İstanbul Sözleşmesi ile “Biz bitti demeden bitmez” ve “Eş başkanlık MOR çizgimizdir” diyen Kadınların mücadelesi kesintisiz yükselerek devam ediyor…Edecek.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günüdür. Bilindiği gibi 1960 da Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden Patria, Minavra ve Mari Mirabel’in üç kız kardeşin cesetlerin bir uçurum dibinde bulundu.
Mirabel kardeşler tecavüz edilerek vahşice öldürüldüğü ortaya çıktı.
Öldüler ama Kadınlar onların cansız bedenlerine sahip çıkarak, diktatörlüğü karşı mücadelenin sembolleri haline geldiler. Bu durum bütün dünyada da yankısını buldu. Bu gelişmeler karşısında, Birleşmiş Milletler; 17 Aralık 1919’da 25 Kasım’ı kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için uluslararası mücadele günü olarak ilan etti. Bu olumlu bir gelişmedir fakat aynı Birleşmiş Milletler, dünyadaki kadınların uğradıkları; Katliam, Tecavüz, köleleştirme, çocuk yaşta kocaya satma vb. vb. konularda seyirci durumda. Kesintisiz süren ve sürdürülen bölgesel savaşlarda, kadınlar pazarda satılırken dünya seyre durmaya, BM’de izlemeye devam ediyor. Burada anlatmak istediğim, uluslararası Kadın mücadelesinin azimle gelişmesi sonrasında zorunlu olarak BM kabul etmek zorunda kalmıştır. 25 Kasım, kan ve can bedeli Kadınların kazandığı haktır.
Tarihi iz düşen mücadelenin ayak sesleri, günümüze ve mücadelemize ışık tutmuştur.
Bizim ülkemizde de en büyük sorun bu konu asılda. Kadın sorunu! Düzeltilemeyen bir çare bulunamayan utanç verici bir hal almış durumda kadına şiddet. Ülkemizdeki Kadın mücadelesinin önemli tarihe sahip olmasına rağmen, burjuva erk sistemi tarafından gasp edilmeye devam ediliyor.
Dünyada LGBTİ-t’lar, haklarına karşı başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere, Kadın kazanımlarına saldırıların giderek artarak devam ediyor… Çocuk yaşta evlilik, dini referans göstererek kadınlar üzerinde uyguladığı yoğun baskılar, kadın katliamları, kadına hane içinde ve sokakta uyguladığı şiddet, kamusal alanda yok sayma, eğitim, miras ve mülkiyet hakkında mahrum etmektedir.
Dinin egemen patriarkal yorumları, toplumsal muhafazakârlık ve bunların etkisi altındaki yasalar, kadınları toplumsal yaşamın dışına itme, ikincilleştirme ve köleleştirme konusunda ortaklaştırıyor.
Türkiye’de kadın örgütlenmeleri eylem, etkinlik ve kampanyalar ve programlarla mücadele ederken, devlet ve toplumun demokratikleşmesi kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için yıllardır büyük bir kararlılıkla yoğun mücadele içerisindeler.
Tarih bize saldıranların tarihi olabilir! Egemenlerin çizdiği karanlık resmin içinde biz kendi mücadelemizle kendi tarihimizi aydınlattık. Rojovada kadın devrimi, Afganistan’da ki kadınların direnişi, Arjantinli kadınların isyanı, Latin Amerikalı yerli kadınların mücadeleleri gibi… Ve bir kez daha hatırlatmak isteriz ki; Sovyetlerdeki 17 Ekim Sosyalist Devrimindeki Kadının Rolü…Kadın, yaratan ve Yöneten olacak, bu tarihi akışın önüne hiçbir gerici Erk-sistemi engelleyemez.
İstanbul Sözleşmesi ile “Biz bitti demeden bitmez” ve “Eş başkanlık MOR çizgimizdir” diyen Kadınların mücadelesi kesintisiz yükselerek devam ediyor…Edecek.