Yazar ve siyasetçi Yüksel Mutlu, bugünkü köşe yazısında "Eylül" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yapacağımız bir şey var o da “yaşasın barış” ”bijî aşitî”
EYLÜL
Bir gün sembol olarak ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin “şu insanlar bıraksalar da bende kuş olup uçsam” diyecek. Yapacağımız bir şey var o da “yaşasın barış” ”bijî aşitî” demenin yanında toplumsallaştırmak için emek vermek…
...Daha bir demet kır çiçeği
alıp koymadık vazoya
Güller mi unutturdu bize sevinci
yoksa aşındırdık mı kimi duyguları,
Şöyle bir akşam,
söyleşemedik dostlarla
erkenden kapandı perdeler
yorgun muydu çocuklar da
Her gün yağmalanan
talan edilen sevincimiz
kurudu galiba büsbütün
su yürümüyor dallara
Ahmet Telli
Eylül olunca aklımıza ilk gelen şey 1 Eylül Dünya Barış Günü oluyor. Tabii sonbaharın ilk ayı, hazan ve hüznün ayı olarak da biliyoruz. Ama zaten tüm aylar bizim gibiler için bu duyguların her mevsim yaşandığı zamanlar. Şimdi dönelim 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne aslında önce barış grubu üyesi Barış Meclisi’nin kurucularından Ali Şükran Aktaş’ı anarak ve ona saygıyla başlamalıyım. Erken bir kayıptı ve barış mücadelesine bedel ödeyerek, emek vererek uzun yıllar çalışmalar yürüttü. Fakat ne yazık ki diğerleri gibi o da barışı göremedi. Mutlaka devri daimdir şimdi… Ali Şükran’ın şahsında ondan önce barış mücadelesinde tüm kaybettiklerimiz anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği ve 2. Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olan 1 Eylül, savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor. Barış günü olarak kutladığımız bugün dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar devam ediyor.
Barış hakkı 2. Dünya Savaşı sonrasında hazırlanan İnsan Hakları Bildirgesi’nde ve Birleşmiş Milletler’in çeşitli kararlarında vazgeçilemez temel insan hakkı olarak tanımlanır.
Her yıl bugüne dair uzun yıllardır basın açıklamaları, mitingler, paneller, çalışmalar yapılıyor. Merak edenler önceki yıllardaki açıklamalara baksalar, tarasalar uzun yıllardır barışla ilgili neler denmiş hangi metinler okunmuş, her yıl hemen hemen hepsi aynı noktada birleşmiş görünüyor. Tabii barış son derece pozitif bir kelime pozitif olduğu kadar da gerçekleşebilir rasyonel bir tanım. Kimler barışacak, neden barışmaya ihtiyaç var? Savaştan medet umanların yoksunluğu, zavallılığı, insanı, doğayı sevmeyenlerin barışla ne işleri olabilir ki…peki barış severlerin barış isteyenlerin karşısında savaş severlerle nasıl mücadele edip bu topluma ne diyeceğiz, nasıl etkileyeceğiz?
Dünyada savaşların ve çatışmaların yaşandığı ülkelerde yoksul halklar, kadınlar yaşamını yitiriyor şiddeti yaşıyorlar. Mesela, Rusya’nın Ukrayna işgali ile devam eden savaş büyük acılar üretmeye devam ediyor. Libya ve Suriye iç savaşında yüzbinlerce insanın yerinden edilmesine neden oluyor. Bizde de neredeyse yarım yüzyıla yaklaşan savaş ve çatışma ortamı, Türkiye’nin Kürt meselesinde çözümsüzlükte ısrarı, güvenlikçi politikalarla sürdürmek istemesi birçok insanımızın hayatını kaybetmesine, derin yoksulluğa, kadına yönelik şiddetin artmasına neden olmaktadır.
Ulus devlet zihniyet kalıpları içinde tekçilik en büyük sorun, farklılığı kabul etmeme başta olmak üzere Kürtler ve toplumun diğer kesimlerinde de dışlayıcı politikalar olarak sirayet etmektedir. Bu yüzden de toplumsal barışın inşası zor olmaktadır. Başta insan hakları olmak üzere 40 yılı aşkındır süren çatışmalar, İmralı’da Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit ile birlikte tüm topluma dayatılan tecrit olarak görmek gerekiyor. Sadece İmralı adasındaki tecrit bile hükümetin çözümden ne kadar uzaklaştığını göstermeye yetiyor. Bu kutuplaşma durumu çatışma ortamını körüklüyor, diğer toplumsal sorunlarında artmasına sebep oluyor. Tüm sorunları olumsuz etkileyen bu durumun tüm Türkiye toplumunu da tecrit altına alan bu meselenin çözümü için herkesin çaba, emek göstermesi gerekiyor, çünkü aynı zamanda temel insan hakları ihlali.
O yüzden de Ortadoğu’yu da sarsan en temel mesele Kürt sorunun çözümsüzlüğü Türkiye’de uzun yıllara yayılan çeşitli hükümetlerin gelip geçtiği, bazılarının çözüm konusunda Kürtleri kandırmaya çalıştıkları, kimilerinin de çözme konusunda en ufak bir irade gösteremediği bu coğrafya zalimlerin zulmüne meydan olmuş ama bir o kadar da destansı direnişlere kaynaklık etmiş bir mesele.
Bugünlerde barış haftası etkinlikleri yaparken aklımızdan çıkarmamamız gereken şey kadınların içinde yer almadığı ne barış görüşmelerinin gerçek olacağı ne de toplumsallaşmamış barış meselesinin gerçek olamayacağı... Asıl mesele halkların, kadınların kendi barışlarına sahip çıkabilmeleri bunu da siyaset kurumunun öncelikli sorun olarak görüp çalışmasını yapmalı. Tabii STK’lar, kadın örgütleri de bu öncülüğü yürütmeli. Hele de bu günler, Kürtçe halaya, Kürtçe diline, giyimine kuşamına, yollardaki Kürtçe yazılara bile tahammül yokken neler yapılabilir ve bunlarla nasıl mücadele edilir? Dünya barış günü sade miting, bir iki gösteriyle atlatılacak zamanlar değil, hepimizin önünde acil görev olarak duruyor. Türkiye Kürt barışını gerçekleştirmek zorunda aksi halde daha güçlü bir şekilde Barış demeye devam etmeliyiz. Hele de bir spor karşılaşmasında “yeşil” in posteriyle Amed spor maçına geliniyorsa ve bunu savunanlar da varsa daha vahim.
Topluma dayatılan tekçilik, milliyetçilik, militarizm, ötekileştirmenin son bulması için iktidar uyguladığı tecrit politikasından vazgeçmeli. Bir gün sembol olarak ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin “şu insanlar bıraksalar da bende kuş olup uçsam” diyecek. Yapacağımız bir şey var o da “yaşasın barış” ”bijî aşitî” demenin yanında toplumsallaştırmak için emek vermek…