Mukaddes Erdoğdu Çelik Bugün bir darbenin 20. yıldönümü; 28 Şubat.
Mukaddes Erdoğdu ÇelikBugün bir darbenin 20. yıldönümü; 28 Şubat. Neredeyse takvimde gün kalmayacak! 27 Mayıs’ın adını bile sildiler ama 12 Mart, 12 Eylül den bu yana darbelerin periyotları da, kapitalizmin krizleri gibi sıklaştı; darbeler darbeleri izledi; bazıları gün yüzüne çıkamayan planlar halinde kaldı, bazıları teşebbüsler olarak kayıtlara geçti.
28 Şubat 1997 günü, askerin sivilleri haşlayıp, yerinden ettiği gün. Bugün hapishaneler merkezi olan Sincan’da tanklar yürümüştü. Orada bir gece düzenlenmiş; Küdüs İslam mücahitlerince kurtarılıyor piyesi sergilenmişti. Ana akım medya bugünkü gibi savaş değil, salt laiklik savaşının cengaveriydi, öyle programlar yapıyordu. Üniversitelerde, başörtülü öğrenci kadınları ikna odaları harıl harıl çalışıyordu. 3 Kasım 1996’ da bir kamyonun çarptığı, 91’den beri beş yıldır süren kirli ve kanlı devlet savaşının Susurluk çetesi düzenin elinde bir bomba gibi patlamış, bakanlar istifa etmiş, toplumdaki bütün hoşnutsuzluğun ortaya dökülmesine yol açmıştı. Sokaklar bu yüzden hareket halindeydi; geceleri ışıklar söndürülüyordu.
Ortaya çıkan toplumsal muhalefet rüzgarını peşine takacak güçler harekete geçmekte gecikmediler. İşte bu sağ gösterip sol vuran darbe geldi. Şeklen farklılıkları nedeniyle ona postmodern darbe denildi. Darbenin baş koordinatörü olduğu iddia edilen Çevik Bir Paşa’nın 1000(yazıyla; bin) yıl(!) sürecek dediği gün. Tabii o kadar sürmedi ama zamanın başbakanı adı “adil düzen”, kendi siyasal İslamcı düzen olacak olan geçişin “kanlı mı kansız mı olacağı” tartışması yürüten lideri Erbakan’ın önüne darbe hükümeti programı koydular. Sonra da hepten tasfiye ettiler.
Darbeye gerekçe yapılan siyasal İslamcı örgütlenmenin Meclise, hükümete kadar yükselmesiydi, fakat nasıl bir operasyonduysa bu darbe, beş yıl sonra siyasal İslam tek başına hükümet olacaktı. Ama bu kez Erbakan kliğinin aksine ‘neoliberalizm’ ve ‘yenidünyadüzeni’yle kucaklaşan ve bizzat bu merkezlerin içerden dışardan, açık gizli organizasyonlarıyla İslamcılığın “ılımlı” adını taktıkları yeni bir versiyonu olarak AKP iktidara gelmişti. Tarihin ironisine bakın ki, darbenin 20. Yıldönümünde, o gün mağdur olduk diye ağlaşanlar takımı bu. O gün bugün iktidarlar. O günlerde uluslararası pazarlamanın başını tutan Fetullah Gülen, cemaatiyle birlikte bu iktidarın baş ortağıydı. Sonunda o da bu iktidara karşı darbe girişiminde bulunacaktı. Arada Ergenekoncu darbe hazırlıklarını, bizzat zamanın genelkurmay başkanının e-posta muhtırası yayınladığı 27 Nisanı dahil edersek sayısız iç darbelerle nihayet dış savaşlara açılan bir memleket haline geldi Türkiye.
28 Şubat ana konumuz olduğu için onun üzerinde biraz daha duralım. Yukarıda televizyon yayınlarından ve üniversite söz etmiştim. Bunlara bir de Meclisteki gösterileri eklemeliyim. Diğerlerini bir tarafa bıraksak bile, bu üçü tamı tamına kadın cinsi üzerinden yürütüldü. Müslüman kadınların(her renkten, inançtan; her kesimden) eğitimde- daha genel olarak kamusal hayatta başörtü yasağına karşı mücadelesi, Refah Partisi’nin hükümete gelmesiyle birlikte hız kazanmış, üniversiteler önünde sokak gösterilerine ulaşmıştı. Üniversitelerde kurulan ikna odaları bu basıncı göğüsleme çabasıydı. Kadın ağırlıklı gösterilere polis kuvvetiyle müdahale ve tutuklamalar, idamla yargılamalar oldu. Başörtülü öğrenci kadınlar bedeller ödedi. Egemenler tayfası kız çocuklarını yurtdışı eğitimlerine, burslu okullara gönderirken başörtülü yoksul kadınlar ise eğitim haklarını kullanamadılar.
İkincisi; şeriatçı meczuplar diye anılan kişilerin cinsel ilişkilerine televizyonların iliştirildiği ev baskınları yapıldı, balyozla kapılar kırıldı. Sakallı, yarı çıplak erkek bedenleri teşhir edildi. Burada bulunduğu öne sürülen türbanlı bir kadın(F. Ş.) gecelerce ana akım medyanın komuta merkezini işgal eden Kanal D’de konuşturuldu, şeriatçının başörtülüye cinsel istismarının simgesi yapıldı.
Üçüncü örnek, Refah Partisi’nden Merve Kavakçı’nın milletvekili seçilmesi oldu. TBMM’deki yemin töreninde başörtülü bir milletvekili istemeyen kesim Kavakçı’ya hücum etti, küfür ve hakaretler yağdırdı. RP yöneticilerinin aklı karışırken ona, bugün FETÖ’cülükten idam hükümlüsü yapılan Nazlı Ilıcak sahip çıkmıştı. Ilıcak hapiste, Merve Kavakçı ve kız kardeşi ise bugün AKP’nin ağır molla hanımları olarak geziyorlar.
Aynı Meclis aynı aktörler 6 yıl önce de bir cümlelik Kürtçe sözü için daha da şiddetli saldırmıştı. Tez zamanda Leyla Zana’yı hapse gönderen saldırganlık, bir sonraki adımda, 28 Şubat darbesi olarak dönmüştü. Bugün aynı Meclis’te tek kadın grubunun üyesi kadınlar ise tutuklu; tecritte ve vekillikleri de hukuksuzca düşürülmeye devam ediyor. İlginçtir, Leyla Zana’nın vekilliğini bu kez de “devamsızlık” çengeline takıp düşürdüler. Dokunulmazlıkları kaldırırken HDP’yi hedefe koyacaklarını hep beraber kararlaştırmışlardı zaten.
Bilinen hiçbir hukukla ifade edilemeyen iktidar, “benim başörtülü bacımı mağdur ettiler” edebiyatıyla, gerçekten özgürlük isteyen Müslüman kadınların mücadelesini istismar ettiği gibi, son üç yıldır kadın hareketinin bin bir bedelle elde ettiği hemen tüm kazanımları gasp etti. En çokta başörtülü kadınları hem ev içinde ve ev dışında güvencesiz kıldılar, her yerde ucuz işgücü haline getirip, en büyük mağduriyetlere uğratıyor. Nasıl evlenecek, nasıl doğum yapacak, kaç çocuk yapacak, nerede gülüp nerede susacak; her şeye iktidar karar vermeye muktedir sayıyor ve kadın kimliğini yeniden aileye hapsediyor. Neredeyse kitlesel hal alan kadın cinayetlerine karşın iktidar, yargı katilleri ise büyük özenle korumaya devam ediyor. Bugünkü iktidar altında sadece ırkçılık, toplumsal gericilik değil, cinsiyetçi erkek egemenliği de hem de şiddet araçlarıyla saltanat sürüyor.
Çocuk istismarı evlerden, işyerlerinden taştı, şeriat yurtlarında yuva yaptı. O yetmedi yoksul halkın dini inançlarının istismarıyla toplandığı yurt ucubelerinde toplu toplu yangınlarda can teslim ettirildi. Afrin’de savaş sürdüren iktidar, bugün savaşa yandaşlıkta kadınları ve çocukları kullanmaya başladı. 7 yaşında kız çocuğuyla miting kürsüsünde görünüyor ve “inşallah şehit olursa da bayrağını üstüne örtecekler” diyebiliyor. Neyse ki hemen ertesi gün gazeteciler, Hitler’in aynı pozunu açığa çıkarıp yayınladı da bizi açıklamadan kurtardı. Asıl mesajın; artık savaşı çocuklar da, kadınlar da birer asker gibi sürdürecekler, manasında toplandığını açıklamakla yetineceğim.
Dünyanın, Ortadoğu’nun, Türkiye’nin son yıllarda en radikal mücadele dinamiği olan kadın hareketini onlar da fark ettiler. O yüzden saldırının sivri ucu kadınlara yönelik olmaya devam ediyor, iktidar politikaları kadını merkeze koyarak topluma yayılan bir çizgi izliyor.
Nasıl ki, 12 Eylül acılarını istismar ederek referanduma gitti, iktidarını sağlamlaştırdı; aynı şekilde 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” sayıp önüne kim ne engel olarak çıktıysa, çıkmak potansiyeli taşıyorsa, tam bir darbe halini yürürlüğe koydu. Adı OHAL, aracı KHK ile 28 Şubat ne ki, 12 Eylül’ü bile geride bırakan bir iç ve dış savaş hali; işkence, tecrit, cezaevleri zulmü ile 12 Eylül politikalarını sürdürüyor. İnsan hakları namına bir şeyin kalmadığı yerde insanın insanca yaşama hakkının yok olacağı açık değil mi?
Öyle olduğu yaşanan ağır hak ihlali skalalarında bulunabilir durumda. 28 Şubat mağdurları, o günkü laik- dinci kutuplaşmasını bugün zirveye çıkardılar. Politikada dincilere karşı ayrımcılığı bugün Kürtlere karşı ırkçılığı, aydınlara karşı vatan hainliğini ekliyor, barış isteyenlere savaşı, demokratlara karşı hak gasplarını, tüm topluma tek adam faşizmini dayatıyor. Yani kurulduğundan beri, hiçbiri gündemden kalkmayan fay hatlarına biraz daha ekleyerek tam bir patlamaya hazır bomba imal ettiler.
Niye? İyice yıprandığı, toplumun büyük çoğunluğunun değişen gerekçelerle ama nefretini kazandığı belliyken iktidarda kalmak… Fay hatlarıyla bölünmüş, çözülmemiş temel çelişkilerin kıskacındaki toplumu barış yerine diken üstünde tutarak, güvensizlik duygusuna yuvarlayarak savaşa sürüklemek; o sayede iktidarda kalmak! Soygun yolsuzlukla birileri trilyonları vuruyor, savaş sanayi akrabaları doyuruyor, halkları kırıyor bugünkü başbakan hala çıkmış; siz milletten mi yanasınız yoksa onlardan mı, diyor.
28 Şubat istismarcılığının geldiği yer burası işte. İlginç bir örnek daha var, onu da verip bu bahsi kapatayım.
28 Şubat mağdurluk istismarı yapanlardan biri de emlak kraliçeliği ve özel çete sahibi olduğu kanıtlarıyla yazılan Çiller’di. Soygunun talanın ve kirlenmenin hükümet dönemiydi onun başbakanlığı. Askerle ne kadar Kendisi 90’ların kanlı döneminin başbakanıydı, o kanlı savaş dönemi politik İslamı beslemiş ve Ergenekon, Susurluk gibi çeteleri beslemiş, askeri darbeye alan açmıştı. Çiller ve ekibi bugün de savaşın ve iktidarın yanında, has nöbetçilerden. Dönemin İçişleri Bakanı ise Meral Akşener; generalin biri, yanına gelirse onu yağlı kazığa oturtacağını söylemişti, o da “mağdur”du 28 Şubattan. Erkek egemen general bir kadın bakana “yağlı kazığı” uygun buluyordu ve başka şeylerin yanında bir erkeğin bir kadına kanlı şiddetli cinsel saldırısıydı. Ama Akşener, aradan geçen zamana rağmen hala kanlı pratiğini, devlet bekası için zorunluydu diye savunuyordu, ki o kanlı dönem en çok kadının işkencede, evde sokakta devlet görevlilerinin cinsel saldırısına uğramıştı. AİHM’ e giden davalarda kadınlar tecavüz suçunu yargılatmıştı. Hatta 28 Şubat öncesinde itibaren işkenceli sorgularda bulunan bir grup sosyalist kadından biriydim. Hemen ilk gününde içimizden iki kadın o tecavüzlere uğramıştı. Bunlar Akşener’in düşüneceği şeyler değildi. O kendi işkence halinin bile muhtemelen siyasetten saymıştır. Şimdi o da Afrin savaşından yana, Kürt sorunun çözümünü ağzına almıyor- yani bütün darbelerin paradigması sorunların ve güçlerin yanında dururken- en yaman demokrasi savunucusu nutuklarıyla iktidara kaşı muhaliflik yarışında!
Sözü ağzımdan kaptı – tv de konuşuyor şu an- başkan babanın yardımcısı; yargılanmakta olan 28 Şubatçılar en ağır cezalara çarptıracaklarmış! Fazla gittiğini anladı herhalde, aynı meşrepten olduklarını hatırladı birden ve ceza indirimine gitti: ama kinle, nefretle değil, adaletle, hakları olan cezaları alacaklar! El hak, uzun süredir ceza ve ödülleri hükümet dağıttığı için bunda şaşılacak bir şey yok. Hükümet hak diyor, mahkemeler tak yapıyor! Asıl sorun bu açıklamaya niye gerek duyduğu. 28 Şubatın 20 yılındayız ve hala ortada bir cezalı yok! E, nereye gider onca mağduriyet! Tabii ki teferruat sayılır; velev ki onlar da “milli ittifakta” olsunlar! Hem zaten çoktan salıverilmişti bu muhterem darbeciler! 28 Şubatın kurtarıcısı, siyasetin duayeni Demirel’e ne güzel merasim düzenlemişti ama; devlet töreni! Bakarsın, bunların bazılarına da gerekebilir.
Güne olmasa bile her aya bir darbe düşen memleketin halinden ne çıkar? Ne çıkacak! Anlattıklarımız çıkan sonuçların bin de biri. İçerde ve dışarda savaş siyaseti, iyi güzel, yararlı ve gerekli her şeyi kurutup yok eder, Pandora’nın kutusundaki(bu da kadın cinsine iftira ya, rast geldi yerine koydum) umudu bırakıp kötülükleri yayar. Mesela dün iki HDP milletvekilinin vekilliği düşürüldü, Selma Irmak’ın 10 yıllık cezası onaylandı. Berkin Elvan davasında hala açık ve net sanık bulunamadı. Ve Aladağ yurt yangının sorumluları ceza almadı. Dava sil baştan. Afrin’de vaziyet berkemal; sivil “teröristler” hayata veda etmeye devam ediyor, şehit kervanları kurmayı sürdürüyor devlet ricali. Seçim-geçim desen o biçim…
Bu ülkenin halkları bunu çok gördü, çok geçirdi; görünen o ki daha da geçireceğiz. Zemheri ayındayız. Zemheriden sonrası bahardır. Doğa ile uyumlu özgürlük, adalet, eşitlik, demokrasi ve barış arayan herkes gibi bizim halklara da zemherinin sonu gelecektir. Zaten kadınların baharı 8 Mart kapıda. Sonra Kürtlerin baharı Newroz var. Alevilerin kıyımlarla mücadele baharları var, işçilerin Mayıs baharı var… Baharlar bitmez yani. Demek ki umut, tarihin akışını biliyor; hep dimdik ayakta!