GÂVUR CUMALİ

Müstakil evlerin olduğu zamanda aynı mahallede oturduk o gâvurla!..At arabası vardı,onunla geçimini sağlardı. Atı; bembeyaz, besili, bakımlı, muhteşem bir hayvandı. Bir adı bile vardı, hep adıyla seslenirdi: “Derviş”. Atın, arabasını da sürekli temiz tutardı. Derviş’ine kamçı vurmaya kıyamazdı. Benden yaşça büyük olmasına rağmen kızıyla ortaokula aynı sınıfta başladık. Evlerimizin arası yüz metre var-yok. Her gün uğrardık birbirimize. Hiç unutmam; bir gün işe gitmemişti, atı hastalanmıştı. Atlar nasıl hastalanır diye merak ettim, kızıyla birlikte girdik ahıra. At, bir uzanıyor, bir oturuyor, burnundan derin soluklar alıp tuhaf sesler çıkarıyor. Gâvur Cumali, atın yanı başına dizlerinin üzerine çökmüş, bir elinde küçük bir şişe, diğer eliyle atını okşayarak hüngür hüngür ağlıyor. Atın ağzına zoraki şişeyi koyup içindekini içirmeye çalışıyor; ama incitmeden. Karşısında küçük bir çocuk varmış gibi konuşarak, ağlayarak, onu içmeye ikna etmeye çalışıyordu. Gördüklerim beni hem korkutmuş hem çok üzmüştü. Sonra dönüp: “ Siz dışarı çıkın, huzursuz oldu.”diyerek bizi dışarı çıkardı. Arkadaşımla çıktık dışarı, biraz bahçede biraz evde oyalandıktan sonra eve gittim. Akşam olunca atı merak edip sormaya gittim. At ile sahibi hâlâ ahırdalarmış, girmeye cesaret edemedik, eve döndüm. Öleceğini düşünerek içim parçalanmıştı. O kocaman şeyin ölümü, ürkütücü ve üzücü gelmişti bana. Sabah okula yine birlikte gittik arkadaşımla. İlk, atı sordum. Gâvur, ona anason içirmiş, sabaha kadar bol su içirmiş ve masajlar yapmış. “At, ayaklandı iyiydi; ama babam onu bugün işe götürmeyecek.”demişti. Atın iyileşmesine çok mutlu olmuştum.

“Biz de birkaç gün sonra Ankara’ya gidiyoruz. Bu sefer trenle gideceğiz, daha ucuzmuş.”dedi. Arkadaşım hastaydı, Gâvur Cumali onu belli aralıklarla Ankara’ya götürürdü hiç aksatmadan. Mahallede dedikodusu bile yapılıyordu alaylı biçimde,”Gâvur, sakat kızını guatr hastalığı için taa Ankaralara götürüyor.”diye... Ortaokula birlikte, aynı sınıfta başlayıp daha fazla zaman harcayınca onun gerçek rahatsızlığının ne olduğunu anlamıştım. Gelişim geriliği, algılamada zorluk ve aşırı unutkanlık sorunu vardı. Arkadaşıma derslerinde çokça yardımcı olurdum. Gâvur Cumali eve geldiğinde eğer biz birlikte ders çalışıyor ya da ödev yapıyorsak: ” Aferin aferin, çalışın, rahatsız olmayın çocuklar!” diyerek odayı terk ederdi. Eğer kış günüyse sobanın yandığı tek odada bizi yalnız bırakır, o buz gibi odalardan birine çekilirdi.

O dedikoduların aslı, onun Ermeni olduğu, kendini gizlemek için Müslüman’mış gibi davrandığıydı. Oysa evlerinde Kuran-ı Kerim vardı. Karısı ve kendisinin okuduklarına, abdest alıp namaz kıldıklarına çok kere şahit olmuştum. Cuma namazlarına en önce o gider, üstelik temiz ve bakımlı kıyafetlerini giyerek giderdi. Çocuklarını Kuran kurslarına gönderirdi. Hiçbir komşusuyla kavgalı ya da tartışmalı değildi. Bahçelerinin bitişik olduğu komşularından biri hariç… Onlar, Cumali’nin bahçesinde hak iddia ediyorlardı. Sürekli huzursuzluk çıkarırlardı, ama o gâvurun ağzından ne yüksek bir ses, ne de kötü bir söz çıkardı. Mahalleli onların evlerine gider, bahçelerindeki meyvelerinden toplar, kapı önünde iki, bahçedeki bir dut ağacının pekmezi, en çok onun dedikodusunu yapanların ağzını tatlandırırdı. Karısı seyrek de olsa komşulara girer çıkar, ama o, asla hiç kimsenin kapı eşiğinden içeri adım atmazdı, atmadıda. Tek oğlu vardı, okuttu. Mahallede, yurt dışında okumaya giden ilk o vardı sanırım. Mısır El-Ezher Üniversitesi. Olsun… O, yine de Gâvur Cumali’ydi. Ya lakabınızla öleceksiniz ya da kimliğinize sahip çıktığınız için öldürüleceksiniz. O, lakabıyla yaşadı, öldü ve anıldı…

Dayatılan başat kimliğinin,”Afedersiniz Ermeni, gâvurun dölü, başı ezilmesi gereken terörist Kürd, elinden yemek yenilmez Alevi…”gibi aşağılamalarla, kin ve nefretten başka değerinin olmadığını gördük. Gelecek olarak da vaad ettiği tek şey; zulüm ve ölümdür. Çünkü kâr ve sömürü düzeninin kimliğidir.