EYLÜL’ÜN ADI HAZAN Eylül, bir mevsimin başlangıcıdır öncelikle ki, eskiler ona Bozuk der. Bağ bozumu, yaz güneşi ve insan emeğinin ürünlerinin hasadı karılmaya başlanır.

EYLÜL’ÜN ADI HAZAN

Eylül, bir mevsimin başlangıcıdır öncelikle ki, eskiler ona Bozuk der. Bağ bozumu, yaz güneşi ve insan emeğinin ürünlerinin hasadı karılmaya başlanır. Bu yüzden insan için bir şenliktir aslında. Doğayla işinin yavaşladığı, kendiyle işlerinin merkeze geçebileceğini haber verir Eylül.

Eylül, bir dönüşüm, bir başkalaşım, dahası bir geçiş zamanına ayak bastığını hatırlatır doğaya, onun en etkin ögesi insana. O, en sıcaklardan ve en büyük bereketlerden gelip en çıplak en uyuşuk zamanlara girilmekte olunduğunu hatırlatır; hep daha zorlu zamanların geleceğini duyumsatır.

Doğanın bir önceki ayda başlayan sararmasının son demlerini yaşadığı, ölümle yaşam arasındaki kavgasını kaybettiği anın adı olur. Eylül’de o yüzden yapraklar hep yerdedir. Hüzün sızar Eylül’deki yağmurlara. Yel bir başka mevsime giriş yaptığını anlatır sesiyle. Şairler ona Hazan der.

Başlangıçta insan doğanın bir parçası, onunla uyumlu etkin bir unsurken zaman içinde ve yarattığı zeminlerde hem ona hem kendine yabancılaştığından Eylül, bir gönülsüz kavga gibi yara bere bırakarak geçer gider. Kaç Eylül geçse de unutulmaz, onarılmaz gedikler açar. Bu yüzden olmalı Eylül’ün Hazan oluşu.

Eylül işte, bu karmaşa içinde bazen gülen bir yüz gibi girer insan yaşamına. Adı, Dünya Barış günü olur. Bir daha “yabancılaşmanın yansısı” savaşlar olmasın diye insan avazı yükselir göklere. En çok Hiroşimalı küçük kızın ağıtından söz edilir o gün: Amca teyze bir imza ver, çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsin… Hiroşimalı küçük kızlara ağlayan dünya, bugün yine milyonların yeni ölüm kitleleri olmasını önleyemez bir türlü. Esasen sadece ağladığı için olmalı ki, bu kez milyonların ahını toplayan Hazan olur Eylül.

Bazen vurulur bir ülkeEylül’de. Adı, 12 Eylül olur. “Our oğlanlar, başarmış işi” diye fısıldanır Damdaki Kemancı’yı izleyen BigAdam’a. Başkanın oğulları, 500 bin kişilik asker ordusu, polisin sopasıyla, sermayenin başı ve programıyla yola koyulup, bir gecede zapturapt altına alır ülkeyi. Partiymiş, Parlamentoymuş, atılır çöpe. Eylül’ün adı olur5’li Konsey Yönetimi.

Gazeteler manşet atar: Paşam iyi ki geldiniz! Memleket elden gidiyordu. Bir emir çıkarılır, herkes evine, arananlar kışlalara! Sabah kışlaların önüne dizilir sendikacılar. Kışlalarda koğuşlar basılır, haydi yeniden sorguya! Bir ip asılır asker postalının çiğnediği koğuşlardan birinin kapısında. 12 Eylül, olur 14 Eylül. Üç yıl önce 13 Eylül, Pir Ahmet olduğu gibi.Bir rüzgar dağıtır dört bir yana haberini: İrfan Çelik öldü!Kışla duvarlarını döver çığlık gibi sesler: Faşist katillerrrr…

Arkasından benzer haberler gelir, çığ gibi: Zeki Yumurtacı, “yer gösterirken” kaçmaya kalkmış da vurulmuş da… Ekrem Ekşi, Ali Karlangaç, ve daha başkaları emniyet duvarlarına başlarını çarpmışlar da… Mine Bademci, Tamer Arda, silah kullanmışlar da…Yargısız infaz haberleri can yakar, yürek yakar, sürer de sürer…

Ülkede en çok cezaevi açılır, cezaevlerinde tutsaklar intihar edi ediverirler nedense, hastalıktan ölü ölüverirler her daim! En çok darağaçlarının ipi sallanır, bir bir kırılır devrimci fidanlar. Yaşı yetmezse büyütülür, Erdal Eren asılır, bir zamanlar Seyit Rıza’nın yaşını küçülttüğü gibi. Tepeden tırnağa, iğneden ipliğe her şey değiştirilir. Komüniste vatan haini, Kürde kart kurt denir, o kimsenin kimseyi tanımaz hale geldiği yerde. Vietnam zulümleri gelir, Şili’iyi yutan uluslararası programı gelmiştir zaten.Paşa postalıyla uygulanır bu kez, emek ve aydın ezilir de ezilir.Üniversite hocaları, tiyatro duayenleri derken ne kadar birikmiş akıl ve insanlık hazinesi varsa kapı dışarı edilir.

Sürgün kapıları, sürgün diyarları ölümlerle anılır olur. Mesela bir duyarsın, büyük sinemacı Yılmaz Güney, sürgünde ölmüş! Yurduna hasret, diline, kültürüne hasret terk eder dünyayı. O gün 12 Eylül 9 Eylül olur. Oradan gelmeye başlar ölüm haberleri, yurtlarını bir daha göremeden gitmişlerin adları sayılır.

Bol gelen “demokrasi” elbisesi yırtılıp atılırken yerine, eli kalem tutanların deyimiyle, deli gömleği giydirildi topluma. O yüzdendir toplum, zindanlarda devrimciler ölüm ve direniş arasında gidip geliyorken; Kemal, Hayri, …,Fatih, Apo Haydar, ölümü kucaklarken, analar kapılarda feryat figan çığırırken, toplum sessizlik çukurundadır. O yüzdendir ki“Bir Delinin Hatıra Defteri”ndensahneleri aratmaz uzunca zaman.

Sonra sonra, Delinin Hatıraları’nı oynama ritüeli biter, toplum bir başka sabaha gözlerini açar. Ama bu bildikleri bir sabah değildir. Eskiden bildikleri her şeyin yerinde yeller esiyordur. Hayat kokuyor, insan, tüketim ve inkar batağına batmış, omurgası üstünde duramıyor. Her yer yeni çöküşün altında dağılıyor, yeni işgal savaşları yaşanıyor. İşçi işçi gibi değil, esnaf esnaf gibi değil, öğrenci öğrenci gibi değil. Onlar 12 Eylül’ü yaşarken vahşi Yeni Dünya Düzeni kurulmuş, bu kez o herkesi, her ülkeyi her nesneyi teslim almak istiyor. O vahşi düzende Eylül bu kez çok çok kanlanacak, her gününe yeni yeni isimler yazılacaktır.

Bu arada zulümlerin en büyüğüne gark edilmiş Kürt de eski kart kurt değildir. Bir o ayıkmış ve de ayağa kalkmıştır. Fakat çöküşün yaydığıpis kokulu değişim anaforunda ne işçi ne esnaf anlayabiliyor bu yeni Kürdü. Devleti gibi kızanı çok ona.BarışmıyorKürdün yeni ve özgürlük isteyen haliyle.

Ne olduysa bir kez daha o zaman oldu. Bu toplum hala bir deli gömleğine esirse en çok bundandır. Hala Eylüllerde barışa açlık sürüyorsa bundandır. Hala kara gericilik kara kuşakları yaratıyorsa bundandır. Karanlığı, bütün aklı, bütün gövdesi ve uzuvlarıyla yırtmadan Eylül’leri bir mevsim değişimin, bereket ürünlerinin hasadı olarak, ağız dolusu gülünen şölenlerle karşılayamıyorsa bu toplum ondandır. Barış günleri suya tirit, tek taraflı, aymaz bir sessizlik ve baskı demirlerinin arkasından izleniyorsa ondandır.

Bundandır ki hala dillerde 12 Eylül dönemi diye anılan zulüm zamanı, gömlek ve başkan adamlar sırtına geçirip sürebilmekte. Hatta bugün daha da derin yokluk yoksunluk, daha derin zulümler, tek adamın ağzına bakan devlet yapısıyla sürme cesareti gösterebilmekte, 12 Eylül yaralarımız sağalmamakta. O yüzden Eylül’ün adı hala Hazan bu topraklarda.

Eylül’ün bereket şölenleri olmasını sağlamak yine de bu toplumun işi.

Hazan’dan payını almış biri olarak, Hazanların ebediyen yitip gitmesi en büyük talebim.Bereket ve bolluk Eylüllerinin gelmesi dileğiyle selamlıyorum insanlığı.