Cezaevleri toplumun kanayan yarasıdır
2021 yılının son ayında cezaevinden 6 ölüm olayı meydana geldi. Son yıllarda hasta tutukluların tedavi amaçlı, geçici dahi olsa da, serbest bırakılmamaları, tedavilerinin uygun ortamda yapılmasını izin verilmemesi nedeniyle zaten her yıl onlarca tutsak hayatını kaybediyordu. Ama 2021 yılının son ayında 6 kişinin kısa aralıklarla hayatlarını kaybetmesi bir gerçeği toplumun dikkatine sundu. Tutsaklar sahip oldukları hastalıklar da göz önüne alınarak açıktan açığa katlediliyorlardı. Sözde idam cezası yasalardan kaldırılmış fakat bu yolla aslında idam cezası uygulanıyordu.
Başta aileler, insan hakları örgütleri ve duyarlı siyasi partiler bu duruma dikkat çeken açıklamalar yaptılar. Duyarlılık gösterilmesini, destek sunulmasını, açıktan bir katletme demek olan bu ölümlerin durdurmasını istediler.
Şunu çok iyi bilmek gerekir ki bu haykırış, bu çığlık sadece tutsak yakınlarının çığlığı değildir. Toplum olarak bizler bu sesi duymadıkça egemen siyaset topluma karşı yürüttüğü haksız ve hukuksuz uygulamalarında cesaret alıyor. Toplum olarak bu sese destek vermedikçe, zindanlarda uygulanan bu politikalar çok geçmeden şehirlerimizde, mahallelerimizde ve evimizin içinde uygulanmaya başlandı. Son yıllarda bunun çokça örneği yaşandı.
Tecrit etme ve yalnızlaştırma politikası sadece cezaevlerinde uygulanmıyor. Bir bakın çevrenize insanlar arasına dağlar kadar büyük çitler örülüyor. İnsanlar bir araya gelemiyor. Sesini duyuramıyor. Devlet korkusu her yana yayılmış durumdadır. Ekonomik kıskaç, pahalılık, açlık ve geçim kaygısı insanı günlük yaşamın dar sınırlarına hapsetmiş durumdadır.
İşkence etme, hakları kısıtlama, konuşulan dili engelleme sadece cezaevinde yıllarca kalanlara uygulanan bir politika değildir. Yaşadığımız çevreye, işyerlerine, okullara bakalım bu politikayı her yerde görebiliriz. Bekçisi, polisi, güvenlikçisi her an bir yurttaşa saldıracak şekilde kendini maddi ve zihni düzeyde hazır tutmaktadır. Hak arayan muhalif insanlar, açıklama yapan kurumlar, erkek şiddetine maruz kalan kadınlar, Cadde ve meydanlarda, sokaklarda ve ev içinde bu saldırı, taciz ve işkencelere maruz kalmaktadırlar.
Haksızlık ve hukuksuzluk önce hapishanede başlar, ama sonra topluma yayılır. Sadece içerideki hasta tutuklu tedavisiz bırakılmıyor, dışarıdaki vatandaş da bu yanlış politikaların bir sonucu olarak bir türlü sağlığına kavuşamıyor. Adaletsizlik, hukuksuzluk, keyfi uygulamalar cezaevinde başlar ama çok geçmeden tüm adalet sistemine hakim olur. Bu sebeple kadın katilleri hep cezasız kalır, faili belli saldırılar “meçhul” olarak kalır. Cezasızlık alır başını gider. Adalet sarayları adaletsizliğin korkulu sarayları olarak şehrin tam da orta yerinde durur. Keyfilik, cezaevinde 30 yılını tamamlayan ve artık yasal olarak bırakılması gereken tutuklulara doğrudan uygulanır. Ama bu hukuksuzluk, bu keyfiyet tam da toplumun başında sallanan bir kılıç gibi durur.
Uygulanan bu zulüm politikası yeni değildir. Tarihten de biliyoruz bunu. Egemenler ne zaman ki toplumu bastırmak ve ona kendi çıkarlarına göre bir biçim vermek isteseler, önce zindan ya da cezaevleri inşa ederler. Politikalarını o dört duvar arasında uygulamaya başlarlar. 12 Eylül dönemi zindanları, hapishaneleri bu konuda bir laboratuvar gibidir.
Şimdi cezaevlerinde 25-30 yılını geçirenlerin hepsi yarım insan durumundadırlar. Sağlık sorunları had safhasındadır. Kimileri hala ölüm sınırında beklemekteler. Ve artık yasal olarak mahkemelerin verdiği cezalar normal infaz sürelerini de doldurmuşlar. Ama keyfi tutumlarla, saçma gerekçelerle bırakılmıyorlar. Var olan yarayı böylece deştikçe deşiyorlar. Ama tutuklular uygulanan bu hukuksuz politikalara karşı sabrederek, canını dişine takarak direnmeye devam ediyor. Ses çıkarıyor.
Toplum zindanlardan yükselen bu sese ses verdiği oranda, oradaki direnişi kendi direnişi olduğunu bildiği oranda kendi üzerine örülen baskı ve zulmü de geriletebilir. 12 Eylül zulmünü gerileten ve onu başarısız kılan zindandaki direnişlerin toplum tarafından sahiplenilmesi oldu.
Şimdi de toplum, zindanlardaki tecrit uygulamalarına, işkencelere ve keyfi uygulamalara karşı sesini yükseltmesi, yapılan bu insanlık dışı politikaları tüm dünyaya duyurması kendi insanca yaşam, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası gibi ele almalıdır.
Bu zulüm, bu haksızlık, bu sıradanlaşmış faşizm ancak bu yolla geriletile bilinir.
Evet Cezaevlerinde yaşananlar toplumun kanayan yarasıdır. Bu zindanın sahipleri egemenler toplumun yarasını kanırtmayı, bir yönetim ahlakı(veya ahlaksızlığı) gibi benimsemişlerdir. Toplum bu kanayan yarayı ancak kendi elleri ile tedavi edebilir.