Geleceğe güvenle bakabilmenin, toplumsal korkulardan arınmanın, toplumsal parçalanmışlığa son vermenin bir yolu da yerel yönetimlerin toplumsal barışın inşasında etkin rol üstlenmeleridir.
Türkiye’nin 2023 Mayıs seçim sonuçlarını belirleyen en önemli siyasi konularından birisi de, Cumhur İttifakı’nın toplumu kutuplaştırma siyasetine karşı Millet İttifakı partilerinin kutuplaştırmayı önleyici etkili, inandırıcı ve net alternatif söylem ve politikalar geliştirememesi oldu.
Hatta çoğu zaman ayrımcı, Türk milliyetçisi söylemlere ve politikalara eşlik ettiler, ya da iktidarın yarattığı korku ikliminin etkisi altında kalan tutumlar sergilediler. Bu yaklaşımlar, barışın toplumsal zeminini daha da zayıflattı.
Seçim sonrası Millet İttifakı partilerinin bu türden yaklaşımlarında ve politikalarında radikal bir değişim gözlendiğini söylemek çok zor. Aksine birçoğu kendi doğal sınırlarına çekildiklerinde, sorun daha da büyüme sinyalleri veriyor.
Hakkını teslim etmek gerekiyor. CHP’nin 38. Kurultay’ında “değişim” iddiasıyla genel başkanlık koltuğuna oturan Özgür Özel’in bu çerçevede en azından şimdilik tercih ettiği dil, sergilediği yaklaşım ve tavırda gözle görülür bir değişikliğin olduğunu söyleyebiliriz.
Bunlardan biri de birkaç gün önce Türk milliyetçisi siyasi aktörlerin şehvetle saldırdıkları Şeyh Said meselesi konusunda bir söyleşide kullandığı dil, sergilediği yaklaşımdır.
Özgür Özel’in bir TV programında kullandığı “Şeyh Said ayaklanmasının bastırılması sırasında oluşmuş acılar, bugün bazı torunların kalbini acıtıyorsa, o acıya saygılı olmak gerekir” sözleri, CHP’deki makas değişikliğinin anlamlı işaretlerinden biri. Özgür Özel’in radikal Türk milliyetçisi kesimlerle arasına koyduğu mesafe, toplumsal barışın inşasına bir parça da olsa katkıdır. Daha da önemlisi siyaseti ve toplumu bir anlamda geçmişle yüzleşmeye davettir. Kutuplaşma siyasetinin panzehirlerinden birisi de bu yaklaşımdır.
Bu ve buna benzer birkaç yaklaşımın ne kadar yerel seçim yatırımı olduğu veya politik değişim çabası olduğu; yerel seçim sürecinde izlenecek işbirliği, yerel yönetim politikaları ve özellikle İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi Batı’daki büyükşehirlerde tercih edilen adaylarla daha net anlaşılacak.
Toplumsal kutuplaşmaya karşı etkin mücadele; siyasi, kültürel ve inanç olarak farklı toplumsal kesimlerin yerel hizmetlere hızlı, eşit ulaşımını sağlamakla ve adil paylaşım perspektifiyle hareket etmekle olabilir.
Toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmeyen, yok saymayan, toplumsal sorunları güvenlik sorunu olarak kodlamayan, her türden toplumsal farklılıkları değişimin, dönüşümün dinamiği ve zenginliği olarak gören anlayışlara sahip yerel ve merkezi yöneticiler ülkenin geleceğini belirleyecektir.
Bu anlamda bugün, “yeni hemşericilik anlayışı” ekseninde yerel yönetim anlayışına sahip adaylar fazlasıyla önem arz ediyor.
Yeni hemşericilik anlayışı, geldiği yerin değil, yaşadığı yerin eşit ve onurlu yurttaşlarının bağ ve ilişkilerinden oluşur. Herkesin eşit ve ulaşılabilir hizmet alması ve yönetime katılması anlamına gelir. Toplumun bütününü gözetmek, tekçiliğe karşı durmaktır. Bu anlamda barışçı yerel yönetim demek, toplumsal barışın sağlanmasında etkin ve anlamlı rol üstlenmek demektir.
Başka bir belediyecilik
Yoksa şimdiki gibi büyükşehirlerde gettolaşmış, göç ettiği kente, köye, ülkeye göre hayata geçirilen hemşerici yaklaşımın hayata geçirilmesi değildir. Kent kültürü, modern kent alışkanlığı ve yaşamı böyle gelişir. Tekçi anlayışlara karşı çoğulcu toplum savunusunun yerellerde anlam bulmasıyla toplumsal tıkaç vazifesi görürler.
1996 yılında İstanbul’da yapılan Habitat II Zirvesi kararlarında, 21. Yüzyılda yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin önemi, uluslararası arenada ilk kez kabul görmüştü.
Daha sonra bir çok Avrupa kentinden barış belediyeciliği yaklaşımı gündeme gelmeye ve uygulanmaya başladı. Avrupa Barış Enstitüsü, yerel yönetimlerin sürdürülebilir barış için önemini ifade eden bir dizi kararlar aldı.
Birleşmiş Milletlere üye devletlerin 2016 yılında aldığı, 2030 yılına kadar yürütülecek “Sürdürülebilir Kalkınma ve Adalet (17 SKA)” kararı da bu kapsamdadır. Özelikle yerel yönetimlerin “SKA 16 Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar“ maddesinde, toplumsal barışın sağlanmasında yerel yönetimlerin görev ve sorumluluk alanları tarif ediliyor.
Bugün dünden daha fazla Bolu Belediye Başkanı “Bu şehirde Arapça tabela asılmasına ve Geçici Sığınmacıların bu şekilde bir araya gelmesine izin vermeyeceğim“ gibi sözlerle mültecilere, ötekileştirilmiş olanlara karşı nefret söylemli ve ırkçı yaklaşımlar sergileyenlere değil, barış belediyeciliğini yapanlara ihtiyaç var.
İlki 2015 yılında Montreal’de, ikincisi 2019 yılında Düsseldorf’ta, üçüncüsü 2021 yılında 10 Aralık Dünya insan hakları haftası kapsamında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Uluslararası “Bir Arada Yaşam Zirvesi 2021” gibi çalışmalar her yerde daha çok yapılmalı. Irkçılıkla, statükoculukla değil, böylesi çalışmalarla yerel yöneticiler toplumsal barışa katkı sunabilirler.
2021 yılında yapılan zirvede, farklı ülkelerden, farklı kültürlerden birçok belediye başkanı ve uzman, dünya kentlerinde yaşanan sosyal uyum ve kent haklarına eşit erişimde karşılaşılan zorluklara ortak çözüm geliştirmek için karşılıklı deneyimlerini paylaştılar. Böyle bir çalışma Türkiye’de sanırım ilk defa oldu.
Geleceğe güvenle bakabilmenin, toplumsal korkulardan arınmanın, toplumsal parçalanmışlığa son vermenin bir yolu da yerel yönetimlerin toplumsal barışın inşasında etkin rol üstlenmeleridir.