“Ancak yine de, hakikatin açığa çıkarılması, ulusal ve uluslararası hukuka uyulması arzusu ile yapılan araştırma çağrılarını böylesi açıklamalarla, tepkilerle geçiştirmek mümkün değil.”
Türkiye tarihi; zorla yerinden edilmelerin, kitlesel katliamların, kayıpların, savaş ve ağır insan hakları ihlallerinin, işkencenin, cezasızlığın, çeşitli zulüm şekillerinin yaşandığı bir tarih.
Bu süreçte çoğu kez, toplumun gerçeği, hakikati bilmemesi istendi, suçlular korundu. İktidar, muhalefet ve diğer güç odaklarının ”milli mutabakatıyla” ulusal ve uluslararası hukuk sıkça askıya alındı, yaygın ihlaller yaşandı.
Bunların çok az bir kısmını ulusal ve uluslararası yargı tescilledi. Türkiye ağır bedelleler ve yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.
Bugün ise ülkede, ulusal ve uluslararası hukukun, kuralların, uygulamaların ve işleyişin zerresinden söz edilemez durumda.
Türkiye geçmişle yüzleşmeden ve hakikatin açığa çıkmasından hep köşe bucak kaçtı. Çoğu kez bugün olduğu gibi siyasi amaç ve fayda için araçsallaştırdı. Sorunlar daha da ağırlaştı ve kronikleşti.
Son dönemde iktidarın; medyadaki, sivil toplumdaki, akademideki yandaşlarının, devletin ordusunun, polisinin, yargısının, her türlü kurum ve kuruluşunun yaptığı her eylem, bütün nefret ve kutuplaştırıcı söylemler yasa hükmünde addediliyor.
Eleştiren, sorgulayan ve karşı çıkan herkes, her kesim ve her kurum vatan haini ve düşman ilan ediliyor. Linç ediliyor, hedef gösteriliyor, yargı eliyle susturulmaya çalışılıyor.
Şimdi Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu üyesi, Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Şebnem Korur Fincancı ile CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hedefteler, linç ediliyorlar, yaşamları tehdit altında.
Nedeni, Türkiye’nin PKK’ya karşı yürüttüğü askeri operasyonda kimyasal silah kullandığına dair PKK kaynaklarının dolaşıma soktuğu video görüntüsünün ve iddiaların araştırılmasını istemeleri oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iddiaların araştırılmasını talep edenlerin en ağır biçimde cezalandırılacağını açıkladı.
20 Ekim 2022 tarihinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise twitter hesabından “iddiaları gerçek dışı olarak niteledi, ordunun envanterinde uluslararası hukukun ve anlaşmaların yasakladığı mühimmatın bulunmadığını ve askeri operasyonlarda bu türden silahların kullanılmadığını” paylaştı.
Türkiye’nin yakın tarihini belirleyen kirli savaşta; bilgi kirliliği daha da yaygınlaştı ve derinleşti, toplumsal kutuplaşma arttı.
Ancak yine de, hakikatin açığa çıkarılması, ulusal ve uluslararası hukuka uyulması arzusu ile yapılan araştırma çağrılarını böylesi açıklamalarla, tepkilerle geçiştirmek mümkün değil.
40 yıldır süren savaş döneminde yaşananlar, artık sorunları başka türlü ele almayı gerektiriyor. 1990’lara gitmeye gerek yok. Roboski katliamının nasıl ve kimler tarafından yapıldığına; bölge illerinde görev yapan komutanların çözüm sürecinde ne türden provokasyonlar yaptıklarına bakmak yetecektir.
Daha da ötesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında, Orduyu ve mensuplarını gözü kapalı kutsamanın ülkeye neye mal olduğunu tecrübe ettik.
Prof. Şebnem Korku Fincancı ve Sezgin Tanrıkulu’nun linç edilmesi, yargı eliyle susturulmak istenmesi iki farklı şeyi hatırlatıyor.
Güçlükonak katliamı araştırması iyi örnek
İlki Tahir Elçi’nin, Hrant Dink’in, Ahmet Kaya’nın medya ve siyaset ikilisinin işbirliğiyle öldürülmeleri, Akın Birdal’ın ölümün kenarından dönmesi.
İkincisi ise 15 Ocak 1996 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde 11 köylünün bir minibüsün içerisinde kurşunlanıp, yakılıp katledilmeleri olayı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı Güçlükonak katliamını PKK’nın yaptığını açıkladı. Genelkurmay Başkanlığı 16 Ocak 1996’da Ankara’dan yerli ve yabancı gazetecileri helikopterle Güçlükonak’a götürdü. Katliam bölgesinde gazeteciler 20 dakika inceleme yaptılar ve döndüler. Ertesi günü iktidara yakın tüm gazeteler, Genelkurmay Başkanını doğrulayan manşetlerle çıktılar. PKK ise bir gün sonra olayla ilgisinin olmadığını açıkladı.
Bir süre sonra bizler, Şanar Yurdatapan’ın girişimiyle geniş bir heyet oluşturduk ve 12 Şubat 1996 tarihinde Güçlükonak’ta incelemelerde bulunduk.
Heyette; Akın Birdal, Ali Bulaç, Prof. Ali Nesin, Ali Rıza Gülçiçek, Ali Ürküt, Bayram Bozgel, Bernice Rubena, Celal Başlangıç, Cem Özdemir, Christina Ercikson, Christoph Schwennicke, Davut Balçı, Ercan Kanar, Ferhat Tunç, Güliz Kaplan, Hasan San, Hüsnü Öndül, İhsan Aslan, İsmail Aslan, Leyla Peköz, Lütfü Kaleli, Mahmut Şakar, Mehmet Metiner, Münir Ceylan, Nadire Mater, Osman Okkan, Osman Tunç, Semih Eryılmaz, Simone Sitte, Siyami Erdem, Şanar Yurdatapan, Tahir Hatipoğlu, Veli Özdemir ve ben vardık.
İlk görüşmesini OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan ile yapan heyet; köy korucularıyla ve köy sakinleriyle görüşerek, olay yerinde inceleme yaparak yazılı bir rapor hazırladı. Bu raporu ve kayıt altına aldığı inceleme görselini, 16 Şubat 1996 tarihinde İstanbul’da basınla ve kamuoyu ile paylaştı.
Heyet, katliamı devlet güçlerinin yaptığını iddia etti ve açıklamanın suç duyurusu kabul edilmesini istedi.
Üç ay sonra Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, orduya hakaret edildiği gerekçesiyle heyet hakkında suç duyurusunda bulundu. Bir kısım heyet üyesi, uzun yıllar süren yargılama sonuncunda beraat etti.
Köylülerin yakılarak öldürülmesi davası AİHM’e taşındı. Türkiye “etkili soruşturma yürütmediği” için mahkûm edildi. Öldürülenlerin yakını 10 kişiye 15’er bin avro manevi tazminat verilmesine hükmedildi.
Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen, 13 yıl sonra Güçlükonak katliamını JİTEM’in gerçekleştirdiğini açıkladı. Ekmen, yakılan köylülerin kimliklerinin sapasağlam askerin elinde çıktığını belirtti.
Ekmen, Güçlükonak Katliamının yaşanmasından bir gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda PKK’nın ateşkesine Türkiye’nin ne cevap vereceğinin görüşülecek olmasına dikkat çekti.
2009 Nisan ayında Ergenekon zanlısı Levent Göktaş‘ın görev yaptığı dönemdeki bir devre arkadaşının savcılara ilettiği mektupta, Güçlükonak Katliamını Levent Göktaş’ın başında bulunduğu ekibin gerçekleştirdiği ve olayın PKK’nın üzerine yıkıldığı iddia edildi.
2009 Nisan ayında Güçlükonak soruşturması tekrar açıldı. Ancak devlet geleneği sürdürüldü, suçlular korundu. Soruşturma davaya dönüştürülmeden dosya kapatıldı. Bu ne ilkti ne de son oldu. Bugün de aynı şeyler oluyor.
“Geçmişle yüzleşme” iddiasıyla iktidar olan AK Parti, kısa sürede kendi devletini yarattı. Savaş suçlarının üstünü tek tek örttü, örtüyor.