Önceki gün yine iktidar eliyle sağlanan büyük bir vurgunla karşı karşıya kaldık. Erdoğan’ın talimatıyla Merkez Bankasından verilen kararla TL yine değer kaybederken dolar 11 TL’yi geçti. Bir avuç asalak büyük vurgun vurdu. Onlar oturduğu yerden dolardan dolar kazanırken, üretenler, işçiler ve emekçiler daha da yoksullaştı.
Benzine, gaza, iğneden ipliğe yine zam geldi. Asgari ücret 250 dolara düştü. Patronların milyarlarca vergi borcu bir kalemde silinebilirken, 25 milyon dar gelirli icraya verilmiş durumda. İç ve dış borç katlanırken, kapitalist şirketlere dolar cinsinden garantiler sunulmaya devam ediyor. Ekonomik krizin tüm yükü işçi ve emekçilerin sırtına yıkılıyor.
Faize karşıymış payesi takınılır, helalden haramdan söz edilirken 10 ayda yabancı tefecilere 160 milyar faiz ödendi. Kredi kartı faizleriyle emekçilerin kanı emiliyor. Borçlandırılmış milyonlarca üretici, esnaf, emekçi bankaların ve tefecilerin faiz cenderesi altında inliyor. Ekonomi, faiz ve tefecilik üzerinden döner hale geldi.
Ancak, tüm bu kötü gidişatın sorumlusu olan Erdoğan iktidarının ömrüne zaman biçildiği de bir gerçek. İktidar TL gibi hızla eriyor. İşçi ve emekçiler, halklar, henüz örgütlü bir güçle mücadele sahnesinde yer almasa da AKP’deki kitlesel kopuş sürüyor. İç çelişkileri derinleşiyor. 50+1 seçim sistemini getirerek hiç bitmeyecek bir iktidar hayali kurmuş olan Erdoğan, şimdi yüzde otuzlarda seyrediyor. Önceki gün, tefecilere altın tepside milyarlar sunmasıyla birlikte oy kaybı daha da büyüdü.
Tek adam düzeninden kurtuluş en acil durum haline gelmişken, bu aynı zamanda muhalefet partileri tarafından iktidara gelmeleri halinde nasıl bir icraat sergileyeceklerini dile getirme yarışına dönüyor. Kimin cumhurbaşkanı olacağı, kimin başbakan olacağı üzerine hesaplar yapılıyor, niyetler açıklanıyor. Millet İttifakının vücut bulmasında önemli bir rol oynayan CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “nasıl bir Türkiye, nasıl bir gelecek” sorusuna yanıt aradığı görülüyor. Kılıçdaroğlu adeta “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyor.
Ancak, 2002’de yönetimi tek başına devralan AKP’nin nasıl bir “demokratikleşme” ve geçmişle hesaplaşma söylemi kullandığı ve bunun bugün nasıl korkunç sonuçlara dönüştüğünü yaşıyoruz. Kürt sorunundan, dış politikaya, ekonomiden tarıma, Alevilerin taleplerinden yaratılmak istenen kamplaşma ve iç kavgalara vardırılmak içten keskin bir süreç içindeyiz.
Tek adam yönetimine son verip yerine “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçmekle Türkiye’nin devlet-sitem olarak düze çıkarılamayacağını vurgulamaya gerek var mı? Zira Türkiye’nin devasa sorunları var ve bunların önemli bir bölümü Erdoğan’ın tek adam yönetiminden önce da vardı. CHP’nin tek parti döneminin sorunları, CHP’nin içinden çıkmış olan sonraki DP ve devamcılarının açtığı, çözümü devletin köklü bir değişime uğramasını gerektiren derin yaralar…
Dolayısıyla ilk genel seçimde AKP’den kurtulmanın ekonomik, sosyal, siyasal birçok alanda bir kurtuluşa denk gelmeyeceği aşikardır. Helalleşme buradan çıktı. Bu söylem, CHP’nin sermaye örgütleriyle görüşürken diğer yandan AKP iktidarından ve önceki tüm yönetimlerden büyük acılar çekmiş olan, katliamlara, kıyımlara, işkencelere, idamlara maruz kalmış tüm halklara seslenmesinin altında yatan köklü sorunların yaralarını taşıyan milyonların desteğine yöneliktir.
Reklam
Kılıçdaroğlu’nun önce evinden kısa bir video ile ilan ettiği ardından TBMM’deki grup toplantısında detaylandırdığı “helalleşme” AKP’nin tükenmekte oluşu yeni bir arayışın aciliyet kazandığı bu ihtiyaçtan doğmuş oldu. “Cumhuriyetin kuruluş partisi CHP” Liderinden böylesi bir vurgunun yapılmış olması önemli bir gelişmedir. “Helalleşme”nin çağrışımlarına takılmadan Kılıçdaroğlu’nun dikkat çektiği sorunların çözümüne odaklı demokratik bir muhalefet geliştirmeye kafa yormak gerekiyor. AKP’yi başımızdan defederken, eskiye razı olmadan, bir hedefe kilitlenmenin zamanıdır.
Demem o ki; helalleşme vesilesiyle gündeme getirilenlerin güçlü bir yüzleşme ve hesaplaşmaya dönüşmesi ve tüm düzen partilerinin yaşattıkları acıların temsilcileriyle köklü bir hesaplaşmanın doğru bir yola oturtmasını sağlayacak olan, işçi ve emekçilerin, demokratik, sol, sosyalist güçlerin birleşik mücadelesi olacaktır.