BEYAZI SİYAHTA ARAMAK Bir düğün alayı kuruldu, eş dost, akraba, arkadaş, yoldan geçen tanıdık, tanımadık herkes geldi, halaya durdu. Yediler içtiler çatlayana kadar eğlendiler ve kendilerinden geçtiler.
BEYAZI SİYAHTA ARAMAK
Bir düğün alayı kuruldu, eş dost, akraba, arkadaş, yoldan geçen tanıdık, tanımadık herkes geldi, halaya durdu. Yediler içtiler çatlayana kadar eğlendiler ve kendilerinden geçtiler...
Günün sonunda, düğün faslı, zevku-sefa içinde kahkalarla, el ele, şen içinde bitti.
Hep düğün alayı kurulacak değil ya. Acılar da var bu dünyada, acılar da...Sonra bir acı duyuldu uzaktan, aslında çok yakındı, yanıbaşımızdaydı. Bir cenaze hali, dar bir zamana düştü insan, çırpındı durdu ama tek başına çıkamadı işin içinden. Acısı içine kaçtı. Kaçtıkça, yüzüne yapışıp kalan tebessümünü açığa çıkardı, süsledi onu. Güçlendi, doğruldu. Omuzları yerden uzaklaştı. Başını göğe kaldırdı. İçine kaçan acı dışını besledi. Kimse görmedi gözlerindeki hüznü, zaten kimse de bakmamıştı gözlerine.
O gün düğün halayını şen içinde çekenler, o dar günü birer birer terkettiler. Azaldılar ve en sonunda kimsecikler kalmadı. Önce aile bildikleri terketti onları, sonra eş-dost-akraba-arkadaş ve en son yoldan geçen herkes...
Tek başına kaldı. Yalnızlığı tattı, vefasızlığı, iki yüzü olan insanları gördü, hayırsızlığı, hayasızlığı... Herkesin sözlere nasıl da canhışare sarıldığına tanık oldu. Tüketti onu zaman zaman içine düştüğü çaresizlik, yolunu kesen çıkmaz sokak...
Tükendiğini düşündüğü anlarda umudun dalına tutundu ve her zaman bir çare vardır diye düşündü. Tek başına yıldızlara uzanabildiğini, geceye bir mum yakabileceğini, karanlığın aydınlığa gebe olduğunu gördü. Güneşi yüzünde hissetti..
Çok güçlü olduğunu bir kez daha gördü, dağlara tırmandı ve dağların öte tarafına düşen gölgeyi gördü. Beyazı siyahta buldu.
Her şey zıtlığıyla vardı ve öyle de olmalıydı...
Sonra dünyaya tek başına geldiğini hatırladı.
O gün anladı, insanın insana zulmünü....
Zarif LAÇİN