Savaş büyüyor. Kan akmaya devam ediyor. Savaşın nedeni olanlar ise barış meleği havasında. Herkes suçsuz günahsız rolüne soyunma çabasında. SSCB ile hiçbir ilişkisi kalmamış olan, kızıl bayrağı söküp yerine Rus İmparatorluğunun bayrağını çekenlerin günümüz temsilcisi yeni Rus Çarı Putin’in Ukrayna seferi, süren savaş ve yayılan işgal üzerinden ikiyüzlüce barış güvercinleri uçuşuyor. Putin neden yaptığını izah peşinde.
Savaş örgütü NATO’ya girmek için yırtınan Zelenski de bir barış meleği oldu. Dünyayı Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan yanı başımızdaki Irak’a kadar kana boyayan ABD semalarda dolaşan yağmur yüklü bir bulut oluverdi. Silah ticaretinin en büyükleri olan dünyanın ezeli sömürgenleri Fransa, İngiltere ve Almanya ve diğerleri barıştan ve barış adına yaptırımlardan söz ediyor.
Ve barışın güvercini havalarındaki AB’de akla ziyan gelişmeler yaşanıyor. Rusya’ya yaptırım seferberliği öyle boyutlara vardı ki insanın aklı şaşıyor. O demokrasi havarisi AB’de Çaykovski’nin eserleri engelleniyor. Tolstoy’un eserlerinden uyarlanan film çekimleri durduruluyor. Dostoyevski heykelleri hedef oluyor, üniversitelerde dersleri kaldırılıyor, eserleri yasaklanıyor. Orkestra şefleri görevden alınıyor. Bazı restoranların “Ruslar giremez” diye yazılar astığına ilişkin görüntüler yayıldı. Ve tüm bunlar yapılırken ‘barış’ sözleri uçuşuyor. Faşizm, ırkçılık barış olarak sunulmak isteniyor. Daha önce farklı vesilelerle Türkiye’ye benzer yeni bir dünya içinde olduğumuzu algıladık bir kez daha.
Ukrayna’ya, yüzde yetmişi ithal olan, montaj Bayraktar SİHA ve İHA’ları satan Erdoğan yönetimi barış elçisi olma çabasında. Libya’dan Irak’a, Suriye’ye uzanan bir alanda savaş mekaniğinin gergin ipini elinden bırakmayanlar barış güzellemeleri yapıyor. Kürt sorununda “barış” diyeni linç edenler Ukrayna’daki savaştan hareketle barıştan söz ediyor.
“Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen’e dünyayı zehir edenler savaşın vahşetinden söz ediyor. Barış akademisyenlerini hapse atan, yüzlercesini üniversiteden uzaklaştıranlar barış elçisi! “Kürt sorununda eşit haklara dayalı demokratik, barışçı çözüm” diyen milletvekillerini hapse dolduranlar, belediye eş başkanlarını görevden alıp güdümlü yargı mekanizmalarıyla on yıllarca cezaya çarptırıp hapse dolduranlar ‘barış’ övgücüsü. Suriye’yi işgal etmek, Emevi Camii’nde öğle namazı kılmak için Osmanlı padişahı havasında sefere çıktıklarını unutmuş gibiler. İdlib’den Efrîn’e, uzanan resmen Suriye toprağı sayılan, ancak orada yaşayan halkların yani Kürtlerin, Arapların, Ermeniler ve daha birçok halkın bir yaşam alanına dönüştürdüğü Rojava’ya gün yüzü göstermemeye yeminli olanlar barıştan söz ediyor.
Meral Akşener’den diğer parti liderlerine uzanan bir barış korosu izliyoruz. Ancak az biraz kazıyınca o ‘barış’a bulanmış sözlerin döküldüğü dillerin nasıl da kan akan birer bıçağa dönüştüğünü görmek hiç de zor olmuyor. Maske sıyrılıyor, sırıtan dişler peyda oluyor.
Türkiye’de, ‘barış’ın turnusol kağıdı Kürt sorunu. Kürt sorununda barışı savunmayanın barış söylemi boştur. Barış dediğimiz de öyle soyut bir şey değil. Somuttur barış. Türkiye’de eşitlik, özgürlük, kardeşlik istemektir barış. İnkardan ve asimilasyondan ibaret politikalara, yayılmacılığa karşı tutum almaktır. İçeride ve dışarıda barışı savunmak ve gereğini yapmaktır. Yani barış Kaf Dağı’nın arkasında değil, yanı başımızdadır. Arayıp bulmak için elinizi uzatmanız yeter!
Daha geçen gün mutabakat metni açıklayan 6 parti, mesela HDP Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması TBMM’ye getirildiğinde beyaz bir sayfa açabilirdi. Savaşın, kan ve gözyaşının, ülke sınırlarına dizilmiş milyonların varlığından hareketle barışa yol açmanın çabasına girebilirlerdi. Öyle ki AKP’nin despotizmine, tek adam yönetimine, ‘Türk tipi başkanlık’ sitemine karşı çıkan, yeni bir Türkiye tahayyülü sunan, halk iradesinin üzerinde hiçbir irade tanımayacaklarını söyleyen, toplantılar yapan, görüşmeler bitiren, umut yayan, “Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını” söyleyerek demokratik bir gelecek vadeden 6 partinin içinde yer aldığı TBMM’deki partiler olarak AKP ve MHP’nin yanında durmayabilirlerdi.
Zira 6 muhalefet partisinin 28 Şubat’ta açıkladığı mutabakat metninde kulağa hoş gelen çokça vurgu vardı. ‘Halk iradesi’ diyorlardı. Hiçbir şey halkın, ya da milletin iradesinden üstün değildi… Dahası o metinde 1921 Anayasası’na vurgu yapıldı. 6 parti, 21 Anayasası’na vurgu yapmakta samimi mi? Eğer samimi iseler bunu Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasında göstermeleri gerekmez miydi?
Zira 21 Anayasası demek özerklik demek. Yerel yönetimlerin kabulü demek. Halk iradesinin yerellerden başlayarak, dil, inanç, kültür ve diğer tüm farklılıklar açısından iradesi demek. Kaymakam ve valilerin halk tarafından seçimi demek. İradenin yerelden başlayarak Meclise kadar yansıması demek. Dillere özgürlük demek. Daha da somut olarak yazacak olursak Kürt sorununa eşit haklara dayalı demokratik çözüm demek.
Tüm bu gelişmeler, savaş karşısında barışı, despotizm karşısında demokratikleşmeyi, sömürü karşısında emeği savunacak 3. bir seçeneği daha da acil hale getiriyor.