„25 KASIM‚ ‘KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ“ Kadına yönelik her türlü cinsel şiddet ve baskının kendisini gösterdiği günümüzde şiddet, bazen çıplak olarak hissettiğimiz zoraki fiziki güç , bazen de toplumu bir biçimiyle etkileyen ve yönlendiren ideolojik, politik ve kültürel bir araç olarak kullanılmaktadır. Şiddet, toplumsal mülkiyetin özel mülkiyete dönüşme süreciyle ortaya çıktığı gibi mülkiyet ilişkilerinin hemen her aşamasında uygulanan bir araçtır.
„25 KASIM‚ ‘KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ“
Kadına yönelik her türlü cinsel şiddet ve baskının kendisini gösterdiği günümüzde şiddet, bazen çıplak olarak hissettiğimiz zoraki fiziki güç , bazen de toplumu bir biçimiyle etkileyen ve yönlendiren ideolojik, politik ve kültürel bir araç olarak kullanılmaktadır.
Şiddet, toplumsal mülkiyetin özel mülkiyete dönüşme süreciyle ortaya çıktığı gibi mülkiyet ilişkilerinin hemen her aşamasında uygulanan bir araçtır.
Mülkiyetin toplumun bir bütününe ait olduğu tarihsel süreçte, şiddetin toplumsal ilişkilerde hiç bir etkisi söz konusu değildi.
Özel mülkiyetle birlikte toplumsal yönetim aracı olarak devletin ortaya çıkması, şiddetin bir biçimiyle devletleşmesi olarak da değerlendirmek mümkün.Toplumsal ilişkilerin kendi içerisinde farklılaşması ile, kadın sorunu toplumsal ve siyasal ilişkilerin önemli bir alanını oluşturdu. Üretim araçlarına sahip olan sınıf güçleri, kadını toplumsal üretimden kopararak onu yaşamın esas alanından soyutladı.
Üretim faaliyetinden kopmuş bir kadın, bütün ilişkilerini özel mülk sahiplerinin durumuna göre belirlediği gibi fiilen köle durumuna geldi. Eve kapanmış kadının hiç bir tercihi kalmamıştı. Dönemsel toplumsal ilişkilere göre, hep kendisi olmadan kendisi hakkında karar verilen olmuştur. Kapitalizmin gelişme süreci, bunu bir biçimiyle kırdı ama toplumsal üretimde yer almaya başlayan kadına yönelik uygulanan baskı biçimleri, doğal olarak, kapitalist toplumun yeni egemen sınıfı olan burjuvazinin ihtiyaçlarına göre şekillendi. Bugün, kapitalist ilişkiler ağı, bütün toplumsal ilişkileri sarmalamış durumdadır.
Bu ilişkiler içerisinde kadın sorunu öncelikli güncel bir sorun olarak ön plana çıkamıyor. Biçimsel olarak bir kısım özgürlükler elde edilsede,kadın, kapitalist sistem tarafından çok yönlü baskılara ve şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet, fiziki olduğu kadar, kültürel, toplumsal/sosyal ve politik olarakta uygulanmaktadır. Bunun en çarpıcı özelliği ise kadının ‘meta’laştırılmasıdır. Bu sorun kapsamlı olarak ele alınabilir.Konumuzu daha somut bir örnekle ele almak istiyorum.
Neden 25 KASIM; “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi.
Peki, 25 Kasım‘da ne oldu? Bu günün tarihsel önemi nedir? Buna ilişkin verilecek bir kaç ‘küçük bilgi’ konumuzun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.25 Kasım 1960‘da, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo Diktatörlügü’ne karşı mücadele yürüten üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa tecavüz edilerek katledildiler. Çünkü bu üç kız kardeş, Dominik Cumhuriyeti'nin askeri diktatörlüğüne karşı, sadece kadınların değil, toplumun bütün ezilen ve sömürülen kesimlerin mücadeleye katılmasını sağlayan bir hareketin önderliğini üstlendiler.
Patria Teresa, Trujillo diktatörlügüne karşı mücadele eden ve en büyük kitle hareketini oluşturan Clandestina’nın kurucusudur. Diğer iki kardeşi de bu harekete katıldı. 3 Kız kardeşin kurduğu Clandestina hareketi, Dominik halkının yürüttüğü mücadelenin önemli merkezlerinden biri haline gelmesiyle Trujillo diktatörlügünün saldırılarına hedef oldu.
Diktatörlük, Mirabel kardeşlerin kendileri için en büyük tehlikelerden biri olduğunu açıkladı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra 25 Kasım 1960 tarihinde üç kız kardeş devletin askeri militer güçleri tarafından kaçırılarak hem işkenceye tabi tutulmuş hem de tecavüz edilerek katledilmişlerdi.Mirabel kardeşlerin yaşamları pahasına, insanlık onuru için verdikleri tarihsel mücadele, Dominik halkının elinde bir mücadele bayrağı oldu. Halkın yürüttüğü mücadele, toplumsal bir direnişe dönüştü ve Trujillo diktatörlügünün iktidarına son verdi.1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayında, özgürlük için mücadele yürüten Mirabel kız kardeşlerin anısına 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”olarak ilan edildi.Mirabel kardeşlerin yürüttüğü mücadele, sadece bir kadın hakları mücadelesi değildi. Onlar, Trujillo diktatörlüğüne karşı, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin öncüleri oldular. Yani onların mücadelesi kapitalizme karşı yürütülen bir mücadeleydi.
Egemenler tarihin hemen her döneminde, toplumun yarısını oluşturan kadınların örgütlü mücadelesinden korkmuştur. Kadın bir kez kapalı ev yaşamından çıkıp, hem kadın hakları, hem de demokrasi mücadelesine aktif olarak katılmaya başladığı andan itibaren, egemen güçler için çok önemli bir tehlike oluşmuş demektir. Bunun için kadınların örgütlü mücadeleye katılmalarını engellemek ve onların korkularını derinleştirmek için, öncü katledildiler.
Yani kapitalizmin, özel mülkiyetin ve sermayenin egemen olduğu bütün toplumlarda kadın sorunu her zaman var olmaya devam edecektir.
Özgürlük ve demokrasi kavramı ekonomik-politik ilişkiler sistemine göre şekillenir. Bu nedenle kapitalist sistem içerisinde kadınlar, bir kısım ekonomik ve demokratik haklar elde etseler de onların özgürlüğünü ve kurtuluşunu sağlayamaz. Özellikle toplumsal üretimde yer alan kadınların üretim karşısındaki rolleri nedeniyle işçi veya emekçi statüsünde olmaları, onların mücadele içerisindeki konumlarını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle özel mülkiyet ilişkilerinin bulunduğu bir yerde, ne sınıfın sınıfa eşitliği ne de cinsin cinse eşitliği söz konusu olabilir.
Kadının üretimde yer alması, onu iradesi dışında toplumsallaştırır ve toplumsal ilişkilerin zorunlu bir parçası haline getirir. Bu nedenle, üretimde yer alan bir kadının sömürülmesi ve baskı görmesi de farklılaşmaktadır. Erkek emekçilerle birlikte kapitalist tarafından ekonomik ve politik baskılarla karşılaşırken, erkeklerden farklı olarak da cinsel bir baskıya ve sömürüye maruz kalmaktadır. Kadınlar ekonomik-politik baskılarla birlikte cinsel baskılarla da karşı karşıyadırlar. Bu nedenle kadının özgürleşmesi, hem ekonomik-politik hem de kadın olmaktan gelen sorunlarının bir bütün olarak ortada kalkmasıyla olanaklıdır.
Çünkü gerçekten pratikte sadece “erkek haklarını” ilan eden geçmişin burjuva devrimleri, hiçbir zaman kadının eşitliğini sağlayamadı. Kadınların kapitalizm adı altındaki ilerlemesi, kısmen sınıf mücadelesinin bir yan ürünüyken, kısmen de kadınların üretimdeki rollerinin değişmesinin bir sonucu olmuştur. Gelişmiş kapitalist ülkelerde (dünyanın küçük bir azınlığı) bir takım politik haklar kazanılmıştır, fakat gerçek kurtuluşa ulaşılmamıştır ve kapitalizm temelinde asla ulaşılamaz.
Peki, kapitalist dünya sistemi içerisinde kadın gerçek anlamda özgür bir birey haline gelmeyeceğine göre, kadın özgürleştirilmesi nasıl sağlanacaktır.
Tarihsel süreçlerin hemen her büyük ayaklanması ve direnişi, kadınlar olmaksızın başarıya ulaşmış değil. Paris Komününde kadınlar iktidarın korunmasında en aktif unsurlarıydi,. Newyork ve Şikago işçilerin direnişlerinde kadınlar en önde savaştılar. 8 Mart'ın tarihsel eyleminin yaratıcıları yine kadınlardı. Dünyayı sarsan Ekim devriminde kadınlar hem politik önderlik bakımından hem de erkek işçi kardeşleriyle birlikte en önde bayrağı taşıyan güçler oldular. Sovyetler Birliğinde, sosyalizmin inşasında kadınların çok büyük katkıları oldu. Alman faşizmine karşı savaşan kadın partizanlar ve kızıl ordu savaşçı kadınların gösterdiği direnişler biliniyor. Yakın tarihimize baktığımızda, Kürdistan’da, Rojava da özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü yerlerde kadınlar mücadelenin özneleridir. Buralarda yeni Mirabel kardeşlerin sesleri yükseliyor.
İşte egemen sınıflar, bu gerçeği bildiklerinden, kadınların politikleşmelerini ve diğer ezilen sınıflarla birlikte emek mücadelesine katılmalarını engellemek için bütün olanaklarını kullanmaktadır. Özellikle emekçi kadınların siyasallaşmasını engellemek ve ideolojik, politik ve kültürel yozlaşmayı derinleştirmek için bütün medyatik araçlarınıı kullanmaktadır. Bu nedenle, sistemin elindeki medyatik araçlar, şiddetin uygulanmasında birer araç olarak kullanılmaktadır.Toplumsal yasaların zorunlu bir sonucu olarak mücadele kaçınılmaz olarak devam ettiğine göre kadınların mücadelesi de sürmektedir. Bu bakımdan kadının şiddete karşı yürüttüğü mücadele aynı zamanda ideolojik-politik bir mücadeledir...
Seher Yeğin