KORKULARIMIZDAN ARINMADIĞIMIZ SÜRECE

Osmanlı, yedi yüz yıllık bir imparatorluktu. Orta çağın en iyi kas güçlerinden biriydi ve üç kıtaya yayılmasının temelinde bu güç ve onu tetikleyen hırs vardı. Zamanla çağın akıl almaz icatları ile yüzleştiğinde artık orta çağ geride kalmış, yeniçağ gelmiş kapıya dayanmıştı. Artık kaba kuvvet üzerinden adlandırılan mertlik bozulmuştu. Yeni kıtaların keşfi, silahların icadı ve dahası yenilenme hareketleri, bunu kabullenmeyen Osmanlının aklını başından almıştı. Kendi içinde bir fırtınaya tutulmuştu. Bu fırtına önce onları duraklatmış, sonra da gerileterek nihayetinde yıkılmaya götürmüştü. Osmanlıyı yıkan asıl nedenin temelinde korkuları yatar ve o korkular, insanın canavarlaştığı son noktadır. Kardeş, baba, hatta beşikteki evlat bile acımasızca öldürülmüştür. Bunun hesabını kimseye vermek gibi bir dertleri yoktu. Çünkü onun hesabını soracak ne bir hukuki mekanizma, ne de güç vardı. Tek yetki padişahındı ve o da bu katliamları sadece ‘’Devletin bekası için elzemdi’’ diyerek, insan kellesinin bir tavuk kellesinden çok da farklı olmadığını topluma ezberletirdi. Saray, bu cinayetleri tınmazken, Anadolu insanı bu vahşetlere sadece ağıt yakıyor ve destanlar yazıyordu ama onu da sessizce ve içine de padişah övücülüğü serpiştirerek!

Yıkılan Osmanlının yerine ‘’mirasını devraldığımız’’ yeni bir yönetim kuruldu. Bu yönetimin mimarı Mustafa Kemal’di. Miras devir aldığınız zaman korkularını da devir alırsınız. Yaklaşık yüz yıllık bir yönetim var ve buna kendileri ‘’Cumhuriyet’’ diyor! Oysa ‘’Cumhuriyet’’ kavramının ne anlama geldiğini açıp baktığında hiçte bir Cumhuriyetle yan yana olmadığımızı açık ve net görürsünüz.Bunu destekleyen yüzlerce örnek sayabilirim...

İsterseniz en acı örneklerden olan ve hala acısı yüreklerde taze duran ROBOSKİ meselesi üzerinde duralım. Sınır köyleri yıllardır küçük çaplı kaçakçılık yaparlar. Bunu devlet dahil, herkes bilir.Üstelik bu sınırların iki yakasında yaşayanlar akrabadır ve o sınırlar çizildiğinde akrabalık bağlarına da çizgi çekilince, kaçakçılık ve kaçak gitmek, gelmek zaruri bir hal almıştır…

İşte öyle bir gün ve diğer günlerde olduğu gibi kaçağa at ve katırları ile giden köylülerin üstüne birden savaş uçakları ile bomba yağıyor. Oradakilerin hepsi hayvanları ile birlikte parçalanıp taşa toprağa karıştırılıyor…

Korkunç bir katliam! Yer, gök yerinden oynar diye bekliyoruz ama nafile! Susan devlet, üç gün sonra konuşuyor ‘’Yanlışlık oldu’’ diye!

Peki, sizi bu yanlışa kim itti?

Sizi bu yanlışa itenler nerede?

Hani bir tek tanesini mahkeme huzuruna çıkarsanız, tüm bunlara ‘’belki’’ diyebileceğiz. Ama yok, ortada kimse yok!

Bildiğimiz tek şey, o gün devleti yönetenler hala yerinde duruyor ve Roboski gittikçe daha çok kanıyor. Bu kanı durdurmanın tek yolu, topyekün bir yüzleşmedir. Bu yapılmadığı sürece bu kan kayıpları hiçbir zaman kaderimiz olmaktan çıkmayacaktır.

Unutmayın ki hukuk literatüründe kaderin yeri yoktur. Hesap sorma ve hesap verme vardır. Bunları yapamadığınız sürece, hiçbir cumhuriyet algısı, düşüncenizle örtüşmez..

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin Gündemi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.