Yazımın girişinde alıntıladığım şiirde de ifade edildiği gibi, ben köyümü, komşularımı, akrabalarımı, arkadaşlarımı özledim. Başı dara girenlere, karşılıksız koşan insanları özledim.
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, Annesinin bir tanesini hor görmesinler. Uçanda kuşlara malum olsun. Ben annemi özledim, hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim.”
Kuri Sersı, Fêzê Apês, Çalîye Kureṣ, Nalê Sokî, Kortê Zınar, Bîre Satıke, Arîbê, Kalê Surık, Çavling, Çali Gomê Cıve, Nalê gurguṣtu, Nalê Bınga, Kaniye Ğalipire, Çali Gomê Cive, Işkaftê Haci Kosa, Sarinc, Tırbe Mıllomar… BİRAGANİ
Biragani’yi bizlere yurt eyleyenlerin artık hiçbiri yaşamıyor. Kendi topraklarında sırlanmış ebedi uykudadırlar. Her birini saygı ve sevgiyle yad ediyorum. Onların doğup büyüdükleri, anılarını biriktirdikleri evlerinin harabe olmasına hiç bir şey yapmayarak göz yumduk. Hatalıyız, suçluyuz. Ama fakat demeye de hayıflanmaya da hakkımız yok. Köyle ilgili adım atmadık. Adım atmamak için adeta direndik. Metropol kentlerde yaşama tutunmak için var gücümüzle direnirken, köyümüzün yok oluşuna ise seyirci kaldık.
Bugün nereden yaşadığımızdan bağımsız olarak köyde doğmuş, yaşamış olanların gönlünde; Biragani hasrettir, özlemdir, sevdadır. Ah ne güzeldi o günler! Diyenlerimiz o kadar çok ki. Evet, o güzel günleri, o güzel insanlarla bir daha yaşamak mümkün değil. Ancak köyümüzü yaşam alanı haline getirebilir, benzer anıları çocuklarımızla, torunlarımızla yaşayabilir ve biriktirebiliriz.
Sanırım köyle ilgili en çok ben yazıyorum. Kişinin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakmak lazım diye de okuyabilirsiniz. Bu anlamıyla eleştirilerinizde olabilir. Eyvallah! Ama emin olun ki benim açımda öyle değil.15 Temmuz darbe girişimi sonrası, ceberut iktidar eliyle 30 yıllık emeğime, alın terime el konuldu. Acındırmak veya günah çıkarmak için yazmıyorum, sadece bilmeniz gereken bir realiteyi sizlerle paylaşıyorum. Şimdiye kadar göründüğüm gibi yaşadım, yaşadığım gibi de görünmeye özen gösterdim. Umuyor ve diliyorum ki bundan sonraki yaşamıma aynı hatta devam ederim.
Çocukluğumuz döneminde, yani 50 yıl önce kışa hazırlık 15 Mart’a göre yapılırdı. Çünkü nede olsa Mart ayı bahar ayıdır diye düşünülürdü. 15 Mart’tan sonra yağan kar, soğuyan hava ile mücadele köylü açısında işkenceye dönüşürdü. Tezek biterdi, saman biterdi… Çile başlardı. Bitenlere ve her türlü çileye rağmen dayanışma içerisinde yaşayan mutlu ve fedakâr insanlar vardı. Damını loğlamak için komşu - komşusundan saman, sobasını tutuşturmak için kor-köz, çorba yapmak için mercimek, misafirlerini ağırlamak için çay, şeker isterlerdi. Yaşadığımız kentlerde ki komşulukta ise kredi kartın yoksa vay haline…
Evet, 50 yıl önce köyde yapılan ve günlerce süren düğünlerde; omuz omuza çekilen halaylarda, sevgi ve samimiyet vardı. Yaşamını yitirenlerin ardından yakılan ağıtlarda; acı ve hüzün vardı. Yapılan her yemekte; tat ve lezzet vardı. Doğaya, hayvana saygı vardı. İnsan doğa ilişkisi ticari değil, sürdürülebilir ekolojik bir ilişkiydi. Çünkü hayatın müşterekliğine inanan insanlar vardı.
Köyde yaşadığımız o kısacık zaman dilimi içerisinde her birimizin biriktirdiği ve bugün hasret kaldığımız onlarca anı var.. Köyümüzde bir kitabı, bir ayakkabıyı, bir ekmeği yani “yârin yanağında gayri” her şey paylaşılıyordu.
Mart’ın sonu, Nisan’ın başında itibaren baharın gelişiyle doğamız coşardı. Dağlarımız bağrındaki mis kokulu çiçeğinden - kengerine, kadar olan her şeyi cömertçe bizlerle paylaşıyordu. Buralarda doğal ortamda otlanan, koyun ve keçilerin etleri de sütleri de öyle bir lezzetliydi ki. Bir evde pişirilen etin kokusu diğer bütün evlere yayılırdı. Yalak ve Şereflideki su değirmenlerinde öğütülen buğday ekmeğinin ise ayrı bir lezzeti, ayrı bir tadı olurdu. Bulgurumuz, unumuz ilaçsız, gübresiz ürettiğimiz buğdaylardan yapılırdı. Her evde onlarca tavuk olurdu. Yumurtaya, süte, peynire, kaymağa, tereyağına para vererek alan olmazdı. Çünkü bunlar her evde fazlasıyla olurdu. Yataklarımız, yastıklarımız, kilimlerimiz, halılarımız, minderlerimiz koyunlarımızın yönlerinden yapılırdı. 7’den 70’e kadar herkesin yapacağı bir iş vardı. İşsizlik ve açlık sorunu hiç yoktu. İnsani ilişkiler de samimiyet vardı, dostluklar daha da güçlüydü.
Maraş Elbistan ve Pazarcık merkezli depremlerin olduğu güne kadar, zamana karşı direnen, köyün dokusunu, kokusunu bünyesinde bulunduran birkaç evimiz vardı. O evler depremde ağır hasar alınca, kimi evlerin yerine daha iyileri yapılsa da, birçok anı ve yaşanmışlıklar doğaldır ki evlerin enkazlarında kalıyor. Her enkazda, her harabe de onlarca anı ve yaşanmışlıklar var. Dokunduğun her bir enkazda bin ah çekersiniz, binlerce anıyı hatırlarsınız. En sevdiklerimizle biriktirdiğimiz anılar, hafızalarımızın en güçlü yerlerinde saklı kalıyor ve har an için depreşebiliyor.
Biregani ile ilgili ne yazarsam yazayım eksik kalacağını biliyorum. Yazımın girişinde alıntıladığım şiirde de ifade edildiği gibi, ben köyümü, komşularımı, akrabalarımı, arkadaşlarımı özledim. Başı dara girenlere, karşılıksız koşan insanları özledim. Ben insanı özledim.
Sevgi ile kalın
Ahmet Karagöz
Çukurova / Adana
27.03.2023