Kan ve şiddeti, ölüm ve gözyaşını durdurmakla, barışı ve demokratikleşmeyi sağlamakla yükümlü olanların ölüm ve gözyaşını, kan ve şiddeti iktidarlarını korumak ve koltuklarında kalmanın malzemesi haline getirme çabasında oldukları günlerden geçiyoruz.
Hafta içinde bir kez daha sarsıcı bir olay yaşadık. Mersin’in Mezitli ilçesindeki Tece Polisevine yönelik olarak 27 Eylül’de gerçekleştirilen silahlı ve bombalı eylemde, bir polis yaşamını yitirdi, çok sayıda polis yaralandı.
Bu olayla birlikte, Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümü konusunda adım atmak yerine, Kürt halkının yasal demokratik kazanımlarına dahi tahammül göstermeyen AKP-MHP ortaklığı baskı ve şiddeti tırmandırırken adeta ülkenin yeniden kaos ve kargaşanın içine itilmesi çabasında olduklarına tanıklık ettik.
İktidardakiler, Mersin’deki olaydan sonra sorumluluklarını ortaya koymak yerine CHP’ye ve muhalefete yönelik saldırının bahanesine dönüştürdüler. Hızla Mersin Büyükşehir Belediyesine yönelik bir operasyon başlatıldı. Hiç alakası olmayan soruşturmalar sanki polisevine yönelik saldırı ile ilgiliymiş gibi lanse edilerek bir kara propagandaya girişildi. Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer de yaratılan algıyı ve gerçeği bir açıklamayla duyurdu. Ancak yandaş medya kara propagandaya devam etti.
CHP lideri Kılıçdaroğlu bu gelişmeleri, “Şehit üzerinden kumpas kurma” olarak ifade etti. İktidarın Mersin’de yaşanan olayı kendi iktidarını muhafaza etme çabasına dönüştürme hesabına dikkat çekti.
Kürt sorununu eşit haklara dayalı, demokratik barışçı bir yolla çözmek yerine baskı ve şiddetle sürdürmekten yana olanların yaratılan ortamı iktidarlarının bekası için değerlendirmenin hesabıyla meşgul oldukları bir sır değil. Bu defa da bizi şaşırtmadılar. Ne polisin ölümü ne kan ne acı ve gözyaşı onların umurunda. Onlar koltuklarını korumanın çabasındalar.
Mersin’deki polisevi saldırısından sonra İçişleri Bakanı Soylu, Dilşah Ercan’ın ismini açıklamış faillerden biri olarak daha önce gazetecilik faaliyetinden dolayı hapse atılan ve hapishanedeki gazeteciler listesinde yer aldığı için CHP’yi suçlamıştı. Yargının güdümlü hale geldiği, hukuk ve adaletin zerresinin bulunmadığı bu iktidarda kimlerin ne zaman hapse atılacağı ne zaman salıverileceğine sanki CHP karar veriyormuş gibi, Dilşah Ercan’ın tahliye edilmiş olmasının sorumluluğunu CHP’nin üzerine yıkmaya girişti. Aynı günlerde Erdoğan’ın, CHP’nin “milli güvenlik sorunu” olduğunu söylediğini de kaydedelim. İktidarını korumak için etik ve ahlak kurallarını çoktan yerle bir eden bir iktidarla karşı karşıyayız.
Ancak eyleme ilişkin olarak yapılan açıklama Soylu’nun ve iktidarın günlerdir yaydıkları propagandayı yalanladı. Dahası adı geçen örgüt tarafından olayda yer alan ve yaşamlarını yitirenlerin kimlikleri açıklanıncaya kadar, devlet yalan ve yanlış bilgiyle ortamı seçim çalışmasının unsurlarıyla doldurma çabasındaydı. Şiddeti engellemekle sorumlu olanlar acizliklerini gizlemek için muhalefete saldırmanın yolunu seçtiklerine tanık olduk.
İçişleri Bakanı Soylu’nun eylemi Dilşah Ercan’ın yaptığı iddialarının doğru olmadığının anlaşılması üzerine patlamadan sonra gözaltına alınan Ercan ailesinin tüm mensupları da serbest bırakılmıştı.
Eylemi üstlenen örgütün açıklamasından sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu haklı olarak bazı açıklamalarda bulundu ve olaydan hemen sonra CHP’ye ve muhalefete karşı karalama kampanyasının körükleyen Soylu’ya seslendi. ”İki gündür kirli propaganda yürüten Erdoğan ve yaveri fotoroman Süleyman… Öldürülen teröristin DNA raporuna rağmen, tam 2 gündür yalan söylediniz, havuz medyanız manşetler attı. Oysa ben ne dolaplar çevirdiğinizi iki gündür biliyorum. Bile bile yalan söylediniz” diye yazdı. “DNA raporunu açıklayın, bu millet bir kez ağzınızdan doğru bir şey duysun. Başsavcıya dosyaya el koyun dediniz.” Yargıya da seslenen Kılıçdaroğlu, ”Başsavcıya sesleniyorum, o dosyayı gizlemeye çalışma, biliyoruz gerçekleri… Utanmıyor musunuz!” paylaşımında bulundu.
Bu gelişmelerden sonra Bakan Soylu her zamanki gibi pişkinliğe vurma çabasındaydı. Önce bu yanlıştan taksicinin şahitliğiyle kaçma yoluna gitti, teşhisin taksici tarafından yapıldığını savundu. “Parmak izleri ile yapılan çalışmada bir tanesinde eşleşme çıktı” iddiasında bulundu. Ancak aynı dili kullanmaktan geri durmadı.
Başta Emek ve Özgürlük Bloku olmak üzere muhalefetin buradan sonuç çıkarmasında yarar var. Önümüzdeki dönemin nasıl geçeceğini daha şimdiden görmeli ve buna göre bir çalışma ve hazırlık içinde olmalıdır.