Dünya insanlığı yeni bir yılı karşılamaya hazırlanıyor. Yeni yıla, yılbaşı gecesinden giriş yapılır ve çok özel misyon yüklüdür o geceler.
Dünya insanlığı yeni bir yılı karşılamaya hazırlanıyor. Yeni yıla, yılbaşı gecesinden giriş yapılır ve çok özel misyon yüklüdür o geceler. Her ülkenin, her inanışın bütün farklılıklarına karşın insan toplumu içinde en fazla ortaklaşan görüntü ya da gösteridir yeni yıla giriş saatleri. Güneşin doğduğu yerden başlayıp battığı yöne göre saatler ve dakikalara dağılan çeşitlilikteki karşılanması ortak şölenidir insanlığın. Onun önemi ise sembolik misyonundan; yaşanılan anı bir sonraki yıla bağlamasından ve bir de en evrensel gün/ gece olmasından ileri gelir.
Ve herkesin unutamadığı en az bir yılbaşı anısı vardır. Benim de öyle bir yılbaşı anım var, memleket tarihiyle paralel. O nedenle söz yılbaşından açılmışken anlatmak istiyorum.
12 Eylül kara gericiliği, hayatı ortadan kesmiş, biz devrimcilerin çoğunu da cezaevlerine doldurup işkence ve tredman üzerine çalışmaktaydı. O yıl 1981’de 1982’ye geçecektik; sembolize olduğu gibi gece yarısı, saat 00’da. O gün içinde yeni yıla giriş sevincini yaşatacak karıncalarımız harıl harıl hazırlık yapmışlardı. B Blok’taki toplam sekiz kadın koğuşu havalandırma şölenlerini tamamlamak üzereydi. En son 8. Koğuş da günlük havasını alıp koğuşa girmekteyken kapı önünde bir cayırtı koptu. Askerler havalandırmadan merdivenlere, oradan hücrelere bölünmüş 8. Koğuşa kadar kadın tutsaklara coplarını indirmeye başladılar. Görmüyoruz ama seslerden anlıyoruz durumu. Aynı anda önce kadın koğuşlarından, arkasından, gelenek olduğu üzere tüm Metris’ten slogan sesleri yükseldi ve uzun süre devam etti. Bu arada arkadaşların dayak yediğini ve bazılarının hücrelere atıldığını öğrenince slogan ve kapı dövmeler de şiddetlendi. Akşam sayımını, slogan yağmurumuz altında kapıda durarak alan cezaevi idaresi, sonra da bize, mazgaldan yılbaşı çerez-meyvesi verip durdu. En sonunda tavuk-pilavdan oluşan yılbaşı yemeklerimizi, aynı şekilde verdi ve A Blok’a çekildi.
Slogan direnişimiz bitip masalara oturduğumuzda, onca hazırlığa karşın kimse de yeni yılı karşılama hevesi kalmamıştı. Mecburen yenen yemek de iştahsızlığın gazabına uğrayarak geçip gitti. Bir süre sessiz ve hareketsiz oturup kaldık. Sonra arkadaşlar arasında bir fikir hareketliliği başladı: İdarenin morallerimizin bozulmasına sevinmesine meydan mı verecektik? Biz dayak ve yasakları halayla karşılayanlar değil miydik? Öyle mi, öyle! En uzak duranımız da hararetli tartışmanın etkisiyle kendine getirilmiş; hayat karmaşıktır, acıyı neşeyle yoğurmanın erdemi bize hastır “teorisi”nde birleşilmişti. Ondan sonrası kolaydı. Gelsin türküler, gitsin halaylar; polkalar, vals ve hatta Reha İsvan’ın öncülüğünde tarihte kalmış dans figürleri, şarkılar…
İki slogan arasında mazgallardan ittirilen kuruyemişler ve meyveler de midelerimizi şenlendirmişken sıra yeni yıl gonguna gelmişti. Koğuşumuzda televizyon olmadığı için biz görmesek de, gazetelerden öğrendiğimiz üzerine işte tam o anda televizyon ekranına, Nesrin Topkapı iniverecekti. Nesrin Topkapı memleketin “dansöz” kariyeri edinmiş, artık devletçe de makul kabul edilen dansçısıydı. Neoliberalizmin ekonomik ve toplum programına ışınlanmış 12 Eylül rejimi; siyaseti, emeği, eğitimi, toplum yaşamını, programın adının aksine her şeyi kendine bağlamış ve tek tipleştirmişken ekranları da dansöze açıyordu! Tek ve devlet kanallı zaman olduğu için de bu son derece ilgi çekici oluyor, sonrasında da renklenen televizyondan devlet eliyle dansözlü yılbaşı geceleri toplum yaşamına hızla sızıyordu. Bu yeni ve çok önemli bir durumdu, üzerine sayısız analiz yazıları da yapılmıştır zamanında.
Sonraki 20 yıl bu minvalde geçip gideceği beklenirken, 12 Eylül’ün Türk-İslam senteziyle bağrında büyüttüğü İslamcılık siyasal bir kuvvet haline gelip iktidar tahtına yerleştiğinde, durum yeniden ve köklü şekilde değişmeye başlayacaktı. Hatırlarsanız son yıllarda toplum yaşamı pek çok açıdan “devlet eliyle” İslam usulü işgal edilirken, televizyon ekranları da en başta dansözlere, yılbaşı eğlence “çılgınlıklarına” kapatıldı. Araya AKP iktidarının yurtta ve cihanda savaş programları girince, İŞİD’leşme ve bu adla kanlı katliamlar yaşamaya başladığımız, 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL’le her türlü hakkımızın gaspı gibi, çok çeşitli inanç biçimleri ve yaşam tarzlarıyla tüm Türkiye tehdit edilmeye başlandı. Ve demek ki şimdi sıra yılbaşı gecesi eğlencelerinin kendisine geldi. Son bir ayda bu doğrultuda pek çok devletli faaliyet var. Demek ki devletlilerimizin emir ve görüşleri ışığında epey sorun yaşayacağımız anlaşılıyor.
Ne bunlar diye sıralayacak olursak; birincisi, Avrupa ile aramıza iki saatlik farkın yeni yıla girerken de resmi bir fark yaratmış olmasıdır. Yaz saati uygulaması, yeni yıla girişte de bir değişiklik, bir saatlik fark demek. Avrupa’nın bir numaralı göçmen kitlesi Türkiyeli ne de olsa. Yılbaşı etkinliklerinden olmazsa olmaz biri, yakınların yeni yılını kutlamalardır; öyle ki gsm operatörleri bizim bu çılgınlığımıza dayanamaz, kitlenir. Şimdi bu kutlama sevincimizin arasına da bir saat farkı girmiş oldu.
İkinci fark ki, zamana yayılmış olarak uygulamaya girmiş olmalı: Çok değerli milli eğitim müdürlerimiz, okul öğretmenlerini erkenden uyararak; gelenek ve görenek ayarı çektiler. Bu muhteşem uyarı yerini bulmuştur muhakkak.
Üçüncüsü; bizzat Diyanet İşleri Başkanı, ‘yılbaşı kutlamalarına’ karşı ‘Cuma hutbesi’ verdi. Dedikleri bu noktada en tehlikelisi: “Unutmayalım ki, ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen insan hayatına katkısı olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine yakışmaz. Yeni yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür.”
Böylece yılbaşı gecelerinde şimdiye kadar “sivil itaatsizlik” düzeyindeki İslami karşı duruş, resmileştirilmiş bulunuyor. Tehlikeli dediğimiz bu açıklama ile sanılmasın ki Diyanet Başkanı, sadece Müslümanları yılbaşı eğlencelerine karşı uyarıyor. Hayır, o aynı zamanda ve esasen, kendisinin dışındaki inanış ya da yılbaşı kültürlerini açıkça suçluyor, yılbaşı gecesini eğlenceyle geçirecekleri de hedef gösteriyor.
Öğretmenler eliyle demek ki Hıristiyan, Musevi, Müslüman ayrımı yapılırken hayatımıza yeni ayrımcılık saldırıları sokulacak demek. Böylece “eğitim ordusunun neferi” öğretmenler ve öğrenciler arasında başlayarak tüm topluma malum ayrımları sokmanın, yaymanın en güvenilir yolu bulunmuş oluyor. “Dindar ve kindar nesil yaratmak” ne de olsa ana sınıfa ve ilk eğitime indirgenmiş durumda. Aslında, bu duyurunun muhtarlar eliyle yapılması daha münasip olurdu. Demek ki o kadar riske girmeye gerek duymadılar. Zaten muhtarlar, imamlar bu işin “sivil” bölümünü ötenden beri halletmekteler; köşe yazılarıyla, televizyon ekranlarında da yapılanlar da cabası.
Noel Babayı bile lanetli hale getirdiler. Düşünün, her yılbaşını hediye yığını gibi düşünen çocukların rüyalarını öldürmek nasıl bir nefret iklimi yaratır? Üstelik zavallı hindileri de yılbaşı sofralarından çekmek için neredeyse fetva yayınladılar: “Hindi değil, koç kesin”. Hatta biri; kurban bayramlarında birleşerek dana filan kestiğiniz gibi, yine öyle yapın. Değil hindi, tavuğu zor bulan halkımız ne yapacak bakalım. (Hayvanları keserek insanların beslenmesi de bir başka sorun ya, şimdi ona girmeyelim.)
Olan biteni bir arada düşünürsek, muktedirler eliyle ve aklıyla örgütlenen tekçilik gidişatıyla gayet uyumlu bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık. Vatan millet bayraktan sonra şimdi “inançta, saatte, ruhta” tekçiliği örgütlemek işini hızlandırmış bulunuyorlar. Ve eğer önemli bir sorunla karşılaşmazlarsa, toplumsal yaşam şekilleri onların isteklerine göre şekillenecektir. Onların modeline uymayan her yaşam biçimi gibi eğlence biçimi de tehdit, tecrit ve hatta yok edilme riskiyle daha fazla karşı karşıya kalacaktır.
Yılbaşı gecesi Reina’daki katliam bu ortamda geldi işte. “Yüksek sosyetenin” diye bilinen eğlence mekanında vahşi bir katliam! 39 kişi ölü, 100 küsur yaralı. Polis, güvenlik kargaşası, kesilen yollar… CİA istihbarat vermiş, gerekli tedbirler alınmışmış… Olay yerinin önünde ise her zamanki gibi pahalı giysileri, sınırsız sayıda korumalarıyla sıra sıra devlet yetkilileri. En başta İçişleri bakanı konuşuyor: Bulacağız, edeceğiz. Terör nereden gelirse gelsin filan… Safi demagoji, safi sıfır sorumlular topluluğu…
Bir aydır yılbaşı eğlenceleri için okullarda bile “örf ve adetlere aykırı” bularak yasaklayan müdürleri onlar yönetiyor. Diyanet işleri, tekçi iktidar aygıtının en önemli dayanağıdır. Olaydan bir gün önce yılbaşı eğlencelerini “gayrı meşru” ve israf sayan başkanı bu yüzden birinci şüphelidir. İŞİD’i ve sayısı bilinmeyen “uyuyan hücre” leri kontrol altında tutan devletin istihbaratı ve İŞİD’le iç içe emniyet müdürleri, hatta valiler, kolluk güçleri ne yapıyordu o gece? Tweetleri nedeniyle onca insan tutuklanıp yargılandığı bu memlekette, Reina saldırısına cesaret veren fetvaları nedeniyle devlet yetkilileri yargılanmayacak mı? “Benim Müslüman kardeşim” dışındaki herkesi öteki, sayan bu iktidarın başındaki Cumhurbaşkanı, Başbakanı, İçişleri Bakanı, MİT’in müsteşarı, Diyanet İşleri Başkanı derhal istifa etmelidir. Haklarında soruşturma açılmalı ve suçüstü hükümlerine göre yargılanmalıdırlar.
Sevgili okur, bu yazının sözünü ettiği yılbaşı, bizi 2017’ye bağlayan gece, yazı da o zamandan. Aradan bir yıl geçti. Şimdi 2018’e gireceğiz.
Dünyanın ve bölgenin muktedirleri, memleketinkiler başı çekerken, savaş kılıçları şakır şakır çekilirken bizlere daha güçlü savaş senaryoları ve bitmez tükenmez hazırlarken ben acaba bu yılbaşı gecesi hangi sürpriz saldırıları planlıyorlar diye düşünüyorum. Karamsar olduğumdan değil, önceki hafta Reina davasının yedi günlük sessiz sedasız maratonundan dolayı böyle düşünüyorum. Zira uyuyan hücrelerden diye yakalanıp bir yıldır tutuklu 7 sanık salıverildi. Kalanlar da ne mübarek işler yaptıklarını zaten daha sorgu safhasında açıklamışlardı. Baş katil mahkemede susma hakkını kullandı!
Reina’dan önce böyle saldırılara alan açanların hakkında ise hiçbir işlem yapılmadı. Reina davasını canlarını yitirenlerin yakınları ve davacı yaralılar ile Reina patronundan başka kimse de takip etmedi. Devlet üstüne hiçbir sorumluluk almadı! Tekçilik anayasası ile şiddeti artıran rejimin başındakilerin yolsuzluk davaları dünyanın öbür ucunda yargılanırken sanki dünyanın en masumlarını oynuyorlar. Bu arada en ufak itirazın üstüne bütün haşmetleriyle yürüyorlar. E, gelin de bu durumda daha şiddetli saldırılar beklemeyin!
Şimdilik yılbaşı gecesi polis tedbirlerinin daha da artacağını yüksek katlardan duyuyoruz. Taksim yasaklanmış! . Milli maarif yine aynı talimatı verdi; sakın ha, geleneklerimizi koruyun! Hıristiyanlık sembollerinin kullanılmasına izin vermeyin… Eminönü başta gelmek üzere meydanlardaki milli piyango bileti kuyruklarını görüyoruz. Yoksullar yoksulluklarından yırtmak umuduyla kuyruklarda saatlerini harcayıp tatlı hayallerini, televizyoncuların uzattığı mikrofonlara anlatıyor. Din uleması- ya da pazarlayıcılarının günah-haram lanetleri bu yoksul umutları çok da etkilemiyor. Hatta çoğu, şimdilik olsa bile, Reina’yı da hatırlamıyor.
Yine de umut... Zira umut, şimdi her zamankinden daha kuvvetle; dimdik ayakta! Yeni yılınız güzel gelsin, özgür bitsin.