5 bin kadar cenaze çıkarıldı enkaz altından…
Ancak ne çıkan cesetler ne çıkacak cesetler konusunda kesin bir rakam var. Zira iktidarın açıkladığı sayılara inanmak güç. Gerçeği gizleme çabaları baskı ve tehditle sürüyor. Basın hedefte. Bir yandan iktidarın tehditleri, hakaretler, küfürler, bir yandan RTÜK’ün gerçeği halka ulaştıran televizyonlara verdiği karartma cezaları, sansür, sosyal medyaya yönelik saldırılar, kapatma girişimleri, bir yanda şiddet…
Gerçeği duymak istemiyorlar. Halk çadır diye bağırırken, onların medyası salon salomanje çadır gösterisi peşinde.
Tüm bunlar olurken ABD’den Blinken geldi, onla Saray’da görüştüler. Aslında önceden planlanmış bir ziyaretti. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile görüştü ABD Dışişleri Bakanı Blinken.
Peki neyi görüştüler? Deprem ve deprem karşısında alınacak önlemler, ABD ile deprem dayanışması, bundan sonra deprem karşısında alınacak önlemler konusunda danışma ve dayanışma mı? Tabii ki hayır! Bu konuya yeniden döneceğiz…
Acı, çok acı yaşadı halkımız, halklarımız. Kahredici bir süreçtir yaşamakta olduğumuz.
“Dış güçler” dedikleri ülkelerin arama kurtarma ekipleri ertesi gün Osmaniye’deyken, Bahçeli ancak 15. gün uğradı doğduğu ve vekili olduğu Osmaniye’ye. Erdoğan ve Bahçeli gelecek diye yollar asfaltlandı, temizlendi. Ceset kokuları ülkenin dört bir yanını sarmışken, yollar temiz diye teşekkür edildi, Osmaniye belediye başkanına…
Kahredici bir süreçtir yaşadığımız. Acı ve öfke birikiyor ezilmiş yüreklerimizde.
İçi boşaltılmış AFAD, yandaşların arpalığına dönmüş Kızılay ve tepeden tırnağa tek adamın otoritesine göre dizayn edilmiş bir sitem içindeyiz ve felaketler karşısında herkes kaderine terk ediliyor!
Dile kolay, 45 bin insanımızı yitirdik. Enkazın altındaki kayıplar için ise ne diyeceğimizi bilmiyoruz. On bin mi, 20 bin mi, 60 bin mi…
Bilmiyoruz. Çıkarılan cesetlerin çoğu kefensiz gömüldü. “Devlet yoktu” diyerek nasırlaşmış ellerini gösteren yaşlı kadın “Ben çıkardım kocamı, öldü, kefem bulamadım…” İneğini yemlediği çuvala sarmış kocasını.
Savaşa, Diyanete, yandaşlara milyarları yatıranların halka reva gördüğü budur!
Devletin çıkaramadığı cesetleri halk kendi olanaklarıyla çıkarıp gömdü. Çuvallara, paçavralara, battaniyelere sarıldı evlatlar, anneler, babalar, eşler, yakınlar, komşular, dostlar. İş makinelerinin açtığı çukurlara yan yana gömdüler yakınlarını. Vücut bütünlüğüyle çıkaranlar, “çok şükür” dedi.
Ve aradan üç hafta geçtiği halde ne çadır ne tuvalet ne duş var.
Peki ABD Dışişleri Bakanı ile ne görüştüler? Depremzedelerin yaralarını sarmayı mı konuştular?
Hayır! İki ülkenin dışişleri bakanları F-16’ları görüştü. Sonra F-35’leri konuştular. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girmesini konusunu konuştular yine. 40 yıllık savaş, savaşta kaybedilen on binler, savaşa yatırılan trilyonlar orta yerdeyken hâlâ İsveç’in NATO’ya girmesi Kürtler üzerinden bir pazarlık konusu olmaya devam ediyor. Depremden bir sonuç çıkarıp, savaşa, savaş politikalarına son vermeyi konuşmak yerine, sınır ötesi operasyonlar sürdürülüyor. Silahlanmaya yapılan yatırımlara son verip, halka ve yaşama yatırım yapmayı akıllarından bile geçirmiyorlar hâlâ...
On binler kaybedilmiş, on binlerin ceset kokusu ülkeyi sarmışken onlar savaş politikaları, silahlanmaya yatırımın pazarlığını yapıyor.
Rusya ile yapılan anlaşma akıllardadır. S-400’ler 2,5 milyar dolar yatırıldı.
Neden F-16 alınır, neden F-35 pazarlığı sürer, neden S-400 alınıp depoya atılır… Neden 40 yıldır süren savaş sürdürülür?
Peki neden? Niçin bu yatırımlar, bu silahlanma pazarlığı kim için?
Halkı korumak için mi?
Eğer, savaş, silahlanma bütçesi ile Diyanetin Başkanlığının bütçesi depreme karşı dirençli konutlara yatırılmış olsaydı depremin ulaştığı felaketin boyutu böyle olmazdı. Yağma politikaları sürmeseydi, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet politikaları egemen olmasaydı on birlerce yurttaşımız şimdi yaşıyor olacaktı. Kaynaklarımız savaşa, silahlanmaya yatırılmasaydı; ABD, Rusya ve diğer emperyalist ülkelerden silah almak için yüz milyarlarca dolar harcama yapılmasaydı ve 40 yıldır süren savaşa yüz milyarlarca dolar, trilyonlarca para yatırılmasaydı o gün de ve bugün insanlarımız yaşıyor olacaktı.