Halkların Demokratik Partisi, yeri zamanı ve zemini doğru bir siyasal parti olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ondaki her değişim, her gelişme tüm toplumun, dost düşman herkesin gündemine anında düşüyor.
Halkların Demokratik Partisi, yeri zamanı ve zemini doğru bir siyasal parti olduğunu bir kez daha kanıtladı.Ondaki her değişim, her gelişme tüm toplumun, dost düşman herkesin gündemine anında düşüyor. Artık o andan itibaren her kesimin kendi dünyasından meseleyi ele alışı, değerlendirişi- dedikodusu dahil- meşguliyeti ömrünü doldurana kadar-eskitilene kadar sürüyor.
Nasıl olmasın ki? HDP kurulu düzenin, kurulu sisteminin ortasına bir bomba gibi, yepyeni bir kimlikle düşüverdi. Yepyeni bir kimlikti; çünkü tüm ezilenlerin dertlerini taleplerini yüklenerek gelmişti. “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını” kuru laf salatasının bir unsuru olarak sarf edenlere pabucu ters giydireceğini anında gösterdi. Barış müzakere maskesi takınan egemen zevatın yol haritasını boşa çıkardı. Egemen zevatın minderinde, parlamentoda, onları yendi.
Kürt’ten Türk’e, Laz’dan Çerkes’e, Pomak’tan Roman’a tüm ulusal kimliklerin; Müslümandan Alevi’ye, Hıristiyan’dan Yahudi’ye, ateiste kadar tüm inanç sahiplerinin partisi oldu. İşçiden, emekçiden, memurdan, esnaftan işsize her kesimden, her çizgiden kadınların; gençlerin, çocuklardan yaşlılara kadar toplumun büyük bir bölümünün umudu, programı, eylemli partisi oldu. Dünyanın ilerici toplum ve siyasi güçlerinin desteğine, hoşgörüsüne mazhar oldu. Modeliyle, çizgisi ve eylemiyle dünyanın ezilenlerine ilham kaynağı oldu. HDP’nin ayağı taşa değdiği her an tüm ezilenlerin yüreği titredi, düşmanlarına bedduası göklere yükseldi.
Şimdi de öyle oldu. HDP, 2015’ten bugüne iktidar ve yandaşlarının saldırısına uğradığında, her fırsatta yasaklandığında yine gündemde oldu. HDP ve 7 Haziran Zaferine ve onları yaratan mücadele güçlerine, kulvarlarına, örgütlü örgütsüz bütün toplumsal alana karşı savaş açan AKP iktidarı, devletin kolluk güçleri, HDP’yi yok etmek için bütün gücüyle yüklendikleri halde bir türlü hedefi vuramadılar. On milletvekili, 3 bin 500 üyesi tutuklu, yüzün üstünde belediye eş başkanı tutuklu ve belediyelere kayyum atanmış durumda. Eş başkanları rehin Figen Yüksekdağ’ın vekilliğini ve üyeliği bile düşürüldü ama HDP, halkların gönlündeki ve zihnindeki yerini koruduğunu her seferinde gösterdi.
Onlar hınçla, kinle ne yapacaklarını şaşırmışken, HDP iki buçuk yılı aşkın zamandır ateş altında yürüyüşünü sürdürüyor ve şimdi 3. Genel Kongresine hazırlanıyor. HDP’nin tutuklu Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş 3.Kongrede yeniden aday olmayacağını açıkladı, diye neredeyse zil takıp oynamaya başladılar.
Yüksekdağ’a “sırtını dayasın” diye zindan duvarları vermişlerdi ama o duvarları aşıp kendi mahkeme salonlarında onları yargılamıştı. Demirtaş’ı bir yılı aşkındır yargı karşısına çıkarmaktan bile korkuyorlardı. Demirtaş’ın aday olmaması demek, bir süre için de olsa ondan kurtulmak demekti! Neşeleri bundan. Bu yüzden iki gün boyunca uzman namlı kalem ve laf cambazlarını toplayıp tekel kurdukları kanallarda top çevirttiler. Onları başkaları takip etti; gazeteler, sosyal medya, köşe yazarları bol bol Demirtaş’sız HDP hallerini yazdı durdu. Demirtaş’ın aday olmamasının sorumluluğunu attıkları tarafların eleştirisini yaptılar. Velhasıl çokça tepki, akıl alıp akıl vermeler yığıldı HDP’nin önüne.
Bir gerçek çok iyi anlaşılır oldu; HDP tüm toplum için çok gereklidir; özgürlük, eşitlik, barış ve demokratik çözümü, emeğin ve kadınların haklarını, gençliğin geleceğini isteyen herkesin gözü hala HDP’nin üstünde. Ayrıca, Figen Yüksekdağ, bir Türk olarak Kürt halkının yüreğine ve kavgasına nasıl yerleştiyse, Demirtaş da bir Kürt olarak Batı’da özellikle bütün halkların, demokratik kamuoyunun, HDP’ye gönül veren milyonların gönlüne ve mücadelesine yerleşmişti. Figen Yüksekdağ’ın durumuna müdahale edememişlerdi ama Demirtaş’ın başlarında kalmasını istiyorlardı. Bu çok şiddetli bir talep olarak ortaya konuldu.
Dışarıda böyle bir cereyan eserken aynı zamanda kurumsal olarak HDP’nin içinden de büyük bir itiraz yükseldi. Özellikle Batı’da Parti ve Kadın Meclisleri Bölgesel Konferansları bunu açığa çıkardı, hatta itirazın kürsüleri oldu. HDP’nin içindeki itiraz ,asıl olarak Demirtaş’ın aday olmaması üzerinde yoğunlaştı ama tek itiraz buraya değildir.
HDP’de parti kurullarında kadın temsiliyeti büyük azalmaya uğramıştır. Oysa HDP’nin kadın gücü, erkek egemen düzenin parlamentosunda kadın oranını yükselten öncü güç, ilk kez Kadın Grubu kuran iradedir. Ama partide işler böyle gitmemeye başlamıştır. Partili kadınların Partide erkek egemenliğinin başını kaldırışına itirazı vardır. Bu tehlikeyle baş edilmesi gerekmektedir. Kadın Meclisleri yeterince kurulamamakta, kadınlar arasında özel çalışmalar yeterince örgütlenememektedir. “Kadın beyanı esastır” ilkesine inanmayan erkek aklı az değildir.
HDP, ezilenler cenahının bir parçası olan LGBTİ bireyleri, çevreleri yapısına çağırmış ve büyük karşılık almıştı. Ama zaman içinde bu kesim kendisine yeterince yer bulamadığını fark edip uzaklaşmaya başlamıştır. Ezilenin en ezileninden biri LGBTİ’ler olmadan olmaz, HDP eksik kalır. Müteddeyin taban ile LGBTİ kitlesini, Alevi kitleleri bir arada tutmayı başaracak bir HDP demokratik siyasetin rejime karşı kaldıracı olabilir. Keza emek hareketini yaşamı içinde de yükselen bir HDP’ye ihtiyaç çok elzem. Türkü Kürdü olduğu gibi Lazı Çerkesi,Roman’ı Boşnak’ı da bir araya getirecek bir HDP’ye ihtiyacı çok. Ama işin bu noktasında mesai tüketimi çok değil ne yazık ki.
HDP’deki itiraz rüzgarını anlamak isteyenlerin bu gerçekliklere de bakması gerekiyor. Demokratik bir kitle partisinde böyle büyük itirazlar, mücadele güçleri arasında böyle çatışmalar her zaman yaşanmaz. Ama o yaşandığında da bilinmelidir ki o partinin canlılığının, dinamizminin yüksekliğinin göstergesidir. Bundan hayırlı sonuçlara ulaşmak olanaklıdır. Yeter ki, çelişkinin çözümünde HDP’nin çoğulcu, yerinde yönetim, demokratik özerklik ilkelerine bağlı çözücü yeteneği konuşturulsun.
***
Şimdi de Demirtaş’ın aday olmamasına tepkilere gelelim. Önsel olarak öne sürülen itirazların, gerekçelerin çoğu doğru elbet, birçoğuna da katılıyorum. Şu dönem Demirtaş’ın Eş başkanlığı sürdürebilmesini çok önemli ve gerekli de buluyorum. Demirtaş, demoktratik siyasetin onur taşı olduğunu, zamanın ruhunu temsil ettiğini çoktan kanıtladı. Buna hiç kimsenin de itirazı yoktur. Tutsaklık büyük bir zorluk ama zalimi ve zulmü her gün suçüstü yargılama fırsatı da sunuyor. Keşke Figen Yüksekdağ’da da meseleye böyle yaklaşılabilseydi.
Ama bundan ötesi; sorunun tartışmalı bölümünün arka planında niyetler ve iktidar dalaşları aramak beyhude kanaatimce. Tartışmalı ve çelişkili durumların arkasındaki gerçeklik bu değil, başka sahalarda aranmalı. Türkiye sadece Türkiye değildir. Kimliği, dili, kültürü yok sayılan ve her fırsatta fiilen yok edilmeye çalışılan bir ülke parçası ve halk da var. Bu halkla “barış- çözüm” diye sadece gösteriş yapıldığı çoktan açığa çıktı. Son iki yıllık kanlı bilanço bunun sonucu. Savaş siyasetinin sorumluları ellerinden gelse bırakalım sınır içindekileri, sınırın dışındaki Rojava’yı, Güney’i de ezip geçeceklerini neredeyse her gün ilan ediyorlar. Suriye savaşına dalışlarına, Güney Kürdistan referandumuna müdahale edişlerine bakmak yeter de artar.
Hal böyleyken, Kürt halkının yaşadıklarından yola çıkarak, onun beklentilerini anlamaya çalışmak lazım en azından. Öncelikle Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Şırnak’ta yaşananların anlamı ve gidişat üzerindeki etkilerini düşünmek gerek. Gezi’de Kürtler gelmedi diyen ruh haliyl, Cizre bodrumlarında insanlar yakılırken Batı’dan ses çıkmamasının yarattığı ruh halini bir arada değerlendirmek gerek. Buralarda doğru ya da yanlış oluşan tepkileri, yürek yangınlarını, yargıları anlamadan, yerli yerine oturtmadan Demirtaş’ın liderliğinde buluşma isteği tam çözümlenemez.
HDP’nin misyonu Doğu ile Batı arasında köprü olmaktı, düzen kendisi bu köprüyü yıkmak için Batı’yı susturup Kürde karşı zulmü kuşandı. Nerede olursa olunsun doğal bir insanlık sınavıdır; zulmün sivri ucu nereye geliyorsa orada, bu sivri uçla deşilenin yanında olmak gerekir.
Şimdi şapkaları öne koyup düşünmeli; HDP’nin bir avuç öndeki kadrosu, eş başkanları ve vekillerinin büyük bölümü zulmün sivri ucuna karşı siper olmaya çalıştı, canla başla direndi. Ya geri kalanı neredeydi? Dahası Batı’nın, yani köprünün diğer yakasının emekçileri, gençleri, aydınları, kadınları neredeydi? Karadeniz’in Lazları, bu coğrafyanın Çerkesleri, cümle halklar neredeydi? Yıkım yerlerindeki halk da acıları içinde bu soruları soruyor. Demek oluyor ki, serinkanlı muhasebeler yapılırsa ortaklaşma tutumu daha kolay oluşturulabilir.
Bir başka açıdan da durum tam şu; bir halk kırılırken onun dışındakilere özgürlüğün kendisi bir tarafa, kırıntısı bile düşmez. Bugünkü yarılma görüntüsünün ana kaynağında bu gerçek yatıyor. O zaman onu değiştirmeye yönelmek gerek.
İşte Demirtaş şahsında- ki bu bile bir talihsizlik ama siyasi tarih içinde her savaşın bedelini, her zaman en öndekiler öder- ortaya çıkan toplumsal ve siyasal, hatta örgütsel yarılma görüntüsünün en güncel zemini burası. Orayı yalnız bırakan kollar, ayaklar, kafalar ve yürekler yerine, siyasi mücadelenin doğası gereği, Demirtaşlar bedel öder. Eğer talihsizliği ortadan kaldırmaya niyetli ve kararlı olanlar varsa, burada makul bir uzlaşma zemini yaratmaya çalışmalı, bunun gerektirdiği bedellere talip olmalılar.
***
Yarılma görüntüsünün tek boyutu yok. Batı ile Doğu’nun arasında olandan başka, bizzat Kürt toplumunun, Kürt özgürlük mücadele saflarının arasında da böyle bir durum var çoktandır. Bu gerçekte sınıfsal bir yarılmadır. Kürt özgürlük Hareketi ile Kürt yoksulları özyönetim direnişlerinin tarafında iken Kürt orta sınıfları, aydınları, emekçilerin büyük bölümleri seyirci halde kaldılar. Sonuçta özyönetim direnişleri ulusun bütünün direnişi olmadı -bugünkü konjonktürde olamayacağı da anlaşılmıştır-. Kürt burjuvazisi, sınıfsal doğası gereği, esasen kendi “olumlu eylemi” nin şemsiyesi altına girerek, rejim ve düzenle savaşında Kürt yoksullarını ve devrimci ulusal hareketi yalnız bırakmıştır. Burada açığa çıkan nesnel gerçeği bilince çıkarmak gerek: Ulusal başkaldırı ile başlayan süreç yeni bir evreye çoktan ulaşmıştır. Bu aslında birinci Cizre direnişinde olmasa bile Sur direnişinde anlaşılır hale gelmişti. Bu yeni evrenin sorunları gibi tabanı da aynı değildir. O halde olumsuzlukların tek sorumluluğu demokratik siyasetin, tek bir parti ve liderlerine ait olamayacağı açıktır. Bu yeni evrenin niteliğine göre, şimdi her zamankinden daha fazla demokratik siyasetin, birleşik çatısı ve birleşik yolu daha dikkatle örülebilmeli.
Rejimin ve sistemin hesapları, yönelimi ortadayken Türkiyelileşme hedefinin önemi de anlaşılır olmalı. Diğer mücadele alanlarının başka başka hedefler etrafında kuruluşu gibi, demokratik siyasetin de kendine özgü, Kürt halkının olduğu gibi Batı’nın emekçi ve ezilenlerini, sorun ve talepleriyle kucaklayacak bir kuruluş çizgisinin koruması elzemdir.
HDP’nin 3. Genel Kongresi ve Demirtaş’ın liderlik konumunu bu gerçekler ışığında bir kez daha görmek ve yeniden değerlendirmek gerek. Yeni bir gözden geçirme boşa değil, aksine halkların, inançların, cinsiyetlerin yaşamında özgür eşit ve adaletli bir çözümün, emeğin yörüngesinde bir geleceğin ileri bir adımı olabilir.
Not: Ben bunları yazarken Hasip Kaplan meselesi gündemde değildi. Durum daha iyi açığa çıktı ki, kör döğüşü gibi ağır ithamlarla yürümek ancak mücadele saflarına zarar verir, düşmanlarını ise sevindirir. Sükunetle meseleleri ele almak en iyisi.