumda. Kocalar daha yakın hizmet istemekte, keyif çayları, kahveleri ve de içki sefaları da eksik değil. Çocukların eğitimine özel hocalar gelemiyor! Onlarla ilgilenecek olan öncelikle anne kadınlar. Yeme içme alışkanlıkları, televizyona, telefona takılma saatlerini kovalayacak olan yine onlar. Kuaför yok, spor salonu ya da bakım merkezleri yok. Yok yok! Deniz Kandiyotti idi galiba; “mutluluk balonlarımızı kaybettik” derken, bu yeni durumu anlatıyordu. Sonuçta, kadının evdeki karşılıksız emek yükü katlandı durdu. İşlerin az çok bölüşülebildiği evlerde bile erkeklerin toplamda 2,5 kat artarken kadınların iş yükü 4, 5 kata çıkıyor.
‘Evde kal’ın bir başka sonucu, iş yüküne eşlik eden kadına şiddet vakalarının artışıdır. Fiziksel, cinsel şiddet, özellikle psikolojik şiddet kadınların bu dönemde yaşadığı en yoğun şiddet biçimi oldu. Kadın cinayetleri, geçimsizlikler, boşanmalar, hepsi de faturasını kadınların ödediği durumlar olarak yaşanıyor. İster iş yükü, ister işsizlik, ister ucuz işçilik ve yoksullaşma dereceleri, ister şiddet; tümü erkek egemen sistemin nasıl da kadına karşı konumlandığını gözler önüne çok çarpıcı şekilde serdi, sermeye de devam ediyor. Türkiye’de bunu besleyen ve meşrulaştıran bütün kurumlarıyla devlet, uygulamalarıyla da iktidar gerçeği de çarpıcı olarak ortaya çıktı. Kadın cinsi için merkez noktada duran ev ve evdeki emeği konusu. Dün ele alınmakta gecikildi ama şimdi, pandemi evdeki emek haliyle uğraşmanın nasıl da elzem olduğunu herkese gösterdi. O halde ne yapılmalı nasıl yapılmalı sorusuyla bu alana bir giriş yapmak zorunlu ve bütün kadın hareketinin görevi.
Kadın yoksulluğunun mevcut kapitalist sistemin, özellikle neoliberal politikaların kuralsızlığıyla çok önemli bir bağı var. Pandemi, neoliberal iktisadi yapının krizine çelik kalkan oldu. Kapitalist sistem on yıllar içinde kuralsızlaştırdığı iş alanında, örgütsüzleştirdiği emek gücünü kalan haliyle tam bir talan taarruzuna, pandemi zamanında kolayca girebildi. Kitleler yoksullaştı, işsizleşti, açlık sınırına hızla indi, geleceği belirsiz karanlık dünyada tutunacak bir dal bile bulamaz hale hızla yuvarlanıyorlar. Bu talan taarruzu, her zaman olduğu gibi önce kadınları vurdu yine. Çünkü onlar her açıdan hala dünya emek ordusunun da en zayıf halkasıdır. Çünkü onlar aynı zamanda ve en başta, erkek egemin sistemin binlerce yıldır ikincilleştirdiği, kendi kaynaklarından koparıp yoksunlaştırarak evdeki erkeğe mahkum bir hizmetkar kıldığı, o haliyle kapitalist piyasa canavarına teslim ettiği cins. Günümüzde pandeminin şiddetle kustuğu gerçek, yani kadının erkek egemenliğindeki asıl konumu olan yoksunluğuyla yoksullaşmanın en derinine yuvarlanmasını sağladı.
Kadın yoksulluğunun diğer yanında daha eski, daha derin erkek egemenliği var, kadına bin yıllardır biçtiği karşılıksız bırakılmış, yani gasp edilmiş evdeki emeği var. kapitalist sermaye ve devlet için, evdeki erkeğe de sunulmuş devasa sömürü, hem de iktidar alanı sunan evdeki emek gerçeği var. Bu öyle bir yük ki, kadınları, hayatlarını gırtlağından sarmış, boğuyor artık. Kadın ziyaretlerinde gördük ki, kadınlar hem dışarıdaki ucuz iş yükünü çekiyor, hem evdeki tüm iş yükü çekiyor ve hem de çocukların geleceğinin kaygısını onlar taşıyor. İster yaylada süt sağsın, ister tarlada kayısı toplasın, isterse sadece ev kadını konumunda bırakılmış kadın olsun, hepsi de; kız çocuğum benim yaşadığım hayatı yaşamasın! diye dövünüyor. Bugünkü bilinçleriyle, kızları okuyup meslek sahibi olursa, kurtulacaklarını sanıyorlar elbet. Kapitalist erkek egemen sistemin meslek hayatında da, işsizlik ve ucuz işçilik kaderi sunduğunu tam bilmiyor. Üstelik bu sistem içinde önünde sonunda kuracağı aile hayatında da biraz hafiflemiş olsa bile aynı hayatın özünde süreceğinin de bilincinde değil elbet.
Boşuna kadın devrimi çığırışları, 21. Yy. kadın yüzyılı tespitleri ortalığı sarmadı. Bilincinde olunsun ya da olunmasın, erkek egemenliğinin kadına biçtiği gömlek, bu kadar ağır bir yaşam ve o gömleği parçalamak, artık günün mücadele konusu. Mücadelenin şimdiki durağı evdeki emeğinin karşılıksız, angarya olmasına karşı yeni bir mücadeledir. Kadınların “çok çalış, boş çalış” diye andıkları halden kurtulabilmesi için bir adım atmak gerekiyor. Artık kadınlar evdeki emeklerine rağmen sosyal güvencesiz, emeklilik hakkından yoksunlukla erkeğe mahkum olmasın. Boşanmak istediğinde, ekonomik güvencesizlik nedeniyle yeni bir sefaletle karşılaşmasın, nafaka peşinde koşmak zorunda kalmasın. Aynı nedene bağlı olarak her yerde ilk işsiz ya da ucuz işçi, ilk adımda ihmal edilir eleman durumda kalmasın, hele de çocuklarıyla birlikte çaresiz bırakılmasın. Yani yoksulluğu bu cehennemi kapitalist sistemde yoksulluğu biraz olsun yenebilmek için, yoksunlaştırıldığı emeği ve emek ürünlerinin sahibi olma mücadelesini birlikte yürütmeli ki, kadın bin yıllardır sarf ettiği emeğinin sahibi olsun. Kendi kaderini kendi eline alsın. Koçer kadının yakarışı gerçek karşılığını bulsun: Kızlar annelerinin bugünkü hayatını yaşamasın!