Birlikte yaşayan toplumların esas ana damarı dildir. Toplumların üzerinde yaşadıkları ortak toprağı, dilleri ve kültürleri vardır.

Birlikte yaşayan toplumların esas ana damarı dildir. Toplumların üzerinde yaşadıkları ortak toprağı, dilleri ve kültürleri vardır. İnsanlar bu dille kendi geçmişleri ve gelecekleri üzerinde bağ kurarlar. Tarihlerini de kendi ana dilleri üzerinden, sözlü ve yazılı gelecek nesillerine aktarırlar.

Biz Dersim’liler de yaşadığımız bu topraklarda kendi inancımızı, kültürümüzü ve dilimizle yaşamış ve tarihe de ana dilimizden not bırakmışız. Dersimde yaşayan halklarda kendi ana dilleri olan Ermenice, Kırmanci, kırdaşki, diye tabir edilen diller aracılığıyla günümüze kadar taşımayı gelmeyi başarmışlardır. Ancak bugün Yok olan Ermenice gibi diğer dillerimizde can çekişen varlıkla yokluk arasında olan dillerimizi kaybetmekle yüz yüzeyiz.

Ben Nenemi, dedemi tanıdım. Bunlar tek kelime Türkçe bilmez- lerdi. Bütün Dersim çocukları gibi ben de atalarımdan geceleri masal dinledim, çocuk edebiyatına tekabül eden ezgiler olarak tabir edeceğimiz ninnilerle uyudum. Şarkılarımız, türkülerimizle büyüdüm, kendimize has kendi ana dilimizden kültür ve inanç- larımızın tümünü kendi dilimizden yaşadık. Nasıl mı? Tıpkı diğer

halklar gibi. Yani, Türkçe, Arapça dillerinde çocuklar nasıl öğreni- yordularsa biz Dersim’liler de aynı şekilde kendi ana dilimizden öğreniyorduk, yaşıyorduk.

Bu dediklerim yedi yaşına kadar aile soyumun konuştuğu bir dille yaşayanlardan biriydim. Ta ki Türkiye Cumhuriyeti milli eğitimine bağlı ilkokulla buluşana kadar böyle devam etti hayatım. İlköğrenim günleri gelip dayandığında, ilkokul sıralarına geldiğimde, diğer asimilasyon yaşayan ve yaşatılan halkların dillerin başına gelen çocukların yaşadıklarının aynısını bende yaşadım.

“Yasak”

Benim dilime yasak diyordu Ankara’dan köyümüze atanmış ilkokul öğretmeni.

Kala kalmıştım öylece, benim dilim yasaklanmış bir başka dil “Resmi” dil olarak bana dayatılmıştı.

Tüm toplumlarda olduğu gibi bizler de kendi ana dili, inancı, kültürü olan Dersim coğrafyasında yaşayan toplumuz. Doğamızın her karış toprağında Jar inancın merkezleri olan ve doğadan beslenerek kültür edinen bir halkız.

Kızılbaş inancın ana merkezi olan Dersim, diğer inanç ve kültürlere eşit bakan bir yaşam felsefesine sahiptir. Ama aynı anlayış ve saygıyı bize ve ötekileştirilmiş inançlara gösterilmediği tarih bize göstermektedir.

Cumhuriyeti “ilerici” gösterenler tarihi bir karıştırdıklarında Cumhuriyetin keskin kılıcının “ilerici mi?” yoksa katliamcı mı? Olduğunu göreceklerdir.

Türk İslam Sunni inancı ve ulusuna ait olmayanların bütün inanç ve uluslar katledildi.

“Medeniyet” getireceğiz diyenler biz Dersime de 1938‘de uğradılar. Cumhuriyet ilk “Medeniyeti” Koçkiri’ye getirdi en sonunda da bizim topraklarımızda Türk olmayan, Müslüman olmayanları süngü ucuna taktılar. Arta kalanları da Türkleştirmek için milli eğitim yoluyla asimilasyon ettiler. Tıpkı benim, bizim gibi. Yani Dersim Halkına ve çocuklarına yapıldığı gibi.

Öğrendiğimiz ana dilimizden her şeyin adı, rengi ve şekli baş kaydı. İşkalcı, Sömürgeci dille yedi yaşında tanıştığımda büyük bir kırılma yaşadım, yaşıyorduk. Bu söylediklerimi eğer sosyolojik olarak Sosyologlar ele alıp incelendiğinde bütün Dersim çocukları ve Kadınların üzerinde incelemeler yapıldığı taktirde, tam anlamıyla korkunç bir kabus bir travma olduğunun altını çizeceklerdir. Toplum olarak yaşadığımız travma ile yüzleşerek yazıyorum bunları.

İlkokulda başlayan zorunlu asimilasyon ile yaşadığımız büyük sıkıntılarla öğrendik Türkçeyi. Bu dili öğrenirken nereden içimize, bilincimize yerleştiğini bilmediğimiz bir kültür daha yerleştirildi. Neydi bu: en iyi, en güzel Türkçe dilini konuşan bölge olarak Dersimi işaret edilmişti. Bu tehlikeli bir siyasettir. Ve bu anlayış aramıza girdiğinde ilkokulda zorlan öğrendiğimiz dil zamanla kendi dilimizmiş gibi yarışmaya soktular bizleri.

İlkokulda başlayan travma ortaokulda yeni bir inanca ait din deresiyle karşı karşıya kaldık. Türk-İslam Sunni sentezli siyasetin bir parçasına ait olan din dersleriyle yeni bir travma yaşadık, yaşatırdılar bizlere. Kendi inançlarımızdan, kültürümüzden köklü bir kopuştu bu.

O yaşa kadar görmediğimiz, duymadığımız ve yaşamadığımız Namaz ile karşı karşıya kalmıştık.

Türk milli eğitimi çerçevesinde planlanan öteki olarak tabir edilen Müslüman olmayanlara Namaz kıldırarak, Müslümanlaştırma burada başlatıldı.

Dersim’lilerin çocuklarını öyle bir hale getirdiler ki; Resim çizerken dahi kendi ana dilimizden hayal edemez hale geldik getirildik. Evrensel olarak bilinen ve tanınan müzik dahi uzun yıllar kendi dilimizde türkülerimizi söyleyemedik, söylettirilmedi. Çünkü yasaktı.

Okular da öğrendiğimiz, bize öğretilen tarih de bize ait bir tarih değildi. Sanki hiç tarihimizi yokmuş gibi sayıldı. Türk Milli eğitimi böyle eğitti bizleri ve bu çerçevede yetişiyor çocuklarımız..

Nene ve Dedelerimizle başlayan kanlı soykırım, anne ve baba- larımızla sürgün, korku, baskı ve sindirmeyle devam etti. 1980 Askeri Cuntanın gelmesiyle Dersim soykırımı modernize edildi, devamında 1994 köylerimiz yakıldı yıkıldı yeni asimilasyon siyaseti devreye girdi. Bugünde, coğrafyamızı insansızlaştırmak için, Baraj ve HES projeleriyle başta olmak üzere, kültürel soykırımlarla devam ediyor.

Kendi coğrafyamıza, Jar kültürümüze, ana dilimize sahip çıkmamız gerekir, çıkmazsak yok olmakla yüz yüze kalacağız.

Biz son nesil olmak istemiyorsak: Kültürümüze, tarihimize, inanç merkezlerimize sahip çıkalım.