Bir kez daha keskin bir jilet darbesi yedi yürekler. İnsan ne diyeceğini ne yazacağını bilemiyor bazen. Kan dondurucu gelişmeler karşısında eli varmıyor yazmaya. Bir kez daha Kürt sorununun ne denli yakıcı bir hal aldığı görüldü. Sorun çözümsüz bırakıldıkça insanlıktan nasıl çıkıldığını bir kez daha gördük…
Diyarbakır Adliye Sarayında bir evlat cenazesinin babaya nasıl teslim edildiğini görerek, duyarak, izleyerek sarsıldık bir kez daha. İnsan olmaktan utandık. Dahası, “Neden kutu içinde verdiniz, kemiklerini gaz döküp yakamadınız?” diyen insan müsveddelerinin varlığıyla sarsılıyoruz.
Diyarbakır Sur’da olup bitenler akıllardadır. Daha önce çözümden söz eden, Kürt sorununda barışçı demokratik çözüm” öngördüğünü söyleyerek masalar kuran, İmralı’da Öcalan ile devlet ve sivil heyetler düzeyinde görüşmeler yapan, silahların bırakılacağını öngören gelişmelerin başladığı, Kandil’e heyetlerin gidip geldiği, devletin, en derininden en yüzeyindekine kadar tüm kurumlarının “çözüm” için seferber edildiğinin ilan edildiği bir süreçten başka bir evreye geçildi. Ansızın bir operasyon kararı verildi ve karartılmış bölge yerle yeksan edildi.
2015- 2016’da sadece Sur değil, Cizre, Nusaybin, Silopi, İdil gibi birçok yer yangın yerine döndü. Bodrumlar ceset doldu. Onlarca insan yaşamından oldu. Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun; “Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo (İspanya) gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek” sözleri hafızalardadır. Taş taş üstünde bırakılmadı. Sur, yerle bir edilmişti.
İşte o dönem öldürülen gençlerden biri de Hakan Aslan’dı. Erzurum Karayazılı Aslan ailesi yıllarca oğullarının akıbetini araştırdı, bulamadılar. Ve yedi yıl sonra savcılık Aslan’ın kemiklerini karton bir kutu içinde babasına teslim etti. Diyarbakır ‘Adalet Sarayına çağrılan baba Ali Rıza Aslan’a kemik kutusu savcılık tarafından teslim edildi.
Bir baba ne hisseder bu durumda…
Oğlunun kemiklerini bir kutuda ve bir torbaya paket edilmiş halde kucağında bulan bir baba neler yaşar!
Daha önce de Agit İpek'in kemikleri, kargo paketi ile PTT aracılığıyla annesine teslim edilmişti. Bu ne insanlığa ne vicdana sığar ne inanca ne de hukuka adalete…
Reklam
Baba Ali Rıza Aslan “Bana cenazeyi getireceklerini söylediler, bekledim” diyor. Sonrası tam bir vicdansızlık. Baba cenazeyi nasıl alacağını düşünmektedir, hiç değilse tabutuna sarılacaktır. Yıllardır göz yaşları döküp ağıtlar yakan annesine cenazeyi götürecektir.
“Cenaze burada mıdır?” diye sormuş önce, “evet” demişler. Baba odanın içinde şaşkındır.
“Gitti bir torba getirip önüme koydular” diyor. Bitmiştir, tükenmiştir. Tutunacak yer arar. Diyarbakır üzerine yıkılmıştır. Ama metanetli olmak, güçlü durmak gerek…
Emanete alınmış bir eşya teslim eder gibi bir torba içindeki evladının kemiklerini getirip “işte cenazen” diyerek babanın önüne bırakmışlar.
Torbanın içindeki CD’yi almak isteyen bir görevli torbayı açınca torbadaki kutunun içindeki oğlunun kemikleri gözlerinin önündedir babanın… 7 yıl sonra 22 yaşındaki oğlunun kemikleriyle baş başadır.
Daha ne olsun!...
Bir babaya yaşatılan bu acıyı olağan bir evrak işi yapar gibi yapmışlar…
Bunca acı karşısında elindeki oğul kemikleriyle Diyarbakır Adliye Sarayından çıkar baba Ali Rıza Aslan. Yılardır yanan yüreği kavrulmuş haldedir. Baba Ali Rıza Aslan’ın elinde taşıdığı kemik torbasıyla çekilmiş fotoğrafları ve görüntüleri bir kez daha bir gerçeğin bir kamçı gibi yüzümüze şaklamasına neden oldu.
Reklam
Adalet Sarayının “Giriş Yoktur” yazan kapısından çıkarken Mezopotamya Haber Ajansından bir gazeteci tarafından eline tutuşturulmuş oğlunun torba içindeki bir kutu kemiğiyle fotoğraflanır.
Sonrası hepimizin acısı, hepimizin utancı, hepimizin davası…