KADINLAR SİYASETİN MERKEZİNDE  ya da   KÜRT SİYASETİNİN MOR RENGİ Gültan Kışanak, Kürt siyasetinde en önlere çıkmış kadınları anlatıyor. Daha doğrusu kadınlar kendi siyasi hayatlarını kendileri anlatıyor.

KADINLAR SİYASETİN MERKEZİNDE 

ya da  

KÜRT SİYASETİNİN MOR RENGİ

Gültan Kışanak, Kürt siyasetinde en önlere çıkmış kadınları anlatıyor. Daha doğrusu kadınlar kendi siyasi hayatlarını kendileri anlatıyor. Gültan’ın sorularına verdikleri yanıtları, kitaba onların alıntılarıyla giriyor. Siyaset alanı, demokratik siyaset alanı; parlamento ve özellikle yerel yönetimler bazında yaşanan hayatların kaleme alınışından oluşuyor kitap. Kadın aklı ve iradesinin mevcut parlamentoda- henüz cumhurbaşkanlığı sistemine geçmeden önce, yerel yönetimlerde kayyımlar tarafından önleri kesilene kadar, 30 yıla yakın bir zaman diliminde siyasetin mor renginin en büyük diliminin yarattığı alt üst oluşun tarihi diyebiliriz buna.

Kitabın ortaya çıkış hikayesi onu, 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanını yaşayan Gültan Kışanak’tan orayı, o zamanı yazması talebiyle başlıyor, daha doğrusu ısınıyor. Benim için bir “de ja vu” hali bu… Mücadelede kadın hikayeleri kadar yazın hikayeleri de ne kadar benzer! -On beş yıl önce yayınlanan Demir Parmaklıklar Ortak Düşler kitabımın çıkışıyla aynı öykü.- Gültan ile 12 Eylül’ün Kadın Yüzleri Belgeselinde buluşmamız da öykülerini anlatıyordu. Gültan da aynı ortak kadın refleksiyle, siyasetin değişik kulvarlarında birlikte yürüdüğü kadınları yardıma çağırıyor; birlikte, kolektif bir emek seferberliği başlıyor, sonunda zamanı bilinçli bir seçimle, özellikle son 30 yıla çeken KÜRT SİYASETİNİN MOR RENGİ çıkıyor. Gültan kolektif emeğe katılan herkese teşekkür ederken, tarihin ironisini atlamıyor, kitabı ilk okuma ayrıcalığına sahip cezaevi görevlilerine – mektup okuma komisyonlarını hatırlayın- teşekkür ediyor!

Niye “mor rengi” derseniz, benim cevabım şu; kitaptaki mücadele hayatları yalnız kurulu erkek egemen düzenin devletsel yapıları ve erkek egemen dünyanın egemenleriyle değil, bunu başarabilmek için içindeki erkek egemenliğiyle, siyaset yoldaşlarının erkeklik egemenliği ile savaş da ondan. Yani kitabın adının, bir isim tamlaması halinde şekillenmesi içeriğine çok uygundur. Gültan 30 yıllık yolun haritasını gözler önüne sererken ilk Kürt kadın kimlikli Leyla Zana’ya yakıştırılan Xuşka Leyla” hitabıyla, siyasete girmiş kadını “kız kardeş-bacı” diye karşıladığı noktadan başlayıp “güçlü başkanlıktan” ilk eşbaşkan Aysel Tuğluk’a takılan “eşbaşkan yenge” lakabından günümüze eşiklerin nasıl zorlu mücadelelerle aşıldığını anlatıyor. Türkiye’nin Kürdü ve Türkünü, sosyalisti ve yurtseverini bir araya getiren HDP’de Türk bir kadını, Figen Yüksekdağ’ı göreve getiren kadın yürüyüşünün zirveye ulaşmasının ne tesadüf ne de kolay olmadığını çok iyi anlıyorsunuz. Hele de yerellerde eşbaşkanlığının, Türkiye toplumunu, hatta “en atarekil sayılan” Kürt toplumunu nasıl değişim yolunda koşturduğunu, toplumsal devrim dalgasına yol açtığını yerinde görüyor, eylemi ve ruhuyla hissediyorsunuz, onların coşkusuyla doluyorsunuz.

Tek tek kadınların yazı-öykülerini okuduğunuzda erkekliğin envai çeşitlerinin şiddeti ve engelleri kadar trajikomik halleriyle de çokça karşılaşıyorsunuz. Kadın kolları örgütlenmesiyle başlayan kadının içerdeki yürüyüşü Kadın Meclisleriyle, özerk haline gelene kadar, kadından sorumlu erkek görevlilere, kadınların liste başında olursa seçimin kaybedileceği korkutmalarına, “bu kadınlar da çok oldu” lardan “kadınlara sormadan karar alamayız” lara, bir yazının sınırlarına sığmayacak kadın bilincinden kadın devrimine hayat-siyaset halleri, dersleriyle tanışacaksınız. Üstelik kadim devletlerinden günümüz faşist diktatörlüğünün siyasi eziyetlerine karşı dimdik duruşları okuyacaksınız diyorum ama yetmiyor sözcük anlatılanın yarattığı etkiyi, o yüzden ekliyorum; yaşayacaksınız…

Gültan Kışanak’ın en son görevi, Diyarbakır Belediye Eşbaşkanlığı idi. Pek çok kez kendisini makamında Belediye etkinliklerinde görüp görüşmüştüm. Gültan’ı  gördüğüm son gün, İstanbul’da bir kadın toplantısına son anda güç bela gelebilmişti. Konuşmasını yapmak üzere aldığında, Venezuella’dan geldiğini anlatıyordu. Dünya belediyeleri toplantısının katılımcısı olmaları gerektiği halde, devletin ilgili yetkilileri Kürt belediye temsilcilere haber vermemiş. Bir şekilde toplantıyı öğrendikleri gibi, “bir şekilde kendilerini Venezuella’ya attıklarını” tatlı tatlı anlatıyordu. Birkaç saat sonra ise Ankara’ya, Meclis’e gidecekti. Meclis FETÖ komisyonu onu dinlemek istiyormuş! Çok bir şey konuşma fırsatımız olmadı ama Diyarbakır’da buluşmak üzere sözleştik. Gidiş o gidiş. Çünkü devlet, ta Venezuella’ya kadar uzanan, yakılıp yıkılan Sur da dahil büyükşehir belediye eşbaşkanlarına tahammülsüzdü. Demokratik siyaset, yerel yönetim lüzum etmezdi, her şeyi onlar merkezden yapacaklardı! E bunun için örgütlü bir toplumla başa çıkmak kolay değildi. Onlar da işlerini kolaylaştırmak için liderleri toplama yoluna gittiler. Hukuk mukuk, onları ilgilendirmiyordu. Nitekim hukuksuz tutuklamaları seri hale getirip DBP ve HDP Belediyelerinin seçilmişlerinden sonra sıra bu iki partini eşbaşkanlarına ve milletvekillerine, genel ve yerel yöneticilerine geldi kısa sürede.

Hem Gültan hem kitapta öyküleriyle yer alan kadınlar tutuklu! Arada tahliye olan bir ikisi var ama onların yerini de doldurdular devletliler. Yani bu kitap cezaevlerinde hazırlanmıştır. Her biri bir cezaevinde ya da koğuşunda kadınlar uzun ve çarpıcı siyasi serüvenlerini sayfalara sığdırmaya çalışmışlar. Serüven diyorum, çünkü bunca kadının siyaset alanında bunca işe, mücadeleye imza atması büyük olaydır. Onların dünyasına yabancı birileri kitapla karşılaşsa gerçekten de macera romanı gibi okur. Oysa onlar canları, kanları pahasına dilleri, ulusal hakları için olduğu kadar kadın kimlikleri, kadın dili ve hayat tarzın için de büyük mücadelelerden geçtiler. Bütün bu mücadeleler içinde öyle gelişip olgunlaşmışlar ki, yılları, olayları, devrimleri en çarpıcı yerinden tutup sadece bu memleketin değil, dünya insanlığının önüne çıkarıyorlar. Onların yazarak anlattıklarını okuyacak, inceleyecekler, yeni kuşaklar kadın tarihini yerinde ve kahramanlarının hiç olmazsa bir bölümünü yakından tanıyacak.

Kürt ulusal mücadelenin içinden, onun gelişiminin onun paralelinde bir Kadın Devrimi nin gelişerek, dağdan kente Kürt toplumunu ve her alanda mücadelenin toplumsal karakterini açığa çıkarıp yaydığını, zenginleştirdiğini çoktandır –eksiği gediğiyle elbet, o da cins bilinci ve kadın devrimi kavrayışımızı gelişimiyle eksiklerini atıp yetkinleşti- görüyor ve söylüyordum. Hatta bu konuda epeyce yazı da yazmışımdır.  Kitabı elime alıp sayfalarını arka arkaya heyecanla devirirken bunu bir kez daha sağlamasını elde ettim. Kitap, Kürt kadının 30-40 yılı aşkındır süren devasa mücadelesinin demokratik siyaset alanına düşen bölümüyle bile nasıl da tarihte eşi görülmemiş düzeyde bir cinsiyet devrimi yaşadığını ve hepimize yaşattığını, bunun bütün görkemiyle sürdüğünü göstermeyi başarıyor.

Dünya devrimler tarihinin ve teorisinin bilince çıkaramadığı, gördüğü yer de görmezden geldiği kadın devriminin eylemli ve ışıl ışıl bilinçli hali gelecek devrim program ve eylemini şimdiden tamamlıyor. Ezilen dünyanın eyleminin önünde her zaman kadınlar oldu ama ilk kez bu kadar bilinçli, bu kadar programlı ve kendileri için en önde olmadılar. Şimdi buna bakarak, insanlığın gelecek düşünün tamamlandığını söylüyor bu kitaptaki her söz.

Gültan Kışanak’ı, ilk işi gazetecilik günlerinden tanıyordum. Özgür Gündem’in bombalandığı o günün ertesinde Yurdusev’le birlikte geldikleri Cağaloğlu’ndaki Musahip Sokak’taki Atılım Gazetesi’nin ikinci binasını onlara teslim etmiştik. Sosyalist basın dünyasının elele tutuştuğu o günlerin mücadele dayanışması unutulmazdır. Bombadan sonraki “Bu ateş sizi de yakar” ilk manşetin altındaki ilk fotoğraf da Atılım’ın gece nöbetçisi muhabirin deklanşörünün kaydıydı.

O “Ateş” hala yanıyor ve herkesi yakmaya devam ediyor. Egemen siyasetin hiç beklemediği anda ve yerde bu ateşe karşı büyük bir kadın duruşu engeli ve devasa emeğiyle kadın kitleleri çıktı. Şimdi o kadınları mahpuslara atarak ateşi harladıklarını düşünerek mutlular. Eşbaşkan bütün kadınları hapse yollamakla rahat olduklarını sanıyorlar. Gültan’ın kitabı bu “mutluluğun” kirli, kıyıcı ve nasıl da fani olduğunu anlatıyor aynı zamanda.

Son bir not: Kitapta sevgili Edibe Şahin’in bölümünü okurken annesini kaybettiğini öğrendim. Kız çocukları için, hele de hapisteysiniz ne kadar zor ve acılı olduğunu deneyimleyen biri olarak çok üzüldüm. Yazıyı ona başsağlığıyla bitirmek istiyorum. Kitap için Gültan ve bütün kadınları sevgiyle kucaklıyorum.