Karaburun deyince akla Şeyh Bedrettin İsyanı gelir. Börklüce Mustafa, Torlak Kemal, Osmanlı despotizmine karşı ayaklanan beş bin isyancı...
Asırlar öncesinde ortaya çıkan o isyan diyarındaydık önceki gün. Asırlar sonra yıkılası kapitalist düzene ilişkin konuştuk. Yıkımı nasıl durdurabileceğimize dair kafa kafaya verdik…
Bu yıl gerçekleşmekte olan 17. Karaburun Bilim Kongresinin ana teması Kapitalizm ve Yıkım.
Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalizmde yıkımın boyutları ve dünyanın bugün karşı karşı bulunduğu vahamete ilişkin değerlendirmelerde bulunduk.
Karaburun deyince, akla köylülerin direnişi geliyor. Börklüce geliyor. Beş bin kişiyle yola çıkılan isyan geliyor. 1415-1416 yıllarında Karaburun’da bir halk ayaklanmasının önderidir o. Yarımada ise yaşayan halkların düzene başkaldırısının örgütlendiği alandır. Karaburun deyince akla, haksızlığa, sömürüye ve zulme isyan gelir. Kardeşlik gelir. Türkmenler, Rum balıkçılar, Yahudiler, farklı dillerden, inançlardan halkların ortak davası için yürüyüşü gelir akla… İktidara, padişaha, vergiye ve haksızlıklara karşı direnişin mayalandığı topraklardır Karaburun.
Ünlü Şair Nâzım Hikmet, Karaburun direnişini de kapsayan geniş bir alana yayılan isyanları Şeyh Bedrettin Destanı’yla ölümsüzleştirdi. Osmanlı’ya karşı bir isyandır Karaburun. Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve arkadaşlarının felsefesinin realize edilmek istendiği yarımadadır.
Her dilden ve her inançtan halkların, ezilenlerin “Yârin yanağından gayrı her şeyin” kardeşliğine dayanan bir yaşamdır öngörülen. Her türlü ayrımcılığa, tüm mevki ve makamlara, saltanata, emeğin gasbedilmesine karşı çıkarlar.
Günümüzde kapitalizme, diktatörlüklere, imtiyazlara, yıkıma, sömürüye karşı çıkmak neyse o gün, daha 15. yüzyılda canlarını ortaya koyarak yapmak istedikleri eşitliktir, kardeşliktir. Varlığını artı değere el koyarak sürdüren, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalizmde bu felsefe daha somut, daha anlaşılırdır.
Nâzım, “Yârin yanağından gayrı her şeyde” diyerek, o gün canlarını ortaya koyan halk kahramanlarının aynı zamanda kardeşliği savunduklarını da ortaya koydu.
“…
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,»
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları…”
O tarihlerde, o felsefenin savunucuları Edirne’den, Karaburun’a uzanan bir hat üzerindeydi. Bulgaristan’daki Deliorman, oradan Yunanistan Simavne’ye uzanan ve;
“Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı…”
Ancak Serez de bitmeyen, bayraklaşan bir direnişin destanıdır.
Mücadele sürüyor. Kapitalizm kanla besleniyor, ancak kanı dökülen işçiler ve emekçiler toparlanıyor. Sömürü ve zulüm düzenini yıkmaya yönelmiş milyonlarca işçi ve emekçi var; ezilen halkların dinmeyen direnişi var. Dünyanın dört bir yanında her dilden, her ulustan, inançtan işçiler ve emekçiler bir hedefe yöneliyor. Dünün deneyimleriyle öğrenerek ilerliyoruz.
Karaburun Bilim Kongresini, tüm olanaksızlıklara karşın sürdürmekte ısrar eden bilim insanlarına; kapitalizme ve yıkıma karşı, yeni bir dünya özlemiyle mücadele eden dostlara, yoldaşlara sevgiyle…