TOPLUMSALLAŞMANIN İLK KODLARI

              Doğa, gizeme giden yolculuğun ilk limanıdır. Bu limanın ilk yolcusu da, varoluşsal gerçekliğinin peşine düşen insandan başkası değildir. Yola koyulan insan,yol aldıkça doğada yaşayan diğer canlılar karşısında güçsüzlüğünün bilincine varmış ve buna karşın ayakta kalmak için de amansız bir mücadeleye koyulmuştur ve bunu yaparken en avantajlı tarafı olan düşünme yetisini kullanmıştır. Doğadaki yolculuğu öyle kolay olmamıştır, yaşadığı acı tecrübeler onu tek başınalıktan toplu yaşamaya sürüklemiştir. Böylece küçük klanlar halinde toplu yaşamayı öğrenen insan, kurduğu küçük iletişim ağıyla anlaşabilmiş ve uzunca bir dönem avcı-toplayıcı olarak yaşamını sürdürmüştür. Dönemin ihtiyaçlarını gözeten ve yaşamlarını daha da pekiştirecek olan çeşitli ortak kelimeler üretmişlerdir. İcat ettiği kelimeler sayesinde hem klanın akıbetini güvenceye almış hem de avcılık esnasında daha örgütlü davranabilmiştir. Kollektif bilinç sonucunda inşa edilen kelimeler genellikle avcılık, anne, baba, toprak, su, rüzgar gibi klanın gerçekliğiyle de ilintili olan olgulardan türemiştir. 

             İnsanlık tarihinin büyük bir dönemi avcılık ve toplayıcılıkla geçtiği bilinir. Dönemin en önemli hususu av yapabilmedir. Bundan dolayı insan aklı avlama sanatında ustalık üstüne çeşitli stratejiler üretmiştir, en etkin stratejilerden biri de, avın izini sürmek,önünü ve arkasını kollamak ya da etraflıca sarılıp kaçmasını engelleyip sarp bir uçuruma doğru sürüklemekti. Sadece bu bilgiye dayanarak eski dillerde hareketlilik ve örgütlülük arz eden bir sürü kelimenin kök anlamını avcılık döneminden aldığı rahatlıkla görülür. Örneğin kadim bir geçmişi olan Kürtçede ‘pa, pe, pi, pu’ kelime köklerinden avcılık dönemini çağrıştıran bir sürü kelimenin türediği bilinir. 

             Avcı ve toplayıcı insan,doğanın çetin koşullarına karşın hayatta kalmak adına sürekli mücadele halinde olmuştur. Soğuk ve çetin geçen zamana karşın tutunabilmek adına çok yoğun efor harcamıştır. İnsanın soğuk karşısında çok büyük zorluklar yaşadığı dönemde, çeşitli doğa olayları sonucunda bir ısınma oluşur. Milattan önce 18 bin-12 bin yılları arasına tekabül eden bu doğa olayları sayesinde dünyada ısınma meydana gelmiş ve buzullar erimeye başlamıştır. Böylece orta kuşakta beliren dört mevsim insanı, avın yanısıra bitkilerden de faydalanmaya itmiştir. İnsan, bitkiyi tanıdıkça daha fazla hayatına entegre etmiş ve uzun deneyimler sonucunda bitkinin evcilleştirmesini annenin önderliğinde sağlamıştır. Bitkiyi toprakla, toprağı suyla bütünleştiren anne, büyük bir ustalık ve bilgece gözlemleri sonucunda tarım yapmayı öğrenmiştir. Bitkiyi ekmesini öğrenen anne, klanın doğal öncüsüne dönüşmüştür ve elde edilen ürün sayesinde yıl boyu rahatlıkla beslenebilmiştir.

İnsan, evcilleştirilen bitkiler sayesinde göçebe hayatı terkedip nehir kıyılarında yerleşik hayata geçmeye başlamıştır. Uygarlık tarihinin en önemli devrimine yol açacak bu hayatla ilk köyler kurulmuştur. Arkeologlar bu yerleşkelerin en eski örneğinin Kuzey Mezopotamya bölgesinde olduğunu söyler. Yerleşik hayatla birlikte karnı iyice doyan insanın hem nüfusu artmış hem de artık ürün ve zaman yaratmıştır. Artı ürün ve zaman sayesinde komlar, köylere, köyler de kentlere dönüşmüştür. Bunlarla paralel insanın kullandığı dil de daha fazla sistemize olup gelişmiştir.

Günümüzde kullandığımız birçok kelimenin izini sürdüğümüzde kendimizi tarım devriminin yapıldığı neolitik dönemin orta yerinde bulup, anatanrıça kültün dinamikleri olan anne, toprak, bitki, tarım köklü sayısız kelimeye rahatlıkla ulaşırız. Etimologlar ana kültü dönemine ait sayısız kelimenin dünyadaki birçok dile yayıldığını söyler

Neolitik Devriminin mayalandığı mezopotamyada başat dil konumunda olan Kürt diline bakıldığında bu realite rahatlıkla gözlemlenir. Kürtçede ‘–da, de, di, du,’ kelime kökünden anne,toprak ve ateşin türediği net görülür. Örneğin,çocukları için herşeyi göze alan her türlü fedakarlığı gösteren, kendinden sürekli veren ve besleyene da(anne) denilmiştir. Da’nın anlamı hiçbir karşılık beklemeden kendinden vermektir. Da, toparlayıcıdır, onun olduğu yer güvenliklidir, korunaklıdır onun için yaşadığı mekana dam(ev) ve büyük emekler sonucunda elde ettiği mahsule da-n(bitki tanesi) demişlerdir. Anneyle, toprağın muazzam benzerliği sonucunda herşeyin anneye ve onun ruhu olan toprağa geri düştüğünü, da-ketin( yere düşmek) şeklinde belirtmişlerdir. Anne ve toprağın kutsallığına ateşin ışığını harmanlayıp da-dandin(ateş yakmak) demişlerdir.

     Tarımla birlikte yerleşik hayata geçen insan, doğa olaylarını daha iyi gözlemleme fırsatı bulmuştur. Havayı, yağmuru, rüzgarı, toprağı gözlemleyerek yorumlamıştır. Toprağa attığı tohumun gökyüzünden yağan yağmur sayesinde filizlendiğini görür. İnsan, bu gözlemlerden yola çıkarak, gökyüzünü merak etmiştir. Özellikle yağmurun nedeni üstüne kafa yormuş ve bundaki en etkili olayın ba(rüzgar) olduğunu fark etmiştir. Ba(rüzgar )sayesinde, gökyüzünde bulutların toplanıp belli bir zaman yağdığını gözlemleyince bu duruma ba-ran(yağmur) demiştir. Ba (rüzgar)’nın hızına gıpta ile bakıp, en hızlı uçan canlıya ba-z(şahin) demiştir ve bununla birlikte koşmak eylemine de ba-zdan demiştir. Belki de bu örnekler içerisinde en dikkat çekici olan, insanın yağmurun suyu sayesinde toprağın doğurduğunu gözlemlemesidir. Bu durumdan yola çıkarak doğumda erkeğin rolünü farketmiştir. Bunun için doğumda rol oynayan erkeğe,kelime kökünde rüzgarı ve suyu barından ba-v,b-avbaba) ismini vermiştir

Gök olaylarıyla kendi gücünü gören erkek,ana tanrıça kültü ile çetin bir savaşa girer ve kadının kazanımlarına da el koyup günümüze kadar süregelen ataerkil sistemini kurmuştur.Tanrıça kültüne karşın erkek tanrı kültünü oluşturmuştur.Kadının güç aldığı toprağa ve bitkiye karşın göğü ve gök olaylarını kutsamıştır ve göksel simgelerle gücünü temsil etmiştir. 

Aslında tanrılara ve tanrıçalara verilen isimler incelendiğinde dilin gelişiminde toprağın,tarımın ve doğa olaylarının ne denli etkili olduğu görülür. Neolitik Devrimin de öncüsü olan ana tanrıça kültünün devamı olan Sümerli Ninhursag(yerin ve doğurganlığın tanrıçası), İnanna (aşk, bereket, savaş, bilgelik tanrıçası), Akadlı İştar (bereket,aşk, savaş tanrıçası), Frigyalı Kibele (tabiat, bereket tanrıçası), Mısırlı İsis( bilge, hekim, Mısır’a tahıl öğütmeyi öğreten tanrıça), Yunanlı Demeter ( tarım, tahıl, mevsimler, bereket tanrıçası) vb. tanrıçaların isimleri toprakla, emekle, ekimle, bitkiyle, bereketle ilintilidir. Anaerkil kült ile savaşa girdikten sonra ataerkil sistemi kuran tanrılar incelendiğinde ise rüzgar, yağmur, su, şimşek gibi kökü aslında rüzgara dayanan adlandırmalarla anlam bulduğu görülür. Örneğin Sümerli An (gökyüzü tanrısı), Enlil (hava-rüzgarın efendisi), Enki (su tanrısı), Mısırlı Ra (güneş tanrısı, ba-z‘şahin’başlı), Yunanlı Zeus (gök, şimşek ve yıldırımlar tanrısı). Hem tanrıça kültü hem de tanrı kültü üstüne bu örnekler çokça artırılabilir farklı uygarlıklarda isimler değişip görevler artırılsa da özü aslında kadın için toprak anaya,erkek için de gök babaya gider.

Sonuç olarak uzay boşluğuna demir atacak kadar güçlenen insanın öyküsü aslında doğaya karşı tutunabilmek için onu bir araya getiren bir avuç kelimede saklıdır. Dünyasını birkaç kelimeyle korumaya alan insanın nüfusu artıkça,gücü de artmış, gücü artıkça hükmetme yetisi gelişmiştir. Tabi bununla paralel birkaç kelime zamanla sistematik bir dil yaratmış, bu dil de geliştikçe sayısı meçhul dillere dönüşmüştür.