Arkadaşımın babası Mustafa amca, köyde traktör kazası geçirir. Ağır yaralıdır, şükür zamanında yetiştirirler hastaneye. İlk müdahalelerden sonra yoğun bakım süreci ve uzun süren tedaviden sonra artık taburcu edilir. Bakım ve tedavisi evde devam edecektir. Mustafa amca o kazada başından ağır bir travma almıştır. Hatıraları ve yetmiş iki yıllık bilgi, deneyim ve birikimi büyük kayıpla hayata devam eder. Hayırlı evlatları sırayla alır ve bakımını üstlenirler. Bakım sırası Ahmet Bey’dedir. Post-travmatik amnezi yaşayan hasta bakmak kolay değil; sabır sükunet ve alabildiğince sevgiyle yaklaşmak en önemli kural.
Sabahın dördünde Mustafa amca bulunduğu odadan can havliyle bağırır:”Ahmet, çabuk gel!” Belki birkaç kez bağırır; ama artık kaçıncısında uyandıysa Ahmet Bey, uykudan korkuyla sıçrayarak koşturur babasının yanına. “Ne oldu baba, bir yerin mi acıyor?” Baba telaşlı: “ Çabuk Fatma’yı ara hele!” Ahmet Bey hâlâ uyku sersemi,” Ne oldu, niye arayayım bu saatte?” Baba,” Ara sor bakalım ben Fatmagilde miyim?” Ahmet Bey çaresiz, gidip telefonu alır gelir, Fatma’yı aramış gibi yapar,” Fatma, babam sizde mi?” der ve döner Mustafa amcaya, “Baba, sen Fatmagilde değil Ahmet’in evindesin.” deyince, Mustafa amca sorgular bakışlarla,” Öyle mi, peki o şerefsiz Ahmet nerede?” diye sorar.
Mustafa amcanın yaşadığı durumla, toplumsal olarak yaşadığımız post-travmatik amnezi neredeyse tam benzerlik gösteriyor. Tek farkla; amcanın başına gelenler kaza, toplumsal travmanın ise kasti yapılan darbelemedir. Coğrafi, tarihi ve beşeri zenginliklere yapılan her şiddetle post-travmalar yaşandı. Her travmayla güçsüz düşen halka sistematik dezenformasyon uygulandı. Demokratik uygulamalarmış gibi sahte seçimler, darbeler, anayasa değişiklikleri ve uygulamaları dayatıldı. 12 Eylül ile birlikte neoliberalizmin uygulamaya konulabilmesi için öyle şiddetli darbe indirildi ki bu halkın kafasına: Sokak ortasında kurşunlamalar, tutuklama, gözaltı, işkence hanelere dönüşen karakol ve hapishaneler ile faili meçhul kayıplar... Tıpkı Mustafa amca gibi öz evlatlarını tanımayan amnezi bir toplum oluverdik. Oysa travma yaşayan halkına, öz babasına bakar gibi sevgi ve şefkatle saracak olan o evlatlar asıldı, öldürüldü, sürgün edildi ya da tutuklandı.
Sistem kendini topluma kısa sürede entegre edebilmek için en önce onların bilgi, beceri, toprak ve kültürlerine topyekun saldırdı. Yakılan, zorla boşaltılan köyleri ve geçim kaynakları yok edildi. Köy, mahalle, semt isimleri değiştirildi. Şehirlerde herkesçe bilinen alanlar, okullar, yeşil alanlar yamyam gibi talana açıldı, yeni isimlerle yağmanın üstü örtüldü. Öyle ki doğup büyüdüğünüz mahalleyi artık tanıyamıyorsunuz. Hani beş yıllığına uzak kaldıysanız, geri döndüğünüzde sorarak bulabileceğiniz bir adres yok. Cadde ve sokak isimleri absürt isimlerle değiştirilmiş, belli yapıları tarif ederek gideyim deseniz onlarda müteahhitlere peşkeş çekilmiş, yerinde alâkasız yapılar var. İnsanların emeklerine, hatıralarına saldıran bu yamyamların demek ki çocukluklarına ait sevgiyle hatırladıkları hiçbir anıları yok.
Artık post-travmatik amnezi olan bu halk en yakın geçmişini dahi hatırlayamaz oldu. Çok değil daha birkaç yıl önce Karadeniz Bölgesi’ndeki derelere HES yapılmasına karşı çıktığı için biber gazına boğulan bilinçli direnişçiler, öldürülen kendi yöresi insanının verdiği mücadele unutuldu. Hadi bunları da geçelim, yaşadığı coğrafyanın özelliklerini, iklimini unuttu. Unutmamış olsa, barajla önü kesilen derenin tam ortasına yapılan evlerde ikâmet eder miydi?.. Sadece seçimlerde verilen vaadleri ve onların unutulduğunu da unuttu. Umarım çekilen acılar da çabuk unutulur; ama nedenleri ve sebep olanlar bu kez asla unutulmaz.