AKP ve MHP’nin gerici, ırkçı, milliyetçi, ranta, yağmaya ve talana dayalı politikalarıyla ülkenin genel hali böyle. Peki, ya muhalefet ne alemde?
BAŞARI HERKES TARAFINDA SAHİPLENİR AMA BAŞARISIZLIK DAHA KESKİN VE TEKTİR!
22 yıllık AKP – MHP iktidarları döneminde Türkiye ve Türkiye halklarının yaşadıklarını ve bundan sonra yaşayacaklarını daha net görüyor ve izliyoruz. Siyasal ve toplumsal körleşmenin ,kamplaşmanın yaşandığı ülkemizde siyaset kurumu; hukuku, ahlakı ve etik kurallarını yok saymaktadır. Gücünü yasalardan, halktan alamayan, etik ve politik kişilikleri olmayan, eğitimsiz, tecrübesiz, seviyesiz, öngörüsüz kişilerin çıkarlarına dayalı devletin olanakları ve iktidarın gücüyle yürütülen bir siyasetten daha fazlasını ancak örgütlü, planlı bir mücadele ile erişmek mümkündür. Bu bağlamda, emek ve meslek örgütlerine, demokrasi güçlerine, üniversite gençliğine yani bu sisteme muhalif tüm kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir mücadele programıyla nefes alabileceğimiz yeni bir yol açmak ZO-RUN-DA-YIZ.
Mayıs ayı içerisinde gerçekleşen 14 Mayıs Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2. tura kalan ve 28 Mayıs’ta da gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yakinen izledik. Seçim sürecine ilişkin elbette söyleyeceklerimiz var. Gerçekleşen bu seçimler, iktidar kanadının ifade ettiği gibi “demokrasi şöleni!” havasında geçmedi. Eşit olmayan koşullarda, içinde şiddet barındıran, devletin bütün kurumlarının, kurum yöneticilerinin, kolluk gücünün uygulamaları ve pratikleriyle taraf oldukları ve “Cumhur İttifakına” her türlü olanağın sunulduğu bir seçim süreci olarak tamamlandı. “Cumhur İtifakının” devletin her türlü olanaklarını kullanması yanında; Montaj videolarla, son anda yurttaşlık hakkı tanınmış milyonlarca mülteci oyuyla, yurtdışı oylarıyla, havuz medyası ve haksız kazanç sağlayan iş adamlarının desteğiyle yürütüğü adil ve eşit şartlarda yürütülmeyen bir seçim süreci yaşandı yani özetle ; “Cumhur İttifakının” elde ettiği bir seçim başarısı değildir ancak sandıkta cebren ve hilelerle elde edilmiş bir “başarı” dır.
28 Mayıs akşamı Sarayda, Recep Tayyip Erdoğan’ın sağına soluna dizilen siyasi partilerin Genel Başkanları ve sarayın bahçesinde “Cumhur İttifakına” oy vermiş seçmenlerin “İdam”, “İdam” tezahüratları “Cumhur İttifakının” tasavvur ettiği yüz yılın Türkiye’sini tarif ediyordu. Balkondan yapılan konuşmadan, anlaşılacağı üzere yeniden seçilen Cumhurbaşkanı kapsayıcı bir yaklaşım içinde olup, 85 milyon insana hitap etmek yerine; kutuplaştırıcı dille gerginliği devam ettirecek bir yaklaşımla yandaşlarına lütfedip, muhalifleri ise hedef gösteren, tehdit eden bir yaklaşım, içinde olmayı tercih etmiştir.
Siyasal iktidarın türlü entrikalarıyla genel anlamda;
· Ekonomik, siyasi ve sosyal krizlerin yaşandığı bir Türkiye…
· Demokrasinin işletilmediği, kamusal alanların cemaat ve tarikatlara bırakıldığı bir Türkiye…
· Anayasa ve evrensel hukukun uygulanmadığı bir Türkiye…
· İnsan hak ve özgürlüklerin bitirildiği bir Türkiye…
· Kaynakların yandaşlara peşkeş çekildiği, yağmalandığı bir Türkiye…
· Her milimetre karesi ranta açılmış olan bir Türkiye…
· İşsizliğin, yoksulluğun, esaretin kanıksandığı bir Türkiye…
· Bilimin, liyakatin, hukukun esas alınmadığı bir Türkiye…
· Alınmayan önlemler, yapılmayan denetimler neticesinde her gün onlarca insanın öldüğü bir Türkiye…
· Yaşanan sorunlarla yüzleşmekten ve çözümler üretmekten kaçan bir Türkiye…
· Kamusal hizmetlerin parayla alınıp satıldığı bir Türkiye…
· Kendisi ve dünya ülkeleriyle sorunlu hale getirilen, dünyadan kopuk bir Türkiye…
· Coğrafyasının önemli bir bölümü enkaz halinde olan bir Türkiye…
AKP ve MHP’nin gerici, ırkçı, milliyetçi, ranta, yağmaya ve talana dayalı politikalarıyla ülkenin genel hali böyle. Peki, ya muhalefet ne alemde?
Başarı herkes tarafında sahiplenir. Başarının o kadar çok ortağı ve bileşeni olur ki, sürece millim katkı sunmayanlar, elini taşın altına koymaktan kaçanlar ve hatta korkaklar bile kendilerine elde edilen başarıdan pay çıkarırlar. Öyle anlar da olur ki, başarının sahipleri çoğu kez dışarıda bırakılır. Başarısızlık ise, daha keskin ve tektir. Başarısızlığın sorumlusu ise hep başkalarıdır. O başkaları ekonomik ve kültürel olarak toplumun en alt basamağında bulunan halktır. Muhalefet eksiklik ve yetmezliklerini yoksul emekçi halklara fatura etmeyi geleneksel bir yaklaşım haline getirmiştir. Bu utanılası yaklaşımı ısrarla da sürdürmektedir.
Muhalefet, 22 yıllık otoriter ve tekçi politikalarıyla ülkeyi cehenneme çeviren AKP ve MHP’ den çok şey öğrenmiştir. Öyle şeyler öğrenilmiş ki, partiler içi demokrasi tamamıyla bitirilmiş, halkın oylarıyla seçilenlerin halktan uzaklaştığı, partiyi hegemonyalarına almaya, her şeyi belirlemeye çalıştıkları bir süreci örüyorlar. Muhalif ve oy verdiğimiz partiler, neden ön seçimle seçilecek adaylarını belirlemez? Neden yerellerin iradesi esas alınmaz? Neden davul ezilenlerin sırtında, tokmak seçilenlerin elinde olur? Neden AKP’nin kötülükleri gösterilerek, hep aynı insanlar milletvekili, belediye başkanı olurlar? Neden pratikleri ve uygulamalarıyla parti hukukunu yok sayanlara ilişkin disiplin süreci işletilmez? Neden gençlik ve kadın kotası göz ardı edilir? Neden dışlanmış, horlanmış herkesin ötekisi olanlara seçilme şansı verilmez? Neden “ben yoksam partide yok” diyenler, partilerde daha çok itibar görüyorlar? Neden kişiler partiye tercih ediliyor?
Sayfalarca neden sıralayabiliriz. Ancak bu nedenler mevcut sonucu değiştiremez ama sürecin anlaşılmasına ışık tutar.
14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesinde başta il ve ilçe örgütlerinin, milletvekillilerin, belediye başkanlarının sorumluluğu sonrasında emek ve meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin yani hepimizin sorumluluğu ve eksiklikleri vardır. İtiraf etmek gerekirse yeteri kadar çalışmadık. Yeteri kadar sandıklarda görev ve sorumluluk almadık. Hep “mış” gibi davrandık. Kendi adıma çocuklarımdan ve Türkiye halklarından özür diliyorum.
Hey! Çalışmadan, partiye katkı sunmadan, olası CHP iktidarında kurum müdürlüklerini pazarlayarak kendilerini parlatmaya çalışanlar, vicdanen rahat mısınız? Hey! Partinin bütün olanaklarında yaralanmış ve seçim süresince kafalarını kuma gömenler huzura erdiniz mi? Hey! Çıkar çevreleri, güce tapanlar, “dün dündür, bugün bugündür” diyenler keyifleriniz yerinde midir? Hey! Alevi olması nedeniyle Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeyenler, AKP’den sizlere vaat edilen cennet tapularınızı aldınız mı? Hey! Saray yalakası Muharrem İnce, çıkar düşkünü Abdüllatif Şener kendinizi başarılı olarak görüyor musunuz? Hey! Seçim süresince çalışmayan, mevcut yönetimle hesaplaşmak uğruna AKP değirmenine su taşıyan muhalif CHP’liler arzuladığınız, özlem duyduğunuz günlere kavuştunuz mu? Hey! Koltukları zırh ve çıkarları için kullananlar toplumun neler yaşadığından haberdar mısınız?
Siyasi partilerimizin Genel Merkez yöneticilerine çağrımızdır. Kentlerin sosyal, kültürel dokusunu bilmeden, seçmenin eğilimini bilmeden, yerel dinamiklerin taleplerini almadan, belirlenen adayların toplumsal karşılıkları olmadığını bu seçim sonuçları üzerinde umarım görmüşsünüzdür. Halka dokunabilen, halkın ulaşabildiği, halkın içerisinde entelektüel ve politik birikimi olanlara lütfen alan açınız. “Ben ne olacağım” diyenlere ise kapıları sımsıkı kapatınız.
Tekelleşmiş medyanın haber yorumcuları, partinin aleyhine çalışmış partili köstebekler, kendi adına hesap yapanlar ve fırsat kollayanlar; CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na istifa çağrısında bulunuyorlar. Bu çağrıyı yapanların, hangi yüz, hangi sıfatla yaptıklarını halkımız biliyor, tanıyor ve halkımız bu güruhu asla affetmeyecektir. Neden mi? Türkiye ve Türkiye halkları için geniş tabanlı bir ittifak kurma, ittifak dışında kalan emek, barış ve demokrasi talep eden Kürtlerin, Alevilerin, sol- sosyalist çevrelerin desteğini alma başarısını gösterebildiği için. Hak, hukuk ve adalet talebiyle 600 Km’lik yolu yürüdüğü için. Hatalarla yüzleşme cesareti gösterebildiği için, 30 yıl sonra büyük metropol kentlerin belediyelerini AKP’nin elinde başarısını gösterdiği için…
CHP’nin elbette taze kana ihtiyacı vardır. Ama buna karar verecek olanlar CHP’nin organlarıdır, CHP’li emektarlardır. Yine bu süreci akılla, mantıkla, bilimle nihayette erdirmek doğru olanıdır. İnşa edilen tek adam rejimine karşı, toplam oyların % 48’ni almayı başarmak bir başarı değilse de, başarısızlıkta değildir.
Gün umudumuzu, direncimizi diri tutma ve mücadele içerisinde kalma günüdür.
Sevgi ile kalın.
Ahmet Karagöz