Ötekilerin Gündemi
Mukaddes Erdoğdu Çelik
SAVAŞ VE BARIŞ*
Geçen hafta sonunda gerçekleşen HDP 4. Kadın Konferansı’nda, yayılan ve nihayetinde Avrupa’ya sıçrayan 3. Dünya Savaşı üzerine konuşuyorduk. Bir kadın delege “Savaş gerçeğini anlamak için öyle uzaklara değil, sağınıza, solunuza bakın yeter. Sağımda sıcak, solumda soğuk savaş; ikisi de bütün şiddetiyle sürüyor” dedi. Çünkü o “Sıcak ve soğuk savaşın tam ortasından, Sur’dan” geliyordu.
Sözleri bu kadar çarpıcıydı! Türkiye topraklarındaki savaş ve barış diyalektiğinde, 40 yılını doldurmakta olan sürecin çıplak ve güncel ifadesi olduğu kadar, toplumun içinde bulunduğu körlüğü de suçüstü ediyordu. Bir gün önce “beş Kürt kadın, aylar sonra ancak Kızılay’da özgürce yürüdüklerini” anlatıp, “özgürce sokağa çıkmak için Kızılay’a gelmemiz şart mıydı” diye sordu. Sorusuyla hepimizi utandıracak halimizi duyurmuş oldu. Onlar yıllardır kendi yaşam alanlarında, Sur’da bunu yapamıyorlardı! Bu bile tek başına, beş yıl önceki Sur katliamı ve sonra gelen yıkımların, sıkı polis kontrolleri ve baskıları altında zora dayalı asimilasyon; kimliksizleştirme ve doku bozarak sürdüğünü bizlere gösteriyor.
Türkiye içinde ve çevresinde, devletin her durumda Kürt karşıtı politikası, Kürdün bulunduğu coğrafyalar kadar, içinde de sıcak ve soğuk savaş olarak sürüyor. 90’lar da “bir çakıl taşı bile vermeyiz” zihniyeti bugün hala Kürdistan’ın dağlarını karadan, havadan bombalıyor, kayalarını bile paramparça ediyor. Hani olsa, denizden de topa tutacak! Nükleer mi, kimyasal mı, basbayağı zehir mi; dökecekler ortaya, dökmüyor da değiller ya, bu biraz gizli kapaklı kalıyor yine de.
Geçtiğimiz hafta, Ağrı Dağı’na düzenlenmiş bir operasyonun görüntülerini televizyonda izlediğimde aklıma geldi hepsi birden. Bir mağara tespit etmişler, içinde terörist unsurlar bulmuşlar, bombalarla un ufak ediyorlar, tabii toz duman bulutları yükseliyor... İnsan var mıydı içinde, onlara ne oldu; bunları bilemiyorsunuz tabii de, düşünmek bile istemiyorsunuz. Evleri basarken silahın en irileriyle Amerikan ramboları gibi, asker mi, özel harekat timleri mi, polis harekat mi, bilemiyorsunuz ama tam bir savaş düzeni, gördüğümüz!
Bu ne kin! Bu ne talan! Bu ne hesapsız savaş, denilebilir ama öyle değil. Devletin başı; yoksulluğa isyana cevap verirken ifşa ediyor; “Sen bir merminin kaç para olduğunu biliyor musun?” Yani hesap var, var da insan için değil. 40 yıldır aynı tas, aynı hamam! 40 yıldır doğa kadar merkez para kasaları da yaşadıkları tahribattan belini doğrultamıyor. Telef edilen insanı zaten saymıyorlar. Eskiden; “askerlik yan gelip yatma yeri değil”di, felsefe. Ömrü tükenene kadar halk evlatları kırıldı. Tükenince, yine Amerikan ordusu gibi paralı asker, taşeron silahlı örgütleri devreye koydular. Onun için artık bayrağa sarılı gelenler erlerden değil, uzman çavuşlardan başlıyor. Tabii yine yoksul halkın evlatları ama ücretli askerliğe yazılmışlar, geçim derdiyle oralarda, kıyım işleri görüyorlar. Cenazelerinin bonusu da; gelsin vatan, millet, Sakarya nutukları eşliğinde Kürde bir daha kin ve nefret kusmak, kusturmak.
Suriye savaşını fırsata çevirip Kürde bir de oradan vurmakta epey ustalaştılar ki, Afrin’i işgal ve talan ederken İdlib’e Cihatçı çetelerle, İŞİD’leşerek yerleştiler. Durmadan tırtıklıyorlar coğrafyayı Doğu’ya doğru. Meydan onlara kalmış sanki, tadını çıkarıyorlar. Osmanlı hükümranlığını sağı solu ilhak, işgal ve hatta nüfus değişimiyle sınırlara katmakla diriltmeye çalışıyorlar. 12 Eylül faşist cuntasının açtığı Güney Kürdistan kapısından içlere doğru operasyon adıyla her türlü savaş suçu işliyor, Kürt Halkının bütün kazanımlarını yok etmeye çalışıyorlar. İŞİD’le işbirliği içinde Kobane’den, Kerkük’ten, Şengal’den geçip gitmek zorunda kaldılar ama hırsları geçmedi.-Son haftaların, adları bile birbirinden kötü duygular uyandıran imha -şgal yürüyüşündeler. Rüyalarında, Kandil’e bayrak dikme törenlerini görüyorlar, masalarında da muhakkak var. Ama, hayatın ironisi; Emevi Caimisi’nde namaz rüyası gibi o da durmadan bozuluyor. Kürt diline yasaklamaların, bu nedenle konser iptallerinin Abdülhamit sansürün burun yasağı gibi genişleyen çizgisi, 90’ların sansür ve sürgün kararnamelerinin yeniden hortlatılması, HDP üzerine kurulan kumpas-kapatma davalarını, her gün mutlaka bir örneğini yaşadığımız polis baskınlarını, gösteri ve yürüyüş yasaklarını, yaza girerken getirilen bölgesel etkinlik yasakları ve benzerlerini katınca, dosyalara sığdıramayız çeşitlilikteki ırkçı- milliyetçi- şovenist argümanlar eşliğinde tam bir savaş hali yaşamakta olduğumuz açık ve anlaşılır bir gerçektir. Tabii onursuz bir körlükle malül değilsek...
Türkiye ve Kürdistan savaş bağlantısının andaki durumu bu. Fakat savaş alanı ve amaçları bu kadar değil. Yani uzağa da bakmalı, zaten birbiriyle ve bizdekiyle çok bağlantılı dünyasal sıcak ve soğuk savaşları da görmeliyiz. Emperyalist devletlerin 30 yıldır, Ortadoğu merkezinden Afganistan’a uzanan ve ortalığı kana bulayan “yeni dünya düzeni” savaşlar silsilesi, bir yandan Kürdistan, Filistin ve Suriye üzerinde sürdürülmekte, bir yandan da (buradaki sıkışmanın da etkisiyle) Ukrayna üzerinden nihayet Avrupa kıtasına sıçratılmış bulunuyor. Savaşın bu cephesi üzerine daha önce, bu sütunda yazmıştım. Yeni bazı gelişmelere değinmekle yetineceğim. Batılı kapitalist savaş baronlarının yeni savaş cepheleri açmak için Rusya ve Çin üzerinden süreci zorlamaya devam ettiklerini görmekteyiz. Çatışma öyle şiddetlendi ki, Batı emperyalistleri, savaş örgütleri NATO(Kuzey Atlantik Paktı)’nun sınırlarını İsveç ve Finlandiya’ya kadar yaydılar. Kalan Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri de sıraya girerse şaşırtıcı olmaz. Davos’ta konuşan Saros’un, Ukrayna işgali nedeniyle 3. Dünya Savaşı tehlikesinden söz etmesi en yeni itiraf sayılmalı. Saros’un savaştan Rusya ve Çin’i sorumlu sayması, savaş faturasını emperyalist savaş güçlerinden uzaklaştırması da tam bir Batılı emperyalist mantığı.
NE YAPMALI?
Bu yazının asıl amacı bu savaşlara karşı mücadelede kadınlar ne yapmalı sorusuna yanıt aramaktı, şimdi oraya kırıyorum kalemi.
İnsanlık tarihinin bilinen bütün savaşlarında barış için çalışanlar kadınlar olmuştur. İlk kabilelerde, savaşan erkek bölükleri arasına tülbent atarak çatışmayı durdurduklarını biliyoruz. Dünya savaşlarının deneyiminden biri de aynı olgunun doğrulamasıdır. Yaşanan iki dünya savaşının ve arkasından gelen bütün irili ufaklı çatışmaların karşıtı çalışmalar hep kadınlar tarafından örgütlenmiş ve yürütülmüştür. En önemli örneklerini anmak istiyorum.
1. Dünya savaşına karşı Sosyal Demokrat Partilerin aldığı “savaşı önleme ve eğer önlenemezse iç savaşa çevirme” kararları buza yazılmış gibi eridiğinde kadınlar eğilimin dışında duran pek çok eylemle bulundular. ABD’de Emma Goldman ve Aleksandra Kollontay, bu konunun bilinen iki devrimci kadın örneğidir. Bu savaşın sonuna doğru Rusya’ da Çarlık rejimini yıkan Şubat devriminin öncü eylemcisi kadın işçilerin grevi oldu. Çarlığa ve savaşa karşı yükselttikleri grev üçüncü gününde ayaklanmaya dönüştü. Çarlık yıkılınca iktidarı devralan burjuva hükümet, onun savaş çizgisini sürdürdüğünde, cepheye giden askerlerin önünü keserek savaştan vaz geçmelerini sağlayan yine kadınlar oldu. Kadınların bu çalışması Ekim devriminin yolunu açan en önemli iki unsurdan biridir.
2. Dünya savaşına karşı, 1935’te İstanbul’da toplanan Dünya Kadın Kongresi’nin aldığı “faşizme ve yükselen savaş tehlikesine karşı mücadele” kararını hatırdan çıkarmamalıyız. 2. emperyalist paylaşım savaşı antifaşist zaferler biterken, ABD öncülüğünde Batı emperyalist Bloku, yeni bir savaş başlattı. SB’ne ve sosyalist bloka karşı “Soğuk Savaş” adını taktıkları saldırıyı başlattıklarında, ilkin kadınlar harekete geçti. Dünya Kadınlar Federasyonu’nun öncülük ettiği Barş Mücadelesi iki yıl sürdü. Milyonlarca kadının adeta mobilize şekilde yürüttüğü mücadele deneyimi, Batı emperyalistlerini çok ürküttü. Sonunda kadın hareketine müdahaleyle, kadın barış cephesini böldüler ve sosyalist dünyayı ablukaya almaya hız verdiler..
1970’lere doğru Filistin Kurtuluş Örgütü silahlı mücadele başlattığında adı duyulan ilk kadın gerilla Leyla Halid oldu. O iki uçak kaçırdı. Tüm dünya Filistin’i duydu ve Filistin sorunuyla ancak o zaman yüzleşir oldu. Filistin’deki mücadeleyi destek için İsrailli kadınlar, Filistin’e Barış talebiyle örgütlenip mücadeleye giriştiler. Bu örnek özellikle bizdeki savaş sarmalına çok önemli deneyimler sunmaktadır. Örnek işgal edilen ve işgal edenin karşılıklı pozisyonlarını sarsıcıdır.
Kürt özgürlük mücadelesinin ilerleyen evrelerinde de benzer deneyimler açığa çıktı. Kürt halkının sömürgeci savaşa karşı barış talebi bayrağını Barış Anneleri kaldırdı ve günümüze kadar da sürdürdü. 2000’lerin başında Kürt kadınların yanında Türk ve başka milliyetlerden genç kadınlar özellikle, dağlara doğru yürüyüşe geçip, askeri operasyonlara karşı Canlı Kalkan oldular. 2009 yılında yeniden barış görüşmelerinden söz edildiğinde, bu kez Batı’dan kadınların geniş katılımlarıyla Barış Nöbetleri tutuldu. Hakkari -Berçalan Yaylası’na Batı delegasyonu ile birlikte çıkan yüzlerce Kürt kadın, eş zamanlı olarak, İstanbul -Taksim ve diğer birçok kentte kadınlar tarafından gece nöbeti tutulması, barış için güçlü bir ses oldu ve birleşik bir kadın hareketini açığa çıkardı. Aynı olgu 2014 yılında Kadın Özgürlük Meclisini kuran girişimle ortaya çıktı. Meclis, Sur çatışmaları zamanı dahil önemli ve etkili çalışmalar yaptı. Özcesi; Kürdistan’da ve Batı’da hala barış talepli mücadelenin başını kadınlar çekmektedir.
Şimdi yeniden yaygın ve şiddetli iç, bölgesel ve dünya savaşı ile karşı karşıyayız. Aslında Ukrayna’daki savaş bize hiç uzak değil. Bu savaş her açıdan, insanlığı tehdit ediyor. Çünkü Avrupa’nın merkezinde savaşın pimi çekilmiştir. Mülteci ve göçmenlere karşı şiddet, ırkçılık ve faşizm Avrupa’da yükselişte. Avrupa devletlerinin savaş hazırlıkları, araçların üretimi ve tedariki olarak da hızlanmıştır. NATO’nun genişletilmesi, zaten tek başına halkların kırımını getirecek dünyasal savaşın açık ilanıdır.
Türkiye, mevcut faşist blokun insiyatifinde bütün savaş arabalarına bağlanmaya can atıyor. Rusya’dan milyarlarca doları yatırarak aldığı S300’ler depolarda çürütüyor. ABD’nin ambargosunu kırarak F35’leri almak, olmadı F16’ı çoğaltmak ve yenilerini almak istiyor. “Milli savunma” etiketi altında pek çok bölgede haksız savaş batağındalar ve bunların finansmanı için ülkede halkların boğazına sarılmış durumdalar. Ekonomik krizin bir nedeni 40 yıldır hep Kürde karşı verilen savaş iken, Suriye savaşıyla birlikte hedef genişleten Türk egemen sistemi ve Saray rejimi, 20. yüzyılın başındaki Osmanlı generallerinin çizgisinde, çeper ya da değil, pek çok bölgede ve ülkede askeri güç bulunduruyor, çatışmalarda taraf oluyor. Petrolden silaha, savaş araçları için bütün kaynakları kurutuyor. Bütün bunların ortasında göçmen ve mültecilere karşı ötekileştirme ve ayrımcılıktan ırkçı saldırı dalgalarına doğru toplumsal öfke ve hareket geliştiriliyor.
Hal böyle iken tarih, bir kez daha kadınlara bölgesel ve dünyasal savaşlara karşı mücadele bayrağını kaldırma misyonunu yüklüyor. Savaş yıkımlarının en yoğun hedefi olan kadınlar herkesten önce karşı durmalı. Savaşın yaratıcısı egemen kapitalist- emperyalist sistemler aynı zamanda erkek egemen düzen ve devletlerdir. Bu yüzden de kadın cinsi, iradesine ve itirazına aldırmayan bu köhnemiş savaş sisteminin, yeni savaşlarına karşı harekete geçmeli. Dünyasal kadın dayanışmaları, iletişim ağları ve başkaca örgütlenmeleriyle savaş kılıçlarının kırılması için bir mücadele cephesiyle karşı koymalı. Bunun yol ve yöntemleri bizzat mücadelenin mevcut kadın güçlerince başlatılabilir. Her önemli durumda açığa çıktığı üzere savaşa, dünyada faşist gelişmeye karşı, işgal edilen bölgelerden işgallerin kaldırılması talepleriyle aydın kadınlar da bir girişimde bulunabilir, öncü çıkışlar yapabilirler.
Türkiye’de savaş karşıtı mücadelenin içeriği, bütün kadın kesimlerini kucaklama hedefini ıskalamadan, ama mutlaka merkezinde; Kürt sorununda devletin dayattığı savaş çizgisine karşı mücadele durmalı. Sur’dan gelen delegenin talebini karşılama sorumluluğu bütün kadınlara aittir, geciktirilemez. Irkçılığın, yabancı düşmanlığının, Kürde karşı şoven milliyetçiliğin karşısında; Kürt sorununda demokratik çözüm ve 100. yılında demokratik cumhuriyet temel şiarı ve eylemi ortaklaşmalı artık. Faşist iktidar blokunun kadın kazanımlarına saldırılarını püskürtme, kadın cinayetlerinin önüne geçme, hele de İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe sokulması mücadelesi ile Gezi tutsağı kadınlar, HDP’li tutsak kadınlar, cezaevlerinde ölüme terk edilen kadınlar, siyasi ve yargı saldırısına uğrayan sanatçı kadınlara kadar hepsine, bilhassa durmadan saldırıya uğrayan Emine Şenyyaşar, Cumartesi Anneleri ve Barış annelerine sahip çıkmak, birleşik bir savaş karşıtı mücadelenin görevleri olmalı. Birleşik, planlı ve programlı ön açan mücadeleler bir başlasın, saflar ne denli genişleyecek o zaman göreceğiz.
*Yazarın yeniden gözden geçirip kimi düzeltme ve ekleriyle, 1 Eylül Barış Günü dolayısıyla yeniden yayımlıyoruz.