Hep böyle oluyor 21.yüzyılın savaş simülasyonları. Dünyanın eli maşalıları önce herkese “savaşa hazır olun” diyorlar. Sonra vatandaşlarına daha somut hedeflerle birlikte savaş vazifeleri veriyorlar. Şöyle geriye doğru 40 yıla bakarsak bu manzarayı yakalayabiliriz.
1982 yılı yazında Metris Cezaevi’nde, uzun bir açlık grevinden çıkmış bedenlerle Temmuz sıcağında kavruluyoruz. Gazetelere ve tek kanallı televizyonun ekranına ise bir başka kavrulma senaryosu düşüyor; bizden çok uzakta bir coğrafyada ama içi bizim gibi yangınlarla tutuşmuş bir başka cunta ülkesi Arjantin. Kıyılarının açığında, yok edilmiş yerlilerinden kalma 3 bin çobanın yaşadığı Falkland Adası İngiltere’nin işgaline uğrayacak! Öyle diyor Başbakan Thatcher. Majesteleri Elizabeth, içine oğlunu da kattığı savaş gemilerini okyanusa salmış adaya göndermiş. Arada okyanuslar var. Bütün insanlar gibi Metris’in tutuklu ahalisi bizler de adeta güncel bir dizi izler gibi gün gün saat saat izliyoruz. Gözlerimizin önünde bir savaş komedisi örgütleniyor, bakınca anlıyoruz. Zira aynı yaz hakiki savaş mekanlarını, emekçilerin ve devrimcilerin kanlarının akıtıldığı El Salvador’u izlemişiz. Sabra ve Şatilla kamplarında Filistinlilerin katledilişlerini, yeni sürgünlere sürülüşlerini izlemişiz! Hatta boş durmamış, kan vermek için cuntanın komutanlığına dilekçe vermişiz! Eh, kayalıklardan, çobanlardan ve de bir miktar büyükbaş hayvandan başka bir şey olmayan bir ada için çıkacak savaşı ciddiye alamazdık ya. Koca Britanya İmparatorluğu el yükseltince gülünür haline. Sonunda işi şamataya döküyoruz; bu savaş Demir Leydi ile General’in Son Tango’su deyip bir filme gönderme yapıp hep birlikte eğlenerek çıktık işin içinden.
General Galtieri -Arjantin’in son faşist cunta şefi- ile Demir Leydi’nin savaşı, dizinin son bölümünde General’in Leydi’ye teslimiyetiyle bitti de perde kapandı. Bir sonraki yıl da General cuntasıyla birlikte düştü. Konu dışı sanmayın lütfen; bu düşüşte Plaza de Mayo analarının mücadelesinin payını hiç unutmayalım.
Sonra bir sabah (1990, 20 Ocak) insanlık televizyonlarda havai fişek gösterileriyle uyandı: ABD ordusu bomba yüklü uçaklarla Bağdat’ı vuruyordu! Oraya da altı ay boyunca havadan asker ve silah sevkiyatı sürmüş, olaylar dizi gibi izlenmiş, iş yine alay konusu olmuştu. Görüntüler değme şölenleri aratmıyor, emperyalist medya bombalamaya methiye dizisinin arasına, ölümünden Irak petrolünü sorumlu saydığı bir karabatağın can verişini de sığdırıyordu. İnsanların acımasız kıyımlara, işkencelere, kadınların tecavüze uğratılışına, bir ülkenin bütün tarihinin, eserlerinin kalıntılarıyla birlikte yakılıp yıkılışına, yıkıntılardan IŞİD’in türetilişine tanık yazılıyoruz. ABD ürettiği işbirlikçilerine nöbeti devredip Irak’tan çekilirken de yeni savaşlar yükseliyor, bütün Ortadoğu savaşa kesiyordu.
Yeni Dünya Düzeni diyorlardı buna ve halen sürüyor. Sovyet Bloku yıkılmış dağılma başlamış, emperyalist dünya bayram ediyordu. Hem işbirlikçi rejimler kuruyor hem de büyük bir yağma ve talan düzeninin ortağı olarak, örgütlüyordu. Böylece artık dünyaya ABD komutasında yine Batı emperyalizmi hakim olacaktı! Söylem bu minvalde epey zengindi. Senaryo ve film çekimleri istenen hedefe doğru kese kese icra ediliyordu.
Bu böyle daha da giderdi ama işte bir yerde zincirin bir halkası kopuverdi. Tunuslu sokak satıcısı Bouazizi kendini tutuşturdu! Onun bedenini yakan ateş ARAP BAHARI’nı tutuşturdu; Afrika’nın kuzeyinden Akdeniz’in doğusuna, Ortadoğu’nun ortasına, Suriye’ye kadar. İnsanlık biraz nefes aldı, özgürlük halayları kuruldu. Orada zincir bir daha terse kırıldı; Suriye savaşını, IŞİD vahşetini yaşadık. Bir avuç Kürt özgürlük vahası dışında her şeyin karartıldığı yıllar geçti. Türkiye iktidarı da o gün bugün o karanlığın bekçilerinden biri, can yakmaya devam ediyor.
Bir gün yine ABD ve NATO savaş uçağı filoları küstahça sırıtarak, dillerinde “sonsuz özgürlük” sloganı ile Afganistan’a bomba yağdırdılar. Tam yirmi yıl Batı, dillerinde demokrasi, kadın hakları, şu bu sahte sözleriyle içini dışına çıkardı Afganistan’ın. Üstüne bir de Taliban kara gericiliğini, kadınlar için ölümle zulüm arasında bir hayatı oraya bırakıp panik halinde ama dudaklarından yine küstah sözler dökerek döndüler.
Sırada Ukrayna Var
Şimdi de aynı şeyler oluyor. Haftalardır, hatta aylardır kulaklarımız en çok savaş senaryolarıyla, tam tamları ile tırmalanıyor. Meseleyi şöyle ısıtmışlardı: Biz Ortadoğu’da, Afganistan’da oyalanırken Çin-Rusya aldı başını gitti! Şangay Beşlisi Batı uygarlığını yıkmak istiyor! Sağımızı solumuzu didikliyor. Ukrayna’yı ele geçirmek istiyor. “Çok başlılık olmaz, Batı’ya sorulmadan yaprak kıpırdamaz, oyun kurulmaz” demek bunlar aslında. Söz düellosundan sonra sıra nihayet icraate geldi. Vatandaşlarına -oralarda ne işleri varsa- Ukrayna’yı terk edin diyorlar, Avrupa’yı silah deposuna, asker deposuna çeviriyorlar, sonunda da “Eğer Rusya Ukrayna’yı işgal ederse biz; ABD, NATO, Fransa...hazırız” diye dünyaya savaş muştusu veriyorlar. Amerika ve Batı basını, Türkiye’nin pek çok kanalı-kalemi, Amerikan-NATO mahreçli savaşın ısınma hareketlerine propaganda katkılarını eksik etmiyorlar. Diplomasi kulisleri savaş emellerini örtmenin peçesi her zamanki gibi.
Beri yanda, Rusya Federasyonu başkanı Putin; “bizim Ukrayna’yı işgal gibi bir planımız yok. Siz Ukrayna üzerinden Rusya’ya girme planına sahipsiniz” diyor ve müttefikleriyle birlikte, esasen Çin ile birlikte, Batı’nın emellerini saymaya duruyor. Ve vurguluyor; “Batı, soğuk savaş dönemini geri getirmek istiyor”.
Üçüncü bir taraf var ki evlere şenlik, büyük rollere adaylığını açıklıyor: “Batı ile Rusya arasında arabuluculuğa hazırız! Hem biz zaten Ukrayna ile Kırım’ın toprak bütünlüğünden yanayız!” Sinop’ta eski Amerikan üssünde yatan S400’lerin kazığı taze. SİHA filolarıyla Dağlık Karabağ’a çöktüler daha dün. Atalarının izinde beş kıtada at koşturma hevesi kursakta, her fırsatta ortalığa saçılmaya hazır bir Saray iktidarı var. Irak’ın, Suriye’nin Kuzey’lerinde, Libya’nın en Kuzeyinde, Sudan’da, Afrika’nın hemen tüm çatışma alanlarında bulunduğumuza bakmayın siz. Onlar da bir nevi arabuluculuk zaten! Niye Kafkaslardan Orta-Asya’ya kadar olmasın ki?
Çerçeve bu, şimdi esasa gelelim: ABD ve Nato’nun ne işi var Ukrayna’da? En son Hitler’in faşist orduları apar topar kaçmamış mıydı Ukrayna topraklarından da? Çok kısa bir cevap verirsek, en yakın örnek, Afganistan’da ne işleri vardıysa orada da aynı! Bütün işgalciler, savaş ağaları ne isterlerse onu istiyorlar; 1.paylaşım, 2.paylaşım, şimdi 3.paylaşımdalar. Kafkasların, Donbas’ın madenlerini, doğalgaz- kayagazı zenginliklerini, askeri üsler-işgal bölgeleri, siyasi nüfuz alanları ve daha nicelerini istiyorlar. Ama ilk ikisinde de bir özel istekleri vardı, var olmaya devam ediyor. Ne demek istiyoruz? Biraz tarihe bakmalıyız diyoruz.
Yendikleri, birinci aşamada yağmaladıkları ama bir türlü bütünüyle mideye indiremedikleri sosyalizmi görmüş toprakların çok önemli bölümünü hala adi, hırsızlık esaslı pazarlarına, ticaret alanlarına çevirememiş olma hırsıyla yeni bir savaş hazırlamaktalar. Afganistan 40 yıl önce onlar için sosyalizm topraklarına sızılacak bir bölge idi. Çünkü, “Demir Perde’nin (emperyalistler Sovyet Blokuna öyle diyorlardı) hemen kenarında, ta Ekim Devrimi’yle birlikte safını, devrimin yolunu açtığı ezilenlerin kurduğu ve daha da kuracağı yeni dünyasından yana belirlemiş; 1979’da da Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiş, kaynayan kazandı Afganistan. O kazandan o devasa demiri eritmek için yararlanabilirlerdi. Nitekim işgal karşıtı, Müslüman gerilla güçlerine el atıp günümüzdeki Taliban’a kadar gidecek cihatçı savaş güçlerinin yaratılmasına çalıştılar, sosyalizmden intikam almaya yeminli NATO karargahı oldular. 1982 yılında Amerikalı Brzezinski; “çağımız artık medeniyetler savaşı çağıdır” derken tam Afganistan’dan konuşuyordu. Nitekim on yıl sonra Sovyet Bloku dağıldığında, emperyalist Batı’nın elinde kendilerine bağımlı bir Afganistan’ı kolayca elde etmişlerdi. Büyütüp besledikleri Talibanlar onların denetiminden çıkana kadar sürmüştü bu. 20 yıldır Taliban’ı uzaklaştırıp “işgal demokrasisi” kurdukları Afganistan’ı terk etmek zorundaydılar. Çin -Rusya bahane!
Ukrayna’nın tarihinde de tam Ekim Devrimi sonrasında böyle bir kırılma vardır. Aynı zamanda Çarlık Rusyası’nın kapitalist batısında, burjuvazisi en gelişkin olan ülkelerden biriydi. Bolşevik hükümet işbaşına geldiğinde Çarlık rejiminin 1.Dünya savaşındaki bütün savaş suçlarını, emperyalist Batı ile ortaklaştığı gizli anlaşmaları ifşaa etti ve bütün savaş taraflarına, tazminatsız, ilhaksız barış teklif ederek savaştan tek yanlı olarak çekildi. İkinci adım olarak, bir milletler hapishanesi olan Rusya’da bütün ulusların ayrılıp ayrı devletlerini kurmak dahil kendi kaderlerini tayin hakkını tanıdı. Rusya’nın batısındaki milletlerin burjuvaları bu haklardan yararlanarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Mesela Finlandiya. Ukrayna’da da burjuvalar Ukrayna Daca’sı kurup ayrılmayı talep ettiler. Burjuva iktidar kuruldu. Beyaz orduların yanında beş yıl boyunca devrime karşı savaş alanı oldu ülke. İç savaşın bitiminde de Ukrayna limanları beyazların, başta Türkiye olmak üzere tasfiye edildiği üslerdi. Aslında başkent Kiev sosyalist devrimin hazırlandığı ana merkezlerden biriydi. Ukrayna sınıf mücadelesinin gelişkin olduğu bir yerdi ve iç savaş sırasında ezilen sınıflar izin vermedi, burjuva gericiliğini püskürterek Sosyalist Cumhuriyet oldu Ukrayna. 1922’de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne katıldı. Burjuvazinin Daca’sı yıkılmıştı ama yeniden iktidar olma rüyası bitmedi, gericiliğin her an dirilebileceği bir yatak olarak kaldı. Daha sonra yaşanacak 2.Dünya savaşında SSCB’ye saldıran Hitler faşizminin ana güzergahlarından biri oldu, faşist ordunun Hazar kıyılarına kadar işgallerinde saha rolü oynadı. 1989’da Berlin duvarının yıkılışıyla sembolize edilen SSCB’nin dağılışında ilk bayrak kaldıran ve Batı emperyalist sisteminin eski Sovyet topraklarında yeni işgallerine dayanak noktalarından biri olması tesadüfi değil bu tarihsel geçmişiyle, sınıfsal karakteriyle ilintilidir.
SB’nin dağıldığı ilk dönemde Ukrayna, Batı emperyalizmi için sıçrama tahtası olmaya hevesliyken tam da olamadı ve geçtiğimiz zaman içinde ikiye bölündü. Şimdi Batı’nın yaygara kopardığı şey aslında sadece bölünmüş Ukrayna’nın doğusudur. Rusya’nın bölücülüğünden söz ederken kendilerinin bölücülüğünü anmaksızın savaşta ısrarlılar. Zira çok talimliler bu konuda. İşgallerine verdikleri adlar bile bunu gösterir de ben yine bir tarihsel deneyim ekleyeyim. 2.Dünya savaşının sonuna doğru müttefiklik payesini üstlenip Berlin’in bir mahallesini (Kreuzberg) işgal ederek, NATO karargahı kurarak, Almanya’yı ikiye bölerek, devrimin Batıya yayılmasını engellemişlerdir.
İşte bu Ukrayna ve Doğu parçası Batı emperyalistleri için çok önemli hale gelmiş buluyor. Rusya’nın içini, iç pazarını bir türlü paralize edememiş, işgal edememişlerdi zaten. Oradan delmeye devam edeceklerdi ki olmadı. Ortadoğu’da, Afganistan’da çok oyalandık diye vahlanmalarına bakarak anlayabiliyoruz ki zaman kaybetmişler. Şimdi artık Batı emperyalistlerinin, 30 yıl öncesinin dağılmış ve her an bitecek dedikleri Rusya’sı yok karşılarında. Doğalgaz vanası Rusya’nın elinde. Hala Ortadoğu vb. alanlarda onsuz oyun kuramıyorlar ve daha bir dizi avantaj-dezavantaj denkleminde, Çin ile birlikte Rusya da yeni bir çekim merkezi, güç merkezi ve buralarda Batı’nın nüfuz alanlarına rakip. Yani bütün işgalci sömürgeci emelleri sadece Rusya’ya ve Çin’e yıkarak kendi aynı vahşi emellerini gizleyeceklerini uman Batı emperyalizmi, insan soyunu bir daha kandırmayı deniyor. Gerçekte Rusya ve Çin ikisi de çoktandır kapitalist sistemin ve dünyanın içinde, işleyişleri tamamen kapitalist ve rakip. O yüzden Ukrayna üzerinden dünyaya “tek patron tek jandarma yeter!” demekteler. Söylemedikleri bir iç sözleri de var: hala “komünist” dünyanın hayaletiyle savaş halindeler ve olmayan komünizmi yok edecekler!
Şimdi ne olacak? Biz ezilen insanlık ne yapacağız? Aval aval bakıp kalacak mıyız? Ya da Amerikan propaganda bezirganlarının sözleriyle gerçeğin pusulasını kaybedecek kadar pasifleşecek miyiz? Hatta Rusya’ya, hep sıcak denizler özleminde bizi yutmaya hazır dev gözüyle, komünizmi ithal gücü gibi gerici ve hatta Amerikancı gözlüklerle bakarak, hazırlanmakta olan yeni bir kıyıcı savaşa seyirci mi kalacağız? Bu memleketin ortalama insanı, iktidardaki faşist blokun iki blok arasında F35’ler ve S400’ler merceğine kitlenmiş siyasetinin içyüzünü, aynı savaş arabasına binmek için epeyce bir manevra alanı açtığını, sofrasındaki lokmaları bir de işgal ve imha savaşlarına yutturduğunu görmeyebilir. Ama aydını, mücadele deneyimlerini biriktirmiş, tarihi okumuş, yaşamış ve yapmış insanı ve örgütü çok; onlar ne yapacak? Sol adına, demokratik muhalefet adına hamasetin bolca kesildiği, Kürt ve göçmen-mülteci düşmanlığının gözlere mil olduğu, halkın ekonomik krizin yarattıkları dışındaki felaketleri göremez olduğu, iktidar blokunun işlediği savaş suçlarını göremediği, işitemediği, savaş borazanlarını hele hiç işitmediği yerde, bütün toplumun suça itileceğini, itilmekte olduğunu görmek ve tavır almak onların boynunun borcu.