Ekonomik kriz derinleştikçe siyasi yansımaları daha da artıyor. Tek adam rejimi hızla güç kaybediyor. Hazine ve maliyenin başındaki damat Albayrak’ın istifası ve Saray’dan ertesi gün “Affı kabul edilmiştir” açıklanması yapıldıktan sonra ekonomide, hukukta ve yargı reformlarının olacağı ilan edilerek güven yaratılmak istense de boşuna.
AKP, Hazine ve Maliye Bakanlığına ve öncesinden Merkez Bankasına atanan iki isimle bir iyimserlik havası yayma çabasına girildi. Oysa atanmış bakanların “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” diyerek söze başladıkları bir işleyiş var ve tek adam rejiminde hiçbir şeyin değişme olanağı bulunmuyor.
Adalet Bakanı Gül’ün yıllardır bu makamda bulunduğundan habersizmiş gibi yargıya ilişkin konuşması, yargıda reformdan söz etmesi, -ki bu esas onlar sermayeyi rahatlatmaya, yatırımcıya güven vermeye yönelikti- ve Kavala’nın dosyasının gündeme gelmesi birçok kesimde “Acaba yeni bir döneme mi giriyoruz” yönlü bir beklenti yarattı. Haksız hukuksuz yere hapis yatan on binlerce tutukludan bir iki sembol ismi serbest bırakarak “reform” yapmış olacaklar. Oysa İmamoğu’na Kanal İstanbul soruşturması, Tunç Soyer’e depremle ilgili konuşma sansürü geldi aynı günlerde. Bir yurttaş Erdoğan’ı eleştirdi diye tutuklandı. Dahası var; Kemal Kurkut davası tüm söylenenleri sıfırlamaya yeter. Göz göre göre kurşunlanarak öldürüldü bir genç. Ellerinde silahlarla peşindeydiler ve Kemal devrilip can verdi. Ve o göz göre göre öldürenler işte bu adalet naralarının atıldığı hukuk vaazlarının çekildiği zamanda beraat ettiler.
Hukuk ve yargı Saray’ın selameti ve saltanatın devamına hizmet için kullanılan bir olgu.
Diğer yanda Erdoğan IMF’siz bir IMF programı uygulayacağının müjdesini, “Acı reçete uygulamak zorunda kalsak da…” diyerek vermiş oldu. Yabancı yatırım çığırtkanı oldular. Dolayısıyla reformların kime yönelik olacağı, acı ilacın kime içirileceğini tahmin etmek zor değil.
Yağmalanmış hazinesiyle kısa süre içinde piyasaya 120 milyar dolar sürerek güya kura ayar vereceğini sananlar iflas ettiler. Hazine eksi 50 milyar dolarda. Dış borçlanmaya mahkum edilmiş, üretimi ithalata bağlanmış, tüm yurttaşları bankalara borçlanmış, işsizleri katlanmış, enflasyonu büyüyen, sefaleti devasa boyut kazanmış bir Türkiye’dir yönettikleri. Döviz-kur artıyor, ekonomik krizi aşıyormuş gibi görünmek için faizlerin arttırılması hamlesi de bu durumu değiştirmeye yetmeyecektir.
Yine pandemiden dolayı alındığı ilan edilen yeni yasakların da işçi ve emekçiler için sürü bağışıklığının devamı anlamına geldiğini, piyasanın ihtiyaçlarına göre kurgulandığı görüldü.
Gerçek şu ki, her bir gelişme emek ve halk düşmanı politikaların sergilenmesine neden oluyor. Diğer yandan her gelişme aynı zamanda AKP’yi zayıflatıyor, tükenişe zorluyor. MHP ise yedeklendiği durumu sürdürmek için çırpınıyor.
İşte bu süreçte bir organize suç örgütü lideri sahneye çıktı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bahçeli’ye yönelik eleştirilerine bir mafya lideri olarak organize suç örgütü kurmaktan, cinayetlerden ve daha birçok suçtan onlarca yıl ceza almış olan Çakıcı yanıt verdi. Hatırlanacağı gibi, Çakıcı cezaevindeyken Erdoğan’a hakaretten de yargılanmış ve iki ayrı davadan ceza almıştı. Ayrıca birkaç yıl önce MHP liderine de ağır hakaretlerde bulunmuş, Bahçeli’yi aşağılamıştı. Ancak Bahçeli sıkı bir Çakıcı destekçisi ve korucusu çıktı. Suçu ve suçluyu öven bir açıklama yapmaktan geri durmadı. Çakıcı’nın AKP ile MHP’nin el ele vermesiyle yapılan özel bir yasa düzenlemesi ile cezaevinden salıverilmesinde önemli rol oynayan Bahçeli bununla da kalmadı, Çakıcı için “O benim dava arkadaşım” diyerek kirli işlere bulaşmış birini koruyacağını, ezdirmeyeceğini beyan etmiş oldu. Bu tavrıyla aynı zamanda AKP’ye de “Çakıcı’ya dokunmayın!” demiş oldu.
Bahçeli organize suç örgütü lideri Çakıcı’ya sahip çıkarken, hemen her konuda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan suskun kaldı. Ne İçişleri Bakanı Soylu, ne Adalet Bakanı Gül ne AKP sözcüleri… Memleketin savcıları Erdoğan’a en ufak eleştiride bulunanları yaka paça göz altına aldırırken, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit ve iğrenç hakaret mektubu karşısında suskun kaldılar. Hiçbir savcı cesaret edip konuya ilişkin harekete geçmezken ancak CHP’nin şikayetinden sonra bir soruşturma başlatılabilmiştir.
Ancak CHP’nin bu gelişme karşısındaki tutumu da pek iç acıcı değil. Hem Kılıçdaroğlu’nun açıklaması hem de partili diğer yetkililerin açıklama ve tutumu böylesi vahim ve oldukça endişe verici bir gelişme karşısında yeterli değil. Olması gereken yerin yerinden oynamasıdır. Türkiye’nin çetelere, mafyaya, organize suç örgütü mensuplarına, ırkçı ve faşist güçlere, tarikatlara teslim edilmeyeceği, edilmemesi gerektiği açık ve net olarak ilan edilmeli ve Türkiye’nin tüm demokratik güçlerinin bu gelişme karşısında tutum almasını sağlayacak bir ortam yaratmalıydı.
Elbette bunu CHP yapmadan, yapamadan Türkiye’nin demokratik güçleri yapmalı ve yapabilirler. Zira AKP ve MHP koalisyonunun tüm uygulamalarını durduracak demokratik bir cepheye ihtiyaç var.
CHP’nin tavrı bu vahim gelişme karşısında demokratik bir hareketin gelişmesinde tayin edici önemdeyken bunun gereği yapılmadı, yapılmıyor.