Yazar Ahmet Karagöz, bugünkü köşe yazısında "KHK'lerinizi Unutmadık - Unutturmayacağız" başlıklı yazısını kaleme aldı

KHK’LERİNİZİ UNUTMADIK- UNUTTURMAYACAĞIZ!

KESK’li ihraçlar olarak yaptıklarımızdan asla pişmanlık duymadık. Hayata, sendikalarımıza küsmedik. Kimselere yalvarmadık, dilenmedik, biat etmedik, ağaç kökü yemedik. Ne mi yaptık? Okumaya, yazmaya daha fazla zaman ayırdık. Partilerimize, derneklerimize daha çok emek vermeye çalıştık. Hayır hayır asla boş durmadık. İnşaatlarda çalıştık. Hayvancılık yaptık. Toprak haşır neşir olmayı, üretmeyi, ürettiğimizi pazarlamayı öğrendik. Hukuksuzluklarınızı, yolsuzluklarınızı, kayyumlarınızı, talan politikalarınızı daha rahat teşhir ettik. Seçimlerde alanlarda görev aldık. Halk buluşmaları gerçekleştirdik. Halkımızın gönlünde taht kurduk. Milletvekili, belediye başkanı, belediye meclisine üye olarak seçildik. İnsandık, insan olarak kalmayı gururla sürdürüyoruz. KHK’ler gidecek, biz kalacağız! Diyorduk. Türkiye halkları antidemokratik uygulamalarınızla birlikte sizleri ve KHK’lerinizi tarihin çöp sepetine atmaya, bizleri de görevlerimize iade etmeye hazırlanıyor.

7 yıl 8 ay 4 gün önce yani 29 Ekim 2016 tarihinde çıkarılan 675 sayılı OHAL KHK’siyle ihraç edildim.  Görevde olduğum süre içerisinde başarılı bir öğretmen, başarılı okul yöneticisi ve aynı zamanda çalıştığım her okulun barış ve başarı iklimine ciddi katkılarımın olduğunu da iddia ediyorum. Sendikal kimlik ve sendikal sorumluluklarım nedeniyle de eğitim emekçilerinin; ekonomik, özlük, demokratik, siyasal ve sosyal haklarını ve öğrencilerimizin eğitim ve yaşam hakkı mücadelesinin hem içerisinde, hem de merkezimde oldum. Bütün KESK ihraçların durumu nüans farkıyla aynısıdır.

Devletin her birimine siyasal iktidar eliyle cemaat ve tarikatların militan kadrolarının yerleştirildiğini görüyor ve bizler bu duruma itiraz ettikçe adli ve idari soruşturmalarla, sürgünlerle cezalandırılıyorduk. 29 Kasım 2016 tarihinde Adana-Aladağ’da bir cemaat yurdunda 11 çocuk olmak üzere toplamda 12 insanın kömürleşmiş bedenleri ailelerine teslim edilmişti. Bizler başka Aladağ’lar yaşanmasın diye, çocuklarımızın, öğrencilerimizin eğitim ve yaşam hakkına sahip çıktıkça ya gözaltına alınıyor ya da adli ve idari soruşturmalarla yıldırılmaya çalışılıyorduk. Onlar cemaat ve tarikatlarda ısrar ettikçe bizler ise kamusal, bilimsel, laik, parasız ve anadilinde eğitim hakkı mücadelesini yükseltmeye çalışıyorduk.

KESK ve Eğitim Sen olarak köy okullarının kapatılmasına, eğitim kurumlarında liyakatin değil mülakatın esas alınmasına itiraz ettikçe, bütün kamusal alanlar tarikatlara, cemaatlere teslim ediliyor, MEB teftiş birimi ise uyduruk gerekçelerle bizleri yıldırmak ve susturmak üzere disiplin cezalarıyla cezalandırıyorlardı. Bizleri yıldırmaları mümkün değildi. Çünkü haklıydık, doğru olanı yapıyorduk. Gücümüzü bilimden, Anayasa’dan evrensel hukuktan örgütlü yapımızdan, üyelerimizden, ailelerimizden alıyorduk. Her daim vicdani ve ahlaki sorumlulukla emek, barış, demokrasi, hak, hukuk ve adalet mücadelesi içerisinde yer almaya çalışıyorduk. Her zamanki gibi savaşa karşı barışı, ölümlere karşı yaşamı savunmaya da özen gösteriyorduk. Ayrıştırmaya, kin ve nefret söylemlerine karşı kardeşçe bir arada birlikte yaşamı savunuyorduk. Doğa ve hayvan katliamına karşı ekolojik yaşamı savunuyorduk. Biz KESK’liler insana, emeğe, öğrencilerimizin eğitim hakkına dair savunduğumuz her değere karşı sürekli cezalandırılanlar grubunda yani siyasal iktidarın ötekileri konumundaydık.

Cemaat ve tarikat müritlerinin 2002 tarihinde kurduğu ve iktidara taşımış olduğu AKP içerisinde çıkar ve rant çelişkisi ile birlikte iktidar kavgası 15 Temmuz 2016 tarihinde ki darbe girişimiyle başladı. Bu tiyatro oyunu 248 yurttaşımızın ölümüne, binlerce insanımızın yaralanması ve sakat kalmasına neden olmuştu. Bu darbe girişimi sonrası yenilen FETO cemaati, galip gelen ise AKP ile birlikte davranan diğer cemaat ve tarikatlar olmuştu.

20 Temmuz’da galip gelen kesim yani AKP, OHAL ilan etmişti. OHAL’li ve KHK’leri meşrulaştırmak, olası toplumsal tepkiyi kırmak için “OHAL’li kendimize karşı ilan ettik” dediler.  Ancak yayınlanan OHAL KHK’leriyle birlikte darbe girişiminin toplumsal muhalefeti bitirmeye dönük bir proje olduğunu gördük, yaşadık ve yaşıyoruz.

Bu darbe girişimi AKP için, dikensiz gül yaratma projesiydi. Televizyonlarımız, gazetelerimiz, dergilerimiz kapatıldı. Bu televizyon, gazete ve dergilere hayat veren spikerler, yazarlar, yorumcular tutuklandılar. Yetmedi kamuda AKP karanlığına karşı canhıraş mücadele edenler ihraç edildiler. Salya, sümük el, etek ve ayak öpenlerin, övgü ve methiye dizenler izlerini silmek için nasıl bin bir şekil değiştirdiklerini ve ikiyüzlülüklerini görüyor ve tanıklık ediyorduk.

Ülkemizde yıllardır hukuk rafa kaldırılmış, Anayasa çöpe atılmış, halkların iradesi yok sayılmış, cemaat ve tarikatlara alan açılmış, yoksul emekçi ailelerin çocukları, insan kaynağı olarak cemaat ve tarikatların emrine sunulmuştur. AKP, toplumsal gerilim, ayrıştırma, kutuplaştırma, şiddet, rant ve talan, yoksulluk ve sefaleti esas alan politikalarla ülkemizi uluslararası sermayenin zehir çöplüğü haline getirmiştir.

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrıcısı ve örgütleyicisi olduğu 10 Ekim “emek, barış, demokrasi mitingi” 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleştirilmek üzere ülkemizin dört bir yanında barışa ve demokrasiye ses olmak için on binlerin Ankara Gar Meydanında toplanmaya başlandığı, türkülerin, marşların söylendiği, halayların çekildiği bir anda an da ve dörder saniye arayla bedenlerini patlatan aşağılık IŞID üyesi çeteleri 104 yoldaşımızı, kardeşimizi, annemizi, babamızı, evladımızı gülen yüzlerimizi aramızdan aldılar. Yurttaşlarının mal ve can güvenliğinde sorumlu olan devlet ve siyasal iktidar bütün süreci izlemek, hafızalarımızdan silmek ve unutturmak üzere bir pratik sergilemiştir. Ne yazık ki barış güvercinlerimizin bedenlerini toprakta sırlarken, tutulan yas ve yapılan konuşmalarımız ihraç gerekçesi olarak karşımıza çıkmıştır. Bu utanmazlık, aymazlık ve arsızlık karşısında bir milim dahi geri adım atmadık ve asla da atmayacağız. Ant ve şart olsun ki bizlere katliamları, tutuklamaları, ihracı reva görenlerden mutlaka ama mutlaka hesabını soracağız.

Türkiye’nin dört bir yanında katil IŞID üyeleri tarafında patlatılan bombalarla insanlar ve insanlık ölürken, bilim insanlarımızın kaleme almış oldukları “Bu Suça ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atan Barış Akademisyenleri önce tehdit edildiler, sonrasında da OHAL KHK’leriyle de ihraç edildiler. Bu bildiriyi Anayasa Mahkemesi ifade hürriyeti kapsamında değerlendirmesine rağmen arkadaşlarımız siyasal iktidar da talimat alan 1. basamak idari mahkemeler tarafında dosyaları ret ediliyor ve göreve başlatılmıyor. Pir Sultan Abdal, “Bozuk düzende çağlam çark olmaz” der. Evet, AKP eliyle yargı siyasallaştırılmış, ahlaken ve vicdanen de kirletilmiştir. Siyasallaştırılmış, ahlaken ve vicdanen kirletilmiş bozuk bir yargı sisteminde adalet aranmaz, ancak bu yargı sistemiyle mücadele edilir.

OHAL KHK’lerine ve ihraçlarına ilişkin bu güne dek çok sayıda değerlendirmeler yapıldı, uluslararası arenada diplomasi faaliyetleri yürütüldü. KESK’e bağlı sendikalarımızın iş kolları dünya emek tarihinde eşi benzeri olmayan maddi, hukuki ve manevi bir dayanışma sergiledi ve hala sergilemeye devam ediyor ve bu dayanışma daha da büyüyerek devam edecektir.

Güzel günler göreceğiz çocuklar,

Motorları maviliklere süreceğiz,

Çocuklar inanın, inanın çocuklar,

Güzel günler göreceğiz güneşli günler…

Sevgi ile kalın.

Ahmet KARAGÖZ

Çankaya/ 03.07.2024