PUS KARANLIK VE GEZİ
Özür: Bu yazı dün yazıldı, bugün gönderilebiliyor. Gezi kumpas davasında karar ise iki gün sonraya kaldı. Bugün hava açmaya başladı. Öbür gün karar ne olursa olsun daha da açacak...
Hava bu sabaha puslu başlamıştı, öyle de devam edeceği anlaşılıyor. En azından benim demirparmaklık ve beton manzaralı penceremden görünen bu. Ve bu pus dediğimiz şey, ağır tonajlı hava kirliliği.
Kahvaltı masasından baktığım televizyon ekranında Kılıçdaroğlu var. Karanlık gecesinden söz ediyor. Elektriğe yapılan süper zamlara karşı fatura ödemediği için sonunda evinin elektrik bağlantısı kesilmiş, dün geceyi karanlıkta geçirmişler. Görüntülerde lüks lambası ve mumlar var. Lüks lambası çocukluğumun bir bölümünün aydınlatma aracıydı, yani yabancım değil. Hatta gaz lambası, halk dilindeki adıyla idare lambası, çıra; daha eski çocukluğumun aydınlatma araçları, onlara da yabancı değilim. İlk büyük elektrik üreticisi Keban Barajı ile- çevresindeki köyler hariç- memleketin Batı köylerine bile elektrik aydınlatması uzanmıştı. Çocukluğumu Batı’da tamamlayan benim hayatıma da elektrik böyle girmişti. Sonra sonra her nehir, nehir kolu ve hatta dereler elektriğe kurban edildi. Dereler özgür akacak, sloganlı direnişler süreci biraz yavaşlattı ama yine de tekelci sistemin elektrik günümüzde fahiş fiyatlı fatura soygunundan kurtulamadı. Ama memleketin elektriksiz zamanlarının nostaljik, hatta asar-ı atikalık aydınlatma araçları yeniden gündemde.
Kılıçdaroğlu’nun elektrik faturalarıyla derdi de böyle bir zamanda başladı. Beyan ettiği gibi o, fatura ödeyemeyenlerin sesi olmak için protesto eylemi yapıyordu. Nihayet elektriğinin kesildiği gecenin sabahında, bugün, eylemini bir hafta sonra bitireceğini duyuruyor. Ne garip ki, Türkiye’de Saray iktidarına karşı ana muhalefetin lideri “aman ha, benim eylemim bireyseldir, kimse bana bakarak eylem yapmasın” diye diye gelmişti, son gün de aynı sözlerle tembihini sıkılıyor. Komşularının dün gece karanlıkta oturarak ona destek olması yetermiş!
Aynı sabah, memlekete aydınlık haftalar yaşatan Gezi Direnişine karşı açılmış kumpas davalarından sonuncusunun karar duruşması var. Orada milyonlarca insanın doğanın, ağacın, hayatın talanına karşı ayağa kalkışı yargılanıyor. Ve milyonlar adına, onlarca kentten köylere kadar yayılan, genç barikat nöbetçilerinin polis kurşunlarıyla hayatlarının, gözlerinin söndürüldüğü vahşetin emir vericileri Saray adına sayısız kez davalar açılmış Gezi için iki insan müebbet ceza istemiyle toplam 17 kişi yeniden ve yeniden mahkum edilmeye çalışılıyor.
Ne çarpıcı değil mi? Ya da hayatın ironisi ne müthiş!
Osman Kavala; toplumsal projeler yürüten bir derneğin, ağın kurucusu, sayısız toplum yararlı etkinliğin düzenleyicisi, finans bulucusu. Dört buçuk yıldır, hile ve hurdaya çevrilmiş mahkemeler eliyle Saray’ın intikamına adeta malzeme yapılmış mapus! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzını hakaretle açıp yargı gücünü talimatla yönettiği ülkenin karanlık tarafının hışmını boca ettiği bir insan; ezilenlerin, gadre uğrayanların, “çapulcu”ların her daim elini tutan, onların Gezi dahil direnişlerinin yanında durmuş demokrat bir insan.
Mücella Yapıcı, yüksek mimar; kapitalizmin insan kadar doğayı talan siyasetine teslim olmamış, tam aksine insanın ve doğanın haklarına sahip çıkmış, onlarla birlikte, kolektif direnişlerden geçmiş, sermaye sınıflarının aç gözlü yağmacılığına yüksek sesle itirazların başında yer almaktan hiç çekinmemiş bir kadın insan.
İkisi de bedel ödemeyi göze alan nesillerden, ikisi de meseleyi kişiselleştirmeyen, kolektif aklın ve kolektif vicdanın temsilcileri. Bugün yeniden savunma verecekleri Saray yargısının önünde bütün toplum ve doğa adına alınları açık, başları dik. Yanlarında, meslek örgütleri başta gelmek üzere onlarca demokratik kurum, uluslararası temsilciler dahil yüzlerce insan var. Yargı diye gösteride onlar hakkı çiğnenen herkes için direnenlerle birlikte yeniyi, geleceği temsil ediyorlar.
Kuşkusuz Kılıçdaroğlu’nun eylemi de önemli ama o bireysellik çizgisinde hem eski hem yüreksiz. Talanın soygunun bir türüne ve bir yapıcısına karşı sadece. Adalet yürüyüşünü de tek kişilik olarak düşünmüştü ama eylemin doğası gereği, tek kişiden ibaret kalamadı. Oradan “ders aldı” tek kişilik gösteriyi garantiledi, evine sıkıştırdı. Milyonların öfkesi burnunda iken bu pasif eylemin onları ilelebet susmaya yeteceğini sanması da başka bir açmazı.
“Bir avuç oligarkın tüm zenginlikleri yutar hale geldiğini” itiraf ettiği kapitalist sistemin bu evresinde ne kadar da çaresiz! Kendisini Mahatma Gandi ile özdeş saydığı söyleniyor sağ da solda. Ama unuttukları tarihsel gerçeklikler var. Gandi, açlık grevi yaparken bile yanında yüzlerce, binlerce insanla oturuyor, yürüyordu. Arkasında ise yıllarca süren silahlı mücadele, büyük kitlesel ayaklanmalar ve de koca bir 2. paylaşım savaşı na karşıantifaşist direniş vardı. Kılıçdaroğlu’nun sırtını yasladığı ne var? Yüzyıl önceki haliyle Cumhuriyet propagandası ve kurulu düzeni sarsmaktan korkan liberal demokratlık mirası... İkisinin de ömrünün dolduğunu, “sandık” mı gösterecek! Halkları oyalamanın da bir sınırı vardır.
Gezi davasında yargılanmaya çalışılanlar ise, hele de ağırlaştırılmış müebbetlik yapılmak istenen Osman Kavala ve Mücella Yapıcı ise milyonlarla birlikte sürmüş bir hareketi temsilen yargılandıkları yerde ne kadar da güçlü, çoğul ve gelecek soluklu...
Bugün karar ne çıkacak şu an bilmiyorum ama tarihe düşecek notu tahmin ediyorum. Mücella Yapıcı’nın bir önceki beraat kararı çıkan davaya koyduğu teşhis gibi olacak: Neymiş? GEZİ YARGILANAMAZMIŞ!
Yazıma nokta koymaya çalışırken gözüm yine pencerede. Puslu/kirli hava yerinde, Demokles’in kılıcı gibi semtin tepesinde sallanıyor, tabii şimdilik... Doğada ve toplumda hiçbir şey, hiçbir an kalıcı değildir; her şey her an değişim halindedir. Pusun ve karanlığın sonu yeni GEZİ’lere açılır.