Hatice Özhan, "Kadınların Kaleminden: Her Cumartesi Bir Mektup" köşesinde "… Ve tanrı kadını unuttu sonra!" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
… Ve tanrı kadını unuttu sonra!
“Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını erkeğe armağan etti.”
Aynı tanrının erkek tasarımı ise, “ Tanrı, kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı; sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği, adam etsin diye, kadına verdi.” şeklindeydi.
Hint tanrısı kadını her ne kadar edilgenleştirse de, onu bezediği imgelerle ölü sanılan hisleri harekete geçirmekle mahirliğini sergilemiş. Adam edilmeye muhtaç bir varlık diyerek nitelediği o “kalın derili”ye kadını bir armağan olarak sundurtsa da sözlerinden bu tanrı için kadın bedenin önemi haiz. Metnin ilerleyen bölümlerinde aşırıya kaçan pasajlardan tipik cinsiyetçi bir dinsel öğreti ile karşı karşıya olunduğu duygusu uyandırsa da nihayetinde yukarıdaki pasajdaki tüm imgelerin ana rahmi bedendir. Yeri geldiğinde naif yeri geldiğindeyse hoyratça tasvirlerin kadın ve erkeğe birden yapıldığı Hint Mitolojisinde özcesi anlaşılması gereken ayrıntı şu olmalıdır: Bedenin dikkate değer kılan şeyin onun “kutsallığı” veyahut dokunulmazlığı olmasıdır. Bedenle mesafeleşme şekliniz sizin yansımanızdır!
Nitekim, rüzgârın kararsızlığına hiç kapılmaksızın düşünerek söylüyorum ki beden ile insanın kurduğu ilişki belki de medeniyetin sayılı ölçütlerinden en önemlisi. Ebeveynin çocuğuyla kurduğu ilişki onun bedenine her türden saygıyı nasıl yansıttığıyla ilgilidir. Erkeğin kadına, kadınınsa erkeğe birbirlerinin bedensel dokunulmazlıklarını ve bütünlüklerini nasıl sağladıkları aralarındaki bağın niteliğini sunar. Devletlerin yurttaş veyahut insan algısı onların bedenlerini ne şekilde güvene aldıkları, hukukun kanun gücünü suçlunun bedeninde hoyratça mı yoksa adilane bir şekilde mi kullandığı ile ilgili bir medeniyet seviyesidir.
Sömürgeci, mesajını kadın bedeniyle iletir
Tüm bunların ötesinde, beden tartışmalarının yürütüldüğü disiplinlerde esas nokta kadın bedenidir. Kadının bedenine toplumların yüklediği anlam o toplumların anlam dünyasının zenginliğini ve bulunduğu medeniyet seviyesine işaret eder. Beden nosyonu kadının durumuna göre değişkenlik göstererek vücuda gelir.
Toplumlarda kadın durumunu anlamak için ise insanların cinsiyet ve kadın anlayışlarına bakılır. Anlayışlar hâkim politikalara, iktidarların ideolojik anlayışlarına göre şekillenir. Toplumların ekseriyetinde ince ayrımlarla birlikte temelde benzer anlayışlar olduğu görülür. Ulusların, minimal düzeyde toplumların anlayış ve kavrayışlarının orantılı bir medeniyet düzeyinde gelişebilmesi politikaların sömürgeci anlayışlardan arındırılması lazımdır. Bu noktaya değin tarihin arka bahçelerinde gizlenmiş acı hakikatler, savaşların vahşetli yüzünün korunduğu bu yerde savaşın domestik alana yayılışı hiçbir zaman iç açıcı olmamıştır. Toplumsal cinsiyet rollerinin bir sonucu olarak savaş mefhumunun eril özelliği, kadının yolu bu bahçeye bir savaşçı olarak düşmüş olsa dahi kadının yerini tartışmaya açmaktan vazgeçmez, kadını bedeniyle beraber sorunsallaştırır illa ki.
“Domestik alan” kirletilmesi gerekilen bir alandır her haliyle.
Kadın burada rol çalmaya gelmiştir…
Toplumun erkeğe atfettiği kahramanlık kavramını çalmaya gelmiştir kadın!
Şefkat kavramıyla donatılan, annelik misyonuyla göklere çıkartılan kadının savaşta yer alması bir kere racona terstir. Erkeklerin üstün rollerini üstelenerek toplumsal rollerin dışına çıkan kadına bilhassa da savaşılan tarafın erkeklerince büyük bir hınç hissedilir.
Namusla, annelikle özdeşleştirilen tarafın kendi alanlarına dâhil olduğunu, kahramanlık ve cesaret nosyonlarını onlarla paylaşacağını bilmenin verdiği eril hınç böylelikle kadınların savaşları farklı şekillerde tecrübe etmeleriyle sonuçlanır. Namusla özdeşleştirilen kadın bedeni savaşta vatan kavramıyla iki yönlü ilişkiliye hapsedilir. Vatanın korunması adına cinsel şiddetin yöneltildiği düşmanı temsil eden bir toprak parçasıdır. Ve yine vatanın korunması adına kadın bedeni ülke topraklarının korunmasıyla eş değerde tutulan bir namus meselesidir. Ülkesi elinden alınmakla “namusu” elinden alınmış olmak kaybeden taraf için eş değerdedir.
Toprak- vatan korunan, savunulan, sahiplenilen bir alandır, erkeğin kadın bedenine yüklediği anlamlardır tüm bunlar.
Bununla kalmayarak düşmana ders vermek adına kolonyalistin kadın bedenini tahrip etmesi gerçeği de vardır.
Kolonyalistin cinsiyetçi tutumu kendi politik amacıyla birleşerek bir ulusun kadın bedeni üzerinden aşağılanması örnekleri de var. Savaşlarda ölü ya da sağ ele geçirilen savaşçı kadınlarda fiziksel şiddetin yanı sıra cinsel şiddet de uygulamakla savaşılan tarafa bir ders verilir. Saldırıya uğrayan bedenlerin üzerinden hedefteki toplum yenilgiye uğratılmayı amaçlar. Bu aşağılık siyasetin dünyada çok sayıda örneği var ve medeniyetle aralarındaki makası gittikçe açan toplumlarda ise bununla yüzleşmek bir yana kalsın bunu bir erkeklik nişanesi olarak kirli ruhlarında gösterirler. Kimileriyse aradan otuz beş geçmesine rağmen yüzleşmenin bir yolunu illa ki bulurlar.
Sömürgeci aklın vasat yaratıcılığı
Bundan yedi sene önceki bir yargılama Mayalı kadınları bir nebzede olsa sakinleştirmiştir sanıyorum.
Guatemala'da iki eski ordu mensubu, cinayet, tecavüz ve yerli kadınları seks kölesi olarak kullanma suçlarından yargılandılar. Her ikisi 360 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ve mahkemenin kararı, Guatemala'da 1980li yıllarda ordunun işlediği cinsel şiddet suçlarına karşı kazanılan ilk dava olarak tarihe geçti.
Mahkeme, Francisco Reyes Giron ve Heriberto Valdez Asij'in insanlığa karşı suç işlediği hükmüne vardı.
15 yerli kadını seks kölesi olarak kullanmak, esir almak ve bir kadın ile iki kızını öldürmekten suçlu bulunan iki caninin yargılanması sömürgeci anlayışın yargılanmasıydı.
Devlet adına işlenmiş suçların yıllar aradan geçse bile cezasızlıkla ödüllendirilmeyeceğini bilmek rahatlatıcı. Savaşta memeleri, kulakları, burunları kesilen, tecavüzle kalınmayıp baldırlarından cinsel organlarından kasıtlıca yaralanan kadın savaşçılarla fotoğraf çektiren sömürgecilerin yargılanmaları da mümkün olsa keşke! Cesetlerin başında objektiflere keyif sigaralarından tüttürerek poz veren canilerin ve de sıradaki canilerin bundan yıllar geçse de yargılanacaklarını tahayyül etmenin sakinleştirici etkisi dahi anlamlı. Bir halka kadın cesetleri üzerinden yenilgiye uğratmak sömürgeci aklın vasat yaratıcılığıdır ve bu vasatlıkla karşılaşmak dünyanın her yerinde pek mümkün.
Yarattığı erkeği sözüm ona adam etmesi için kadına veren Hint tanrısının zengin imgeleme gücüyle nakış nakış ince ince işlediği kadın bedeninin uğradığı kaba muamelenin bir sonunun olmadığı çok belli. Hint tanrısının gergedan derisinin sertliğini verdiği erkeğin savaş meydanlarındaki ürkütücülüğü de son bulmayacak. Zulümlerin sonu tıpkı savaşların son bulmazlığı gibi. Eskiden olduğu gibi şimdilerde tüm kötülüklerin birbirlerini cömertçe beslediği dünyanın bir sonu var ama! Sonsuz sayıdaki iyilerle kötülerin bir sonu olan bu dünyaya ihtiyaçları olduğu gerçeği belki de uslandırabilir veyahut korkutabilir onları. Kötü erkeklerle iyi adamların da bu dünyadan başka sığınacakları bir yerleri yok. Uslanmaları için önlerindeki belirsiz süreyi kullanmaya başlasalar iyi olur belki de!
Hatice Özhan Kimdir?
HATİCE ÖZHAN, 1984 yılında Doğubayazıt’ta doğdu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra yüksek öğrenimine çeşitli üniversitelerde ve bölümlerde devam etti. VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi Radyo-Televizyon Yayımcılığı, Anadolu Üniversitesi Sosyoloji ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümlerinden farklı dönemlerde mezun olan yazarın ilkin gelen mesleği gazeteciliktir.
Dicle Haber Ajansı’nda(DİHA) haber muhabirliği yaptı. Van, Diyarbakır, Ağrı, Iğdır şehirlerinde haber muhabiri olarak faaliyet gösterdi. 2014 senesinde, merkezi Erbil’de olan BASHABER Gazetesi’nin İstanbul muhabiri olarak çalıştı. Muhabirliğin yanı sıra, Özgür Gündem ve Gazete Duvar isimli gazetelerde düzenli yazıları yayımlanmış olan yazar, İsviçre merkezli Sonhaber.ch adlı internet sitesinde editörlük ve köşe yazarlığı görevlerinde bulundu. Yazar şu an, Özel Eğitim alanında Uzman Öğretici olarak çalışma hayatını sürdürmektedir.
Bugüne kadar kendi adıyla çıkardığı roman ve denemeden oluşan dört kitabı bulunan yazar halen de, yazım çalışmalarını sürdürmektedir.
Yazarın Kitapları:
Çifte Yalnızlık (roman), İzan Yayıncılık (2021),
Loş Oda (roman), Dorlion Yayınevi (2022),
İran’ın İffetsiz Kadınları (deneme), Ange Yayıncılık (2022)
Heybet (Roman) Red Yayınları (2023)