Mukaddes Erdoğdu Çelik
UYAN SUNAM UYAN…“uyan sunam uyan/ derin uykudan”- Ariya Rengin-
Bu yazıyı Nartan’ın doğum günü için yazacaktım. 33 düş yolcusundan biri Nartan. Bilgisayarı o nedenle açmıştım. Ama televizyon haberi daha erken düştü ekrana.
Hayat ne garip ve ne acımasız…
Üçüncü yılına süren bir katliamın acıları bitmiyor, sanki daha da artmak için yarışıyor hayatla.
Suruç katliamından söz ediyorum; üçüncü yılında katliam. Ben Nartan diyecekken, o sabah sabah Polen’in ailesine yeni vurgunlarla döndü.
Hayat sen ne acımazsızsın, nasıl da adaletsiz! İçim yanıyor ama en çok öfkeliyim, aslında isyandayım!
Şennur Ünlü; o güzel gözlü, gülen yüzlü Polen’in uzun boylu, güçlü elli annesi; bu sabah, bir kalp kriziyle aramızdan ayrılmış!
Suruç’ta bir değil, iki değil tam 33’ünü birden elimizden aldıkları güzeller güzeli gencecik kadınlardan biri olan Polen, şimdi de annesi kayıp gitti elimizden. Oysa onları ayrılmaz ikili üçlüler olarak ayrı topraklara verilişlerinin üçüncü yılındayız daha.
– Şu an bir türkü yankılanıyor kulaklarımda; “uyan sunam uyan/ derin uykudan” Ariya Rengin-. Hepsinin uyanmasını istiyor kalbim!
Yüreğim yangın yeri Şennur… Öyle demişti ya Ergül; yirmi beş yaşında tek çocuğu, oğlu Erkut’u toprağa vermek zorunda kaldığında…
Ne çok yitik sahibi oldu bu yürek, ne çok ölüm gördü bu gözler; ne çok yoldaşı yuyup yıkadı bu eller… Yeter artık desem, bir faydası olur mu?
Uyan sunam uyan/ derin uykudan...
Sevgili Şennur…
Nasıl bir acı yakaladı seni kalbinden de alıp gitti? 33 toprak yığını arasında dolaşırken sevenler şimdi seni de ekleyecekler dolaşmalarına; mecburen… Polen hisseder mi senin de yanına geldiğini. Kollarınla saracağını, eskisi gibi “koca kızı” bir daha kucaklayacağını aklına getirir miydi? Biliyorum, ne çok özlediğini, “o koca kızı”, ah bir bulsan hiç kucağından indirmeyeceğini biliyorum. Buldun canım Polen’ini. Ne yazık ki o sana değil sen ona giderek; geride oğlunu, eşini ve küçücük kızını, hepimizi öksüz bırakarak…
Şennur için fazla anaç bulunabilecek bu satırları yazmam hiç boşuna değil. O gerçekten de bu toplumun “eli işten çıkmayan, çocuğunun omuzundan kolu eksik olmayan” ana kadınlarındandı, hiç olmazsa ben onu öyle tanıdım. İki büyük çocuğunun kalabalık halinde evini doldurduğunu, masaya nasıl olup da yirmi kişi birden sığıştıklarını, azıcık yemeklerin nasıl olup çoğaldığını anlatırken dinledim onu. Polen’den sonra, ziyaretine gelen arkadaşlarını nasıl sarıp sarmaladığına, Polen gibi öpüp kokladığına tanık oldum. Uzağa taşınmış evinde bir başına yaşarken Polen’i yitirince bütün yitik sahipleriyle yeni bir ruh, bir direniş ruhu kuşandığını gördüm. 33 düş yolcusunun düşlerine bomba atanlardan hesap sormak, adalet aramak söz konusuydu artık onun için de.
Şennur bu yeni kavganın neferi olmaya böyle başladı. Suruç şehitlerinin fotoğraflarını kucaklarına alıp eylem yeri nereyse oraya koştu durdu. Kadıköy, Halitağa Caddesi, her ayın 20. Gününde onu ve tüm yakınları, yoldaşları, dostları ağırladı. 33 fotoğraf 33 elde ama tüm yüreklerde ve konuşmalarda yerini buldu her seferinde… Ta Hilvan’da kompleks yargı-cezaevine taşındı durdu kaç mevsim.
Demek ki, buraya kadardı senin direniş nöbetin. Bu ayın 20’sinde senin elinde Polen olmayacak! Sen Polen’nin yanında, senin fotoğrafın ise mutlaka bir yoldaşın elinde Halitağa’da olacak. Seni anacak mücadele arkadaşların; anıların anlatılacak, hesap sorma kararlığın dillendirilecek… Katliamın sorumlusu devletin yargı işkencesine inatla senin hesabının sorulması da eklenecek. Muhakkak senin fotoğrafın, yargı yerinde yeni zulümlere imza atanların gözüne sokulacak…
Şimdi sevenlerin, bütün çoluk çocuğun, yoldaşların seni son yolculuğuna uğurluyor. Bense çok uzaklarda bu satırları yazıyorum… Bu sabah erken almış dostlar haberi. Bense ancak öğlen, Pervin Buldan, Polen’den söz ederek adını andığında haberdar olabildim… Uğurlamana bu yüzden gelemedim.
Sevgili Şennur, yüreğim yangın yeriydi zaten, günlerdir hem de. Bu yangını bir de sen harladın… Işıklar içinde uyu. Polen’inle uyumak belki tesellin olur…
***
Dedim ya, ben bu yazıda Nartan’ı(Kılıç) yazacaktım. Başlığı, Hüzünlü Yaşgünü olacaktı belki de yazının. Polen gibi Nartan da, 33 düş yolcusunun içindeydi, hem de annesiyle birlikte, Suruç’ta bir bombayla aramızdan ebediyen koparıldı.
Onun ardından, 1 Nisan günü katıldığım 27. (hüzünlü) yaş günü törenini anlatacaktım. Liseli gençlik arkadaşlarının hüzünlerinden, acılı gözyaşlarından, neşeli anılarını anlatırken yükselen kahkahalardan, aralara serpişen Suruç’un vahşet tablosundan, her seferinde nasıl da lanet okuduğumuzdan söz edecektim…
Öyle çok arkadaşlık anısı, duygusu biriktirmişsin ki Nartan, ağzım açık dinlediğimde ölümün acımasızlığını nasıl yoğun duyumsadığımı söyleyecektim. Senin “hababam sınıfı” arkadaş grubunun, sayısız anınla seni nasıl yaşamaya devam ettiklerini görmeni ne çok isterdim. Aralarından yalnızca birine, Kobane’ye gideceğini söylemişsin, diğerlerini bu yüzden küstürmüşsün! Bugün hem ağlarken hem ışık yüklü gözleriyle seni çok özlediklerini haykırıyorlar. Ah, niye gitti ki, dedikten hemen sonra ekliyorlar; bize de anlatsa, bizi de ikna etseydi birlikte giderdik…
İşte böyle, arkandan öksüz bıraktığın arkadaşların senin Nartan. Biz büyüklere ders verdiler adeta; sevginin sonsuzluğunu duyumsattılar her birimize. Bir dostun da vedalaşmak için seninle buluşamamış olmanın acısını yaşıyor hala. Bense, tahmin edersin ki, hala o üç mutlu günün esrikliğiyle konuşuyorum ardından, beynime nakşolmuş anıların sonsuzluk gibi geliyor bana.
Velhasıl gençliğini bile yaşamana izin vermeyen zalime inat, hüzünle dolsa bile doğum günlerini senin için yaşayanlar var. Annenle yan yana yattığın yerde çiçeklerle hasretlerini sunanlar var.
Sevgili Nartan, bugün yanınıza, Polenin annesi uğurlanıyor. Ona sıkı sarılın, hepinizi kucaklayacak ana kolları, hepinizin sevgisini sığdıracak ana yüreği var onda. Işıklarınız bol olsun.
Ne diyordu türkü; uyan sunam uyan/ derin uykudan... Uyanın ne olur bütün sunalar!