Geçtiğimiz haftayı boydan boya kaplayan ve gündeme oturan kadın eyleminin şiarıydı başlıkta tek cümle. Genç bir kadın yazarın, yıllar öncesinde yaşadığı taciz vakasını, adı ve sanı ünlü yazar erkek faili açıklayarak başladı. Çağrı önemliydi; gizli kalmış, açıklanmasının önünde dağlar gibi yığılı nedenlerin olduğu bu en bela durumun artık çığa çıkması gerekiyordu. Nitekim onun çağrısına öyle çok kadın yanıt vererek ifşa eylemine girdi ki, bu kez şiar, “uykularınız kaçsın” ile birleşti, sinema sanatçıları, oyuncu, şiddet görmüş pek çok kadın ifşa ağına girdi ve kendi dilinden hikayeleri topluma yayıldı. Kadın çığlığına koşup gelen kadınlar, kadın örgütleri büyük bir dayanışma gösterdiler, protesto bildirileri çıkardılar, medyanın kadın bölükleri çağrının yanında durarak büyümesini sağladılar, yayınevlerinin kadın yöneticileri malum şahıslarla sözleşmelerini iptal ederek “taciz” in bu haline karşı destek sundular.
Hani bir halk deyişi vardır; bıçak kemiğe dayanınca keser. Ya da su dolar, kova taşar! Bu da böyle oldu. Ünü kendin büyük misali erkek yazarlar, ünlü siyasi figürler kadın çığlığının rüzgarında, çürümüş ahlak ve vicdanlarıyla savrulup dökülmeye başladılar. Mesela Hasan Ali Toptaş’ın ağzından ilkin dökülen “özür dilerim” tiradı çabucak, “yalan-iftira-hesap soracağım” a yerini terk etti. Öteden beri kadın hareketiyle kavgalı Sevan Nişanyan, kendisinin de bir dışlanan olduğunu unutarak, erkeklik kültürüyle donanmışlığını gösterdi, Toptaş’ın yardımına koştu. İşi, bir kadın sendikacıya dil uzatmaya, onu, tam da iktidarın ağzıyla “terör” yandaşlığı ile yaftaladı, kadın hareketini ezip geçtiği “bacı” kültürünü yeniden ağzına alma ucuzluğuna düştü.
Yetmedi bu, “uykuları kaçan” erkeklik asları’na, “uçkur edebiyatçıları” dahil oldu. Mesela, bütün hayatında cinselliği tam bir erkek şehvetiyle yaşadığını ciltler boyu döktüren Gün Zileli, Toptaş’ın yardımına koştu. Yine, romanlarında cinselliği, “erkek şehvetiyle” işleyen Muzaffer Oruçoğlu, - hayranları esef içinde, devrimci tarihini yaktı- kadınları dar kafalılıkla suçladığı dili herkesi şaşırttı desem yeridir. Ama aslını, erkek ayrıcalığına paydaş olduğunu açığa vurduğunu kabul etmeliyiz. Bir tacizciyi savunurken erkekliğin safrasını önümüze boca ediverdi çünkü. İşi kadın gazeteciye sözlü tacizde bulunabildi.
Medyanın kadın ağlarını çok tarayamadım bu yazıya başladığımda, o nedenle başka hangi erkeklik numuneleri düştü bilgi ağına, kimlerin uykusu kaçtı, bilmiyorum ama onlara eklenen sol siyasi figürler, sinema yönetmeni erkekler vs., hepsi aynı tezgahın tornasından çıkmışlardır. Erkek egemen kültür, kapitalist sistemin erkeklere sunduğu her türlü ayrıcalıkla kuşalı erkek kibri, küstahlığı, kadınları, cinsel malzeme olarak ele alma, bütün güzel kadınları, iltifat kılıfıyla sözlü hak sayma ve diğerleri...
Sayıları ve meslekleri sayılamayacak kadar çoktur ama sayılarından daha önemli olan, erkeklik dayanışması kültüne katılımlarındaki diğer ortak özellikleri. Hepsi ünlü, hepsi alanlarında birer “otorite” haline gelmiş, hepsi para pul sahibi, çoğu gösteri dünyasına dalmış çoktan. Kimileri gösteri dünyasına dalmanın acemilikleriyle bocalayıp, ya da taciz suçlarıyla yüklü ölümü beklerken intihar ediyordu. Kitapevi sahibi İbrahim arkasında böyle bir not bırakarak gitti. Onun intiharı, erkekliğin safrası tacizcileri ikinci bir kez kadınlara karşı saldırı vesilesi vermiş oldu. Şimdi artık, erkeklik korosuna göre, kadınlar, sadece ifşa ile değil, intihardan da sorumlu idiler, zavallı erkekleri linç ediyorlardı! Üstelik sadece “solcu” larla uğraşıyorlardı, “sağcı” ları, faşistleri unutuyorlardı! Daha neler neler…
Aslında bu son iddialarına, intihara başvuran İbrahim yanıt vermiş notunda; herkese doğruları söylerken kendim aynı çukurdaydım, bu sonu hep bekledim. Yetmez mi? Yok yetmiyor bu erkek korosuna Onlar, tıpkı cinayet işleyen erkeklerin suçunu annelerine yüklemekte yarışan hemcinsleri gibi, bir tek intiharın suçunu da kadınlara atmak isteyen, erkeklikten “bilinçli” müfteriler. İktidardaki erkek egemenliği zihniyet onlara da sirayet etmiş, farkında bile değiller belki de. Ama erkekliğin safrası taciz suç demetine asli fail oldukları ya da olmaya heveslendikleri kesin. Bir de kadın özgürlüğü için yazanları, mahpuslarda yatanları yok mu, işte onların bugün taciz suçunu meşrulaştırıp diklenmelerine ne demeli? Sağcıların hallerini öne sürüp kendilerine imtiyaz istiyorlar besbelli.
Aslında olan biten şu: Onlar 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla geçememişlerdir. Onlar hiç olmazsa son 20 yılın dünya kadın hareketini doğru okuyacak gözlüklere sahip değiller. Dünyada bir kadın devrimi hayaletinin dolaştığından da bi haberler. Hatta kadın devrimi de ne ki diyen şaşkınlar. Onlar dünyaya yayılan kadın mücadelelerinin taleplerinden ve de gücünden haberdar değiller. Onların bildikleri sosyalizm ezberlerini kadın aklı ve bilincinin yıktığını da idrak edemiyorlar. Onların sosyalizm deneylerine bakışı, kadın meselesini hala feodalizme has bir şey olarak görüp, her tür devrimin ikincil meselelerindendir diyen durakta duruyor. Burunlarının dibinde yeşeren Kobane kadın devrimini de bu yüzden anlamış, sindirmiş değiller.
Çok örneğini gördük. Mesela çok havalı bir sosyalist okul arkadaşımı hatırlıyorum. Biz üç kadın arkadaş, sosyalizm deneylerini ve kadın devrimi üzerine konuşuyorduk. Bize kulak misafiri olan ve ev sahibi arkadaşımızın eşi olan şahıs, birden şöyle dedi: Şimdi anladım meseleyi. Sizin sosyalizminiz, kadın devriminiz bana karşı! Doğru kavramıştı gerçeği ve zaten boşanmaları gündeme gelince mülkiyet canavarı kesildi.
Şimdiki tacizciliği yapan ve savunanlar da kadın aklı ve kadın iradesiyle, kadın bilincini yükseltmiş, örgütlemiş, partiler gibi karma yapılardaki erkeklik duvarların çatlatmış gelişmelerinden habersiz görünüyorlar. . Edebiyat, sinema ya da diğer sanat dallarında eski bildik erkeklik akıllarının sürüp gitmeyeceğinde habersizler. Kendinden habersizlik ancak bu kadar olur!
Tabii ne ilkler ne de son olacaklar. Erkeklik safrasını saçarak hayırlı bir iş yaptılar yine de. Başta kadınlar olmak üzere toplum onların gerçeğini görme fırsatı buldu. Her bakımdan eskimişliklerini ispatladılar. Onların ezici çoğunluğunda 19. Yüzyılın devrimci yeni erkeği Çernişevski ruhu ve kalemi hiç olmamıştı zaten. Siyasette olduğu gibi sanatsal alanda da eskimişlerdir. O büyük eserlerin nasıl da erkeklik kültüyle yüklü olduğunu herkes görecektir. Feminist kadın hareketinin uzun zamandır yaptığı eleştirel okumayı, onlara döndürürsek yapıtları da tarihin çöplüğünü bulacaktır. Şimdi yaşamakta olduğumuz erkeklik suçlarına karşı mücadelenin, daha genelde de kadın devriminin bir etabıdır. Daha da yayılarak ve çeşitlenerek sürecek muhakkak. Yaşadığımız süreç, dün “dost görünen” erkekleri suçüstü ederken cinsiyet çelişkisinin uzlaşmazlığını da göstermiştir herkese. Erkeklikle uzlaşarak, erkeklik yenilemez.