ÜÇ YIL… Sizleri, o 1 Mayıs sabahındaki gülüş kadar, o gülüşün sahibi gibi özlüyorum.   Tek başına bir anlamı yok değil mi üç yıl demenin… Önüne arkasına geleceklerle tanımlanıp anlam kazanacak elbet.

ÜÇ YIL…

Sizleri, o 1 Mayıs sabahındaki gülüş kadar, o gülüşün sahibi gibi özlüyorum.

 

Tek başına bir anlamı yok değil mi üç yıl demenin…

Önüne arkasına geleceklerle tanımlanıp anlam kazanacak elbet. Bir tarihin belki tümünü ifade eder, belki bir başlangıçtan itibaren geçen zamanı ifade eder. Belki gelecek zaman dilimini anlatmak için söylenir… Söylenir de de söylenir; pek çok durumu anlatabilir de üç yıl sözcükleri.

Fakat bazen ne anlatsa da işaret ettiği durumun bir türlü tam tarif edemez. Yani sadece bir zaman dilimi değildir. Sadece bir olayı işarete etmez. Bazen nefesi yetmez her türlü açıklamanın bu üç yılı açıklamaya. Örneğimiz de olduğu gibi…

Üç yıl evet; tam üç yıl önce kirli bir rejim altında insanlığa karşı büyük bir suç işlendi. Bir bomba patladı, içi bilyelerle dolu. Bilmiyorum, görmedim nasıl bir şey olduğunu. Benim bildiğim bilye; Berkin’in cebindekinden, çocuk oyunlarının en güzel en heyecanlı, belki de çocuk kalplerini en hırslı anlara gark eden, rengahenk camlardan. Onlar da zaten Berkin’le birlikte toprağına gitti. Koyun koyunalar çoktandır. En çok annesi gider başına ağlar. Belki yüzbinlerce insan da öyle yaptı bu güne kadar.

Ama bu bilye başka bilye ve evet ben onu bilmiyorum. Çünkü bana hiç değmedi. Demirden bilye bunlar, bedenine girenler biliyor. Burgu burgu girdiği noktadan bedenleri oyan… En çok da bedenlere girip de onları bu dünyayı terk etmeye zorladıkları anladı ne olduklarını… Kim bilir, belki bir an olsun hissettiler o demir parçacıklarını, Hiroşimalı çocuklara değen atom çekirdekleri kadar yakıcı ve vurucu olduğunu bildiler. Fitilini ateşleyen kirli eli, bedeniyle paramparça eden bilyeleri tanıdılar…

O bana değmeyen demir bilyeler üç yıl önce yüzlerce genç bedene değdi. 33’ünü aldı götürdü bizden. İki yüzünün bedenlerinde iyileşmez yaralar bıraktı. Gençlere yoldaş olan genç yüreklileri de öyle ya götürdü ya geçmez yaralar açtı. Bitmez tükenmez acılar bıraktı.

Üç yıl dediğimiz zaman dilimi, en önce bu halle tanımlayabilir. Bir daha güneşe gözünü açamayacak insanlar, anne diyemeyecek diller, sana geliyorum çocuk diye koşamayacak yürekler demek. Onları uğurlayıp geri gelmelerini bekleyenlerin bitimsiz hasretinin üç yıllık dilimi, üç yıl…

Bir katliamın üzerinden geçen zaman bu üç yıl. Öte geçede onları bekleyen çocukların hasretliğinin zaman ölçüsü üç yıl. Üç koca yıl beklenenler ama gelemeyenler üç yıl. Oyuncakların, parkların ve kitapların öksüz kalışının zamanı üç yıl.

Kobane’nin insanlık düşünü, o düşe yoldaş olmak isteyenlerin yok edilmeye kasten teşebbüs edilişinin adı; üç yıl. O düşün bu topraklara taşınmasına kast edilmesinin, kardeşlik, eşitlik, ortaklık düşlerinin bir bombalı kirli bedenle havalara uçurulması. Ekinin eker geliriz… dizelerini yarım bırakma gaddarlığının üç yılı…Vicdan, insaf, adalet, sevgi, dayanışma ve daha nice insani değerin bombalanmasının üçüncü yılı.

Elbet tek değil ama bir katliamlar silsilesinin, vahşet bodrumlarına gidecek savaş çizgisinin kilometre taşının üzerinden geçen üç yıl.

Suruç’lu kadın bilgenin bildiği gibi; kıyıcılığın dönüp yine vuracağı yerin acıya gark edilişi. Üç yıldır bu coğrafya insanları her yerden, her türden, her tondan o demir bilyelerin delik deşik yolunu açtığı ölümleri, acıları yaşıyor. 33 düş yolcusunun bedenlerini siper ettiği katliamlar serisi dur durak bilmiyor.

Yine kıyılıyoruz, yine toplu toplu zindanlara dolduruluyoruz, aleni işkencelere, kayıplara uğratılıyoruz. Tepi topu bir “tek adam diktatörlüğü” marazına sardırılıyoruz. Yoksulluğun ve işsizliğin girdabına itiliyoruz. Toplu toplu kıyımların hesapsızlığı, OHAL’li, KHK’lı cehennem ateşinde tutuluyoruz.

Üç yılın bilançosuna daha çok şey girer. Zalimin hedeflediği ve yaptığı onca zulmün örtemediği ne büyük zenginlikleri var insanlığın… Daha nice demir bilyenin onları yok edemediğinin de kanıtı üç yıl.

Vicdan: “Keşke yine bizi öldürseydiniz. Onlar bizim misafirimizdi. Şimdi biz onların annelerine ne diyeceğiz?” diyen sesi öldürebilir misiniz? Zamanın başbakanının “Kobane düştü düşecek” diyen vicdansızlığını düşünün bir de. Topunuz bir araya gelseniz, kirli kara vicdanlarınızı sıksanız bu vicdanın bir gramını bile çıkaramazsınız. Bu da sizin hayat dediğinizin ne kadar boş olduğunun kanıtıdır.

Adalet: üç yıldır, katilleri, katilleri örgütleyen yetkili ve etkili devlet adamlarını yargının semtine bile uğratmadılar. Üç yıl oldu katliamın suçluları serbest, katliamdan kıl payı kurtulanlar yine tutsak zindanlarda. Adaletsizliği ülkenin temel özelliği haline getirdiler. Yerlerde sürünüyor bu ülke dünya nezdinde. Oysa 33 düş yolcusu ölümleriyle, arkada bıraktıklarıyla adaletin yüce doruklarını temsil ediyor, hem de tüm dünyanın bilincinde. Önünde sonunda yenilecekler, adaletsizler olacaktır.

Kardeşlik: Muktedir zalim Kürt ile Türk, Ermeni, Laz, Çerkes bu topraklarda kardeş olmasın istedi, Ortadoğu’nun Kürdü, Arabı boğazlaşmaya devam etsin dedi, o demir bilyeleri bir yeleğe yükleyip gönderdiğinde. Bu üç yıl kudurtulmuş ırkçılık eşliğinde sürdürdüğü kirli savaşa karşın, düzmece seçiminde bile Kürde dostluğu engelleyemediler. Türkün Laz’ın Çerkez’in size karşı bilinçli oy kullanmasıyla, dayanışmasıyla göstermelik Meclis’te de karşılarında ezilenlerin partisi, dimdik.

Dedim ya üç yıla daha çok şey sığar, üç yılın anlamı ve önemi sayısal değil.

Ama bir şeyimizi eksilttiniz çok; sevdiklerimizi… Şimdi ben de zalimin zulmünden, Suruç’taki kanlı katliamdan ve bağlı bir dizi şeyden söz etmek istemezdim. Onlar üzerine, acılara diş geçirip susturarak yazmak ise hiç istemezdim.

Ne mi yapmak isterdim?

Kadıköy İlçe’de, “Yoldaş, şunu…” diyerek yaklaşsaydı güzeller güzeli Ece… “Sen yine beni çıkaramadın” diye, sitem etseydi Polen. Dipsiz sohbetlere dalsaydık seninle Büşra… Sorularımı sessiz gülücüklerle geçiştirseydin Çağdaş. Ve daha nicenizle neler neler yapsaydık… Bir de sizler için taziye çadırları kurmasaydı arkada bıraktığınız genç yoldaşlarınız…

Bir daha yaşamak için, neler vermezdim ki, dediğimiz anlar, insanlar vardır. İşte o anları o insanlarla yaşamayı isteriz yeniden, yeniden… Ne ki, şuncağız yol İznik, bir koşu gidip gelseydik yine… Haydi toplanın sizi Mudanya’ya götürüyorum deseydi yeniden baba. Haydi sırtınızı Ada’ya verin sizi bir fotoğraflayayım deseydi Nartan… Oğlum beni artist mi yapacaksın, yeter artık çekme fotoğrafımı deseydi Ferdane… Ağız dolusu gülseydi Nartan… Sonra fotoğraflardan kurduğun sergileri birlikte gezseydik. Sinem yine bize buzlu limonatalar yapsaydı… Ferdane ile kadın düşlerini bir birgerçekleştirseydik… Bu sene liseli arkadaşların gelmişti Nartan. Seni ne çok seviyor ne çok özlüyorlar bilsen. Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…Aşk olsun sana Ferdane, bunca güzel duyguyu nasıl da yaratmışsın gitmeden…

Sizleri, o 1 Mayıs sabahındaki gülüş kadar, o gülüşün sahibi gibi özlüyorum.

Bütün bunları aldınız bizden ey zalimler… Bir de Şengül’ü kopardı zulmünüzün yaraladığı yüreği.

Ellerimiz ve ellerim yakanızda…