ÇUTAĞIMI ÖLDÜRDÜNÜZ!
On dört yıldan sonra bir kadının, Rakel Dink’in ağzından dökülen bu sözler, on dört yıllık acının, ıstırabın dehşetini, özlemin kahredici sonsuzluğunun dile dökülüşü benim için. Yüreği yangın yeri Onun da.
AGOS’un önünde, Hırant’ın uzanıp kalıverdiği kaldırımda bir kez daha konuştu Rakel Dink. Yüreği yangın yeri olmaktan çıkmamış… Çıkmak ne söz, harından bile bir dem yitirmemiş bir yangın o, sürüyor.
Yürek yangını bu; başka hiçbir şeye benzemiyor. Dinginleşti sanıyorsunuz, bir bakıyorsunuz sizi tarumar edecek kadar başını kaldırıyor; buradayım diyor. Söz mü istemez, buradayım işte diyor. Ondan olmalı, hesaplı kitaplı bir cinayetin işlendiği yerde, on dört yıl sonra Rakel’in dilinden döküldü o ağıt.
Katile sesleniyordu oysa. Nasıl da tuzaklar döşediniz, nasıl da hep birlikte cinayeti örgütlediniz, hep birlikte ay ay, gün gün, anbean adamlarınızı izlediniz. Ve gelip benim Çutağımı öldürdünüz!
Var mı daha ötesi? Acının, feryadın, isyanın, yokluğun, yoksunluğun, hepsinin aynı anda yaşanmışlığını anlatabilecek sözünüz? Yangın yeri bu yüreğin çığlığını duyacak kulaklarınız, sızlanacak vicdanınız.
Nerede? Zaten, daha Rakel konuşmaya vicdansızlığınızı beyan etmiştiniz: FETÖ belasının cinayeti diye. Birkaç yıl önce FETÖ ile beraberken katiliniz Ergenekondu oysa. Rakel Dink size hak ettiğiniz yanıtı verdi: “Ben yapmadım elim yaptı, ben yapmadım ayağım yaptı, diyorsunuz” yani. Bundan daha aşağılık bir savunma olur muydu? Ne büyük metafor yüklü bu sözlerde.. . Anlayabilir misiniz? Yüreği yangın yeri kadın katil damgasını suratınızda patlattı işte.
Rakel Dink, Çutağının hesabını 14 yıldır alamadı sizden, bu onun en büyük derdiydi. Onun suratınızda patlattığı katil damgası da size dert olsun! Artık hiçbir yerde hiçbir savunma numaranız sizi bu damgadan kurtaramaz!
Daha katliamın ilk günü, Hırant’ı uğurlamaya gelen yüzbinlerin önünde o sizi yargılamıştı, insanlığın cezasını haykırmıştı herkesin yüzüne: “Bir çocuktan katil yaratan karanlığınızı sorgulayın!”.
Sahiden de 17 yaşında bir çocuktan esaslı katil yaratmıştınız. Bir kasabanın genç-çocuk topluluğunu cinayet sporuyla eğitmiştiniz, hem de aralarında katil olma yarışı düzenleyerek. Sonunda medyanız, emniyetiniz, mitiniz, valilikleriniz ve dahi yargı salonlarınız Ermenilere karşı yüzyıl önceki soykırımcılığın ruhuyla Hırant’ın üstüne üstüne gittiniz. Perinçek-Kerinçsiz Talat Paşa intikamcısı komitelerinizle mahkeme önlerinde, ırkçı gruplarla AGOS’un önünde devlet terörü estirdiniz.
Barış, adalet, eşitlik ve kardeşlik için suçlarla yüzleşme çabasından başka bir fiili olmayan o güzel insanı, o tam “güvercin tedirginliğinde, insanların güvercinleri vurmayacağını” umduğunda, “yanılıyorsun, biz yüz yıl önceki kin ve nefretle doluyuz” dediniz. Ve katil olma yarışını kazanan Ogün Samast adlı çocuğu Rize’nin Günaysu kasabasında ekibinizle alıp getirdiniz, AGOS’un önündeki pusuya soktunuz ve tetiği çektirttiniz. Hırant’ı ensesinden vurdunuz.
Ne kadar kolay oldu değil mi? Tereyağından kıl çeker gibi bir zafer kazanmıştınız! Bir Ermeni’yi daha öldürerek Türklüğü kurtardınız, şanınız şerefiniz gönendi değil mi?
Ama olmadı işte.
Önce, kasabasına dönen çocuk dönemedi. Bir yerlerde antenler koptu. Ya da kitlesel katliamda ayaklar birbirine dolandı. Çocuğun babası onu teşhis edince emniyetçi abileri -onu bekliyorlarmış meğer- önce gözaltına alıp Türk bayraklı, dört parmaklı fotoğraflarını çekip medarı iftiharları olarak paylaştı fotoğrafları. Bu da cinayetin görsel belgelerine eklendi. İş hapiste bitse de 17 yaş indirimi vardı nasılsa. Bütün kan davaları dosyalarında katiller genellikle 17 ya da daha altı yaş gruplarından çocuklardır. Nasıl da her şeyi uyumlu kılmışlar egemenlik düzenleri. İnsanın gerçeği zaten bilmesi yetmiyor, şaşıyor yine de hile düzeylerine.
Ama olmadı işte!
14 yıldır büyük insanlığın gözleri önünde Türklük kibrinizle sürünüyorsunuz. Zamanına göre bir büyük cinayet her gün sizi suçüstü yapıyor. Dünya, sizi, yakın zamanın en acımasız cinayetlerin ve katliamların, hapislerin ve de işkencelerin sanığı olarak, yargı sandalyesine oturacağınız günü bekliyor.
Rakel Dink’in yüreği hala yangın yeri ama.
Ne çok kadın tanıdım yürekleri yangın yeri…
Birinin, Ergül Direkçi’nin hikayesini kitap kalıbına dökmüştüm. Oğluna terörist demişler ve zindan atmışlardı. Oysa o teröristi “doğu” özgü bilirdi. Öyle değilmiş meğer! Oğlu Erkut’un da öyle anlatılıyordu ona. Meğer Hanya dedikleri Konya imiş, o zaman anladı ya, oğul erkenden kayıp gitti elinden. O zaman yüreği bir daha yangına kesti. O nasıl yangındı, şaşıp durmuştum. Kendi yangınımla bir daha buluşmuş, gözyaşı selleriyle yunup yıkanmıştık birlikte.
Ellerinde yürekleri bir top olmuş, koşup durdular meydan meydan. Verin evladımı, verin evlatlarımızı! Katilleri bulun, hesabımız öteye kalmasın derler. Yıllar yılları kovaları durur, yine de duramazlar. Kemiklerini verin hiç olmazsa, bir mezarımız olsun, başında ağıt yakalım, der dururlar. Evlatları, olmadı kemiklerini vermek ne söz, meydanlarını bile ele geçirdi cellatlar. Cumartesi Meydanını polis karakolu yaptılar sonunda. Analar birer birer kendi mezarlarına gitmeye koyuldular! Ne gam! Eli silahlı konutu Saraylılara göre, onlar zaten terörist annelerdi.
Ya kızın oğulun mezarlarını söküp, kemiklerini bir başka diyarın kaldırım taşlarına gizlediğiniz de ne olur? Hükümranlığımdan sual olmaz mı dersiniz? Yok, öyle değil! O analar oralardan kalkıp kaldırıp taşlarının altında evlatlarının kemiklerini bulmaya gelir. Bulursa eğer, torbaya doldurur yurduna yuvasına götürür. Gördünüz, yaptılar. Vicdanları kararmışlar olarak kaldınız. Postayla evlat kemiğini yolladığınız Kürt anaların feryadını dünyada duydu. Dirençleri aynı dünyaya umut oldu çoktan.
Bir sınır boyunda, Roboskili, çoğu çocuk 34 insanı bombalayıp, cenazelerini kara gömenlerle aynı akıllar aynı eller sizinki. 34 ana nasıl ağlar bilir misiniz? Nasıl direnir? Sizinle onursuz bir anlaşmaya boyun eğmeyen o kadınlar her gün yaşama yeniden nasıl başlar bilir misiniz? Kara kışta, baharda, yazda birer avuç toprağın başında nöbete durup gül bahçesi nasıl yaratılır bilebilir misiniz ya?
Dört ayaklı minarenin önünde, “çatışmalar dursun derken” kimliği belirsiz” kurşuna hedef olup bir daha evine gidemediğinde o evde o kadına ne olur anlayabilir misiniz? O kadın yıldan yıla acısının deryasında nasıl ağıtlar yakar, onları gün yüzüne çıkarmaya nasıl cesaret eder? Türkan Elçi’nin yüreği yangın yeri hala, ya bunu anlayabilir misiniz?
Ve daha niceleri…
Nice acılar, nice ahlar, nice feryatlar, özlemler ve öfkeli isyanlar biriktirdiler bu topraklarda… Ve de kadınlar da…
14 yılın ardından Rakel Dink, Çutağının yok edilişinden söz ederken o kadınların evrensel acılarını bir daha dillendirmiş oluyor. Yürekleri yangın yeri o kadınların! Bilin bunu.