AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Belki de şimdi Türkiye’nin tekrar anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir” sözleri ve ardından başlayan bir tartışma var. Önce açıklamayı “müjde” olarak tanımlayıp pek de gelişmelerden haberdar olmadığı kanısı uyandıran Adalet Bakanı Gül’ün, ardından yaptığı “Cumhuriyeti, 1921 Anayasası ruhuyla taçlandıracağız” açıklaması ise dikkatleri 1921 Anayasasına çekmiş oldu.
Yarısı, özellikle halkların iradesine ve yerel yönetimlerde temsiliyete ayrılan 23 maddeden oluşan kısa ve öz bir anayasa olan 1921 Anayasası, Cumhuriyetin kuruluş felsefesini yansıtan bir belge özelliği taşıyor. Özgün adıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 23 Nisan 1920’de açılan ilk mecliste, özgün koşullarda tartışılarak hazırlandı ve 20 Ocak 1921’de onaylanarak Türkiye’nin ilk Anayasası olma özelliği kazandı ve 1924 Anayasasına kadar iki defa değişiklik gördü.
Ayrıntılara girildiğinde yasama, yürütme, yargı gibi kuvvetler ayrılığı ilkesi ve daha bir çok konuda çok şey söylenebilir, ancak o dönemin koşulları, padişahın ve hilafetin etkisinin sürdüğü koşullar düşünüldüğünde; hem Anayasa yapım sürecine katılımın kapsayıcılığı itibariyle hem de temel mantığı açısından halkların eşitliği ve kendini yönetme hakkı bakımından önemli temel vurgular taşımaktadır.
Çarlık Rusya’sının yıkılıp, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının bitirildiği ve hemen ardından bir halklar hapishanesi olan Rusya İmparatorluğu yerine işçi-emekçi cumhuriyeti olan Sosyalist Sovyetler Birliği’nin kurulmuş olduğu koşullar dünya siyasetini derinden sarsmıştı. Rus imparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi iki koca imparatorluğun ezilen emekçilerin ve sömürülen halkların dirilişi üzerinden sarsılıp yıkılmaya mahkum oldukları bu süreç aynı zamanda ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin yayılıp güç kazandığı bir dönemdir.
İlk Anayasa, yani 1921 Anayasası Osmanlı imparatorluğunun yıkılma yeni bir sistemin kuruluş süreci içinde ortaya çıkmıştır. Henüz yeni sistem tüm çizgileriyle kurulmuş değildir. Anayasa yeni kurulacak Cumhuriyetin nasıl bir nitelik kazanacağının beyannamesi, bildirgesidir aynı zamanda…
Anayasa, Türkler ve Kürtler başta olmak üzere Çerkes, Gürcü, Laz ve Mezopotamya, Anadolu ve Rumeli’de yer alan tüm halkların temsiliyetini garanti altına almaktadır. Bir halklar iradesi beyanıdır… (Bu sürece kadar yaşadığı topraklarda çeşitli yollarla saf dışı edilen 3 milyon kadar Hristiyan ve Yahudi halkın durumu başka bir yazı konusu olabilir.)
Yeniden ‘21 Anayasasına dönersek, ilk maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır.” demektedir. Aslında hala kurulmamış olan bir Cumhuriyet ilanı gibidir. Ve o kurulacak Cumhuriyette esas yetki padişahın değil, halkındır… Eskiyi yıkarak yeniyi kurmayı müjdelemektedir.
Elbette 1921 Anayasası bu ruhunu Sovyet Devrimi’nden almaktadır. Lenin’in birinci Emperyalist Paylaşım Savaşına son vermesiyle ve Rusların işgal ettiği topraklardan çekileceğini ilan etmesiyle birlikte, hem Anadolu, Mezopotamya ve Rumeli halklarının emperyalizmden ve işbirlikçisi despotik Osmanlı Saltanatından kurtuluş mücadelesini ateşlemiş, hem de 1917 Ekim Devrimi, tüm Ortadoğu, Asya ve Afrika halkları için, dahası dünya halkları için bir meşale işlevi görmüştür.
İşçi sınıfının kurtuluşu müjdesi, aynı zamanda tüm Rus halkları için esarete son verilmesi ve her halkın kendi özerkliğiyle, kendi özgünlüğüyle, dili, kültürü, inancıyla kendini yönetmesi demekti.
Osmanlı İmparatorluğu altında tüm hak ve özgürlüklerinden yoksun olan, Müslüman halkları için tebaalık, Müslüman olmayan halklar için de bir kırım süreci olarak işletilen acılı dönemin son bulma umudu yeşermiştir.
1921 Anayasası, özellikle Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetim iradesi beyanı içerikli bir Anayasa olarak öngörülmüştü. Kürtlere muhtariyeti, yani özerkliği bir hak olarak anayasal güvence altına almıştı. Sovyetler Birliği’nden esinlenmiş olan bu bölümler aynı zamanda Vali ve kaymakamların, bucak/nahiye yönetimlerinin ve mahalle muhtarlarının seçimle göreve gelmesini öngörmekteydi.
Ancak 1921 Anayasası bu yanıyla uygulanmamıştır. Kürtlerin Koçgiri’deki özerklik/muhtariyet talepleri daha 1921’de kanla bastırıldı.
Bugüne bakıldığında AKP’nin Kürt politikası, “terör” parantezine alınmış, içeride ve sınır dışında süren bir şiddet politikasından ibarettir. Seçilmiş milletvekilleri hapislerde çürütülmektedir. Kürtlerin seçtiği belediye başkanları seçilir seçilmez görevden alınmakta, hapishanelere atılmaktadır. Ve 1921 Anayasasında seçimle göreve gelen ama günümüzde atanmış olmaları bir yana, her biri bir AKP il ya da ilçe başkanı gibi hareket eden vali ve kaymakamlar; seçilmişler yerine kayyum olarak atanmaktadır. Aslında AKP halk iradesini gasp ederek, vali-kaymakam adı altında adeta kendi parti temsilcisini atamaktadır.
Adalet Bakanı Gül’ün 1921 Anayasasına atıf yapmasının akla getirdiği tek şey, yüz yıllık kazanımların tümden silinmesi ve tahayyül ettikleri tek adam yönetimine tamamen geri dönüş, 1921 öncesinin inşası özlemi olabilir.
Yani tek parti, parti-devlet iktidarının Anayasal kimliğinin inşası…