Yazar Sevim Alagöz, bugünkü köşe yazısında 'Haklar ve özgürlükler İçin bedel ödemek' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Haklar ve özgürlükler İçin bedel ödemek
İnsanların sahip olduğu haklara kavuşabilmesi için maalesef ölmesi, ağır bedeller ödemesi gerekiyor.
Yaşam, kişi, düşünce, seyahat, ikamet, mülk edinme, vicdan, din, inanç özgürlüğü, güvenlik hakkı, işkence, zulüm, insanlık dışı muamele edilememesi, kölelik ya da kulluk altında tutulamaması ve tüm bu hakların yasalarla güvence altına alınması ve devletler tarafından tanınması ve gözetilmesidir diyor evrensel bildirgede.
10 Aralık 1948'e gelinceye kadar dünya, birçok acımasız savaşlar ve çatışmalar gördü. İkinci Dünya Savaşı da bunların en yıkıcılarından biri oldu.70 ila 85 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan II. Dünya Savaşı altı yıl sürdü. Savaş boyunca askerî personelden daha çok sivil kayıpların verildiği kayıtlara geçti. Milyonlarca insan soykırımdan (Holokost gibi), planlanmış açlık katliamlar ve hastalıklardan öldü.
Birleşmiş Milletler oluşumu 1945'de II. Dünya Savaşı'nın bitiminde savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla kuruldu. Savaştan sonra devletler, insanlara özgürlük tanınmasının, uygarlıkların sonu olabilecek savaşları da önleyebileceği düşüncesiyle bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda birleştiler ve Evrensel Bildirge'yi kabul ettiler. Fakat 1945'den sonra "Soğuk Savaş" dönemi politik çatışma ve kutuplaşmalar, si "Süper Güç" olmak için silahlanma yarışları da dünya halklarının canını okudu.
BM kurucu üyeleri ki bunlar II. Dünya Savaşı galibi ülkeler ve hep galip kalmak için kendi ülkelerinde iç barışı ve hukukun üstünlüğünü sağlayıp dış politikada da en ahlâksız yöntemleri kullanmaktan çekinmediler.Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkeleri üzerinde yürüttükleri politikalar ve bölgesel güç savaşları;dünyanın demografik ve kültürel yapısına olumsuz etkileri, doğa üzerindeki korkunç katliamlarla insanlığı hazin bir sonla buluşturmaya and içmişler gibi davranmaya devam ediyorlar. Emperyalist güçlerin sömürmek için girdikleri ülkelerde İç çatışmalar, baskıcı yönetimler, yoksulluk ve kaos eksik olmadı. İnsanca yaşayabilmek, özgürlükler ve haklardan faydalanabilmek adına kimi savaşmayı ve mücadeleyi seçti, kimi batılı ülkelere mülteci ve göçmen olarak gitmeyi bir çare olarak gördü.
Bugün itibarıyla Suriye'de 61 yıllık Baas rejimi devrildi. Beşar Esad ülkeyi terk etti. Distopik Suriye bünyesindeki farklı inanç ve kimliklere sahip insanlar bugün kutlama yapıyor. Oysa 61yıldır o topraklarda tarifi mümkün olmayan acılar yaşandı toprak; su yerine insan kanıyla sulandı. Savaş henüz bitmedi. Bundan sonra da iktidar savaşları çok acımasız olacak. Suriye'de yaşananlar elbette ki emperyalistlerin gücü ve desteğiyle yaşandı. Ülkelerdeki diktatörler asla kendi başlarına bir güç değildir. O diktatörlerin de biat ettiği daha büyük diktatörler ve güçler vardır. İşte o büyük güçler kimden vazgeçerse onun düşüşü oluyor.
BM üyesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirge'sine ilk imzayı atan ülkemiz de bu bildirgenini her maddesini ihlal eden politikalar uygulamada ısrarcı davrandı. Bu yüzden devletin tüm kurumları ve işleyişi dahil; sosyolojik yapıdan ekonomiye, doğasından kültürel birikimine kadar her alanda çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Osmalı İmparatorluğu zamanında yayılmacı-istilacı, cumhuriyetin kuruluşundan bu zamana kadar da kendi sınırları içerisinde Kürt- Alevi ve öteki etnik kimliklere tahammülsüz,imha ve inkâr üzerine politikalar yürüttü. Irkçı- faşizan militarist bir rejimin ülkeye kaybettirdikleri görmezden gelinerek bu anlayış ve politikalarla komşu ülke Suriye'nin iç işlerine de cihatçı ve paralı proxy gruplarla müdahil olarak hesabını veremeyeceği işlere kalkıştı. Ve maalesef ki bedelini halk olarak biz ödüyoruz ve ödemeye de devam edeceğiz bu gidişle. Bize düşen de minimum hak ve özgürlüklerle yaşamaya ve mücadeleye devam etmek.