Bugüne kadar birçok partide kadınlar daha çok seçim çalışmalarının destekçileri, kurabiye yapanları, ya da erkek aday için çalışanlar oldu.
İktidarlar, erkek egemen bir dille kadınları 'dışarının' tehlikeli, ev içinin daha güvenli olduğuna inandırmaya çalışıyor. Oysa, kadınlar siyasete daha çok katıldığında daha iyi bir toplum olunacağına dair güçlü bir inanç var
Erkek egemen siyasetin de bir dili var, cinsiyetçi, ayrımcı, savaşçı, ötekileştiren bir dil. Erkekler bunu nasıl başarıyor, nasıl uyguluyor, destekleri nerelerden alıyorlar? Beş bin yıldır nasıl değiştirilerek ve yeniden inşa edilerek, beslenerek bu günlere geldi?
Kamusal alan ve onun kurumsallaştırdığı patriyarka, ataerkillikten beslenerek hegemonik erkekliği yarattı. Bu da yetmedi, meşrulaştırdı. Hayatın her yerine sirayet eden bu anlayış zamanla yöresel ve bölgesel farklılıklar gösterse de sonunda kendine erkek egemen bir dil oluşturdu.
Siyaset alanında da böyle oldu, kadınlara yer açmadı erkekler, erkek devlet ve iktidarlar da bu ideolojide olunca…
Türkiye’de seçme seçilme hakkı 1934’te veriliyor ve 1935’te Meclis'e 17 kadın milletvekili giriyor. Fakat daha sonraki seçimlerde bu sayı yarıdan aza düşüyor. Şimdi ki sayılara bakıldığında da çok değişen bir şeyin olmadığı aşikar. Egemen siyaset yürüten erkekler, parti içinde ya da meydanlarda “kadınlarımız, çocuklarımız” diye başlayan birçok cümle kuruyor ve hala buna devam ediyorlar. Erkekler kendi egemen dillerini hem siyasal alanlarda hem de ev içinde çocuklarına, eşlerine karşı inşa ediyor.
Ulus-devlet ideolojisi erkek egemenlikli olduğu için toplumsal eşitsizlik derinleştikçe, bunu destekleyen devlet aygıtı ve cinsiyetçi, milliyetçi iktidarlar da devamcısı olan tüm anlayışlarla kol kola geriyor. Erkek egemen bir dille kadınları, “dışarının” tehlikeli”, içerinin” yani ev içinin daha güvenli olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Yaşamın hiçbir yerinde ev de dahil olmak üzere kadının adının olmadığı, sözünün geçmediği, kamuda, yerel siyasette esamesinin bile okunmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Siyaset ve erkeklik yan yana birbirini besleyerek ilerliyor. Ta ki kadın örgütleri ve kadın hareketleri bu meseleye el atana kadar? Acaba o zamana kadar erkekler şunu dedi mi; “biz ne yapıyoruz, kadınları niçin öldürüyoruz, neden kamusal alana çıkmalarını engelliyoruz, neden eziyet ediyoruz, neden mülksüz bırakıyoruz, neden boşandığımız kadınlara verdiğimiz üç kuruşluk nafakaya göz dikiyoruz? Bu sorular çoğalıp gider…
Türkiye’de kadın hareketleri ve Kürt kadın hareketi özgürlük, eşitlik için uzun yıllardır mücadele veriyorlar. Erkek devlet ideolojisinin kadınlar için esaret demek olduğunu, kadınları kurtaramayacağını, ulus devlet ideolojisinin kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmeyeceğini, ancak ve ancak mücadele ederek hakların alınabileceğini biliyorlar. Bu bilinçle mücadeleye devam ediyorlar. Cezaevlerinde, evde, siyaset yaptıkları örgütlerde ve yaşamın her alanında mücadele veriyorlar.
Kadınlar, ulus-devlet anlayışının erkek egemenliğini garanti altına aldığını yaşayarak görüyorlar. Yargı, dini kurumlar ve yandaş medya eliyle cinsiyet eşitsizliğinin beslendiğini görüyor, yaşıyorlar.
Demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerde kadınların özne değil, sadece nesne olduğu, devletin eril zihniyetin çıkarları için politikalar ürettiği, devreye soktuğu yüzlerce yasa ve uygulamayla da ortada.
Bugüne kadar birçok partide kadınlar daha çok seçim çalışmalarının destekçileri, kurabiye yapanları, ya da erkek aday için çalışanlar oldu. Bırakalım eşbaşkanlığı, kota uygulamasından bile rahatsız olan çokça erkek var.
Kürt kadınlarının kadın özgürlük mücadelesi, Türkiye’de her şeyi değiştirecek bir şey yaptı. O da siyasette eşbaşkanlık sistemini uygulamasıydı. İktidar bundan çok rahatsız oldu. Fakat toplumda karşılık bulan, “Eşbaşkanlık mor çizgimizdir” diyen bu paradigma, eninde sonunda toplumu dönüştürecek bir güç olacaktır.
Ben Seçerim Derneği, KONDA ile yaptığı “Türkiye'de Kadın Siyasetçilerin Durumu ve Beklentiler Araştırma” çalışmasından birkaç örnek verelim. Araştırmaya göre; kadınlar siyasete daha çok katıldığında daha iyi bir toplum olunacağına, gelişeceğine bir inanç var. Mesela araştırmaya katılanların yüzde 61’i partilerde kadın kotasının mecburi olması gerektiğini düşünüyor. Buna karşılık, bu fikre katılmayanlar toplumun sadece yüzde 23’ünü oluşturuyor.
AKP seçmeni erkekler ise kadın kotası konusunda en katı grupta yer alıyor. Bu seçmen kümesinin yüzde 34’ü mecburi kadın kümesini doğru bulmazken, yüzde 30’u erkeklerin daha çok olması gerektiğini düşünüyor.
Hal böyleyken, erkek egemen dilin ve politikalarının yarattığı tahribatın giderilmesi kolay değil. Binlerce yıllık iktidarın değişmesi de ancak güçlü bir mücadele verilerek mümkün olabilir, olmalı da... Çünkü bu bir insanlık sorunudur.