HAKLARIMIZ VE SORUMLULUKLARIMIZ
Toplumdaki eşitsizlikler hemen her gün artarak devam etmektedir. Covid 19 salgını; işsizlik, yokluk ve yoksullukla birleştiğinde galip gelen ölüm oluyor. Ölüm kapitalisttir. Çünkü erken ölümün hedefindekiler genel olarak; yoksullar, kadınlar, çocuklar, işçiler ve emekçiler olmaktadır.
Saraylarda sefa sürenlerin, kabinede yer alıp, halka alenen hakaret edenlerin, darbelerden beslenip ip sallayanların, rant uğruna ülkeyi talan alanına çevirenlerin, halkları birbirine düşman edenlerin sofralarındaki ekmek; işçilerin, emekçilerin alın teriyle, yoğrulmuştur. Pratiklerinde şiddet, nefret, kin, öfke, gerilim, kan ve ölüm vardır. Böyle bir iktidarın zulmüne mazhar olmak! Ne acı şey anne!
Yedi bölge, 783.562 km²’lik alan ve 81 milyon insan. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı, üç tarafı denizlerle çevrili, doğurgan bereketli topraklara, eşsiz ve stratejik bir coğrafyaya sahip güzel ülkemde insanların işsiz, çocukların aç yatağa girmesi… Siyasal iktidarın, üretim ve paylaşım mekanizmaları arasındaki iktidar - hukuk çelişkisinden kaynaklanmaktadır.
Evrensel insan hakları ve insana dair değerlerinin zayıfladığı ülkelerdeki yönetim anlayışları genel olarak tek adama dayalı otoriter rejimlerdir. Bu durumdaki ülkelerde, halkların demokratik talepleri, devletin zor aygıtlarına maruz bırakılmaktadır. Dolayısıyla şiddet ve despotizm bu tür ülkelerde mutlaklaşmıştır. Hak, hukuk ve adalet kavramlarının içeriği bu tür siyasal iktidarların beklentileriyle eşitlenmiştir. Ve yine halkların eşit, özgür bir arada birlikte yaşama talepleri genel olarak yok sayılmaktadır.
Faşizan otoriter rejimler halklarının çıkarlarını değil, kendi iktidarlarının bekası ve sürekliliği için emperyal- kapital güçlerin denetimine, uşaklığına ve işbirliğine göbekten bağlılıklarını pratikleriyle sergiler ve tutum alırlar. Ortadoğu coğrafyasında bulunan; Irak, Suriye, Mısır, Lübnan, Katar, Sudi Arabistan ve daha birçok ülkeyi bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.
Büyük enerji kaynaklarına sahip, kadim bir coğrafyanın kadim halkları; baskı, zulüm, esaret ve yoksulluk yaşamaktadır. Böylesi bir durum tam da otoriter ve diktatör rejimlerin ortak karakteridir. Bu ortak karakter; emperyal, kapital güçlerden emir ve talimat almayı ilke edinmişlerdir. Bu bağlamda; halkları özgür olmayan bir ülkenin, tam bağımsızlığından söz edilemez.
İnsanlar yaşadıkları coğrafyada; siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamdaki bütün haklarının güvence altına alınması, temel bir insan hakkıdır. İnsanların bu haklardan mahrum yaşadıkları coğrafyalarda iç çatışmalar, yokluk, sefalet ve ölümler kaçınılmaz bir hal alır. Haklarını kullanabilen ve sorumluluklarını da yerine getiren insanların yaşadıkları coğrafyalarda ekolojik yaşama da daha duyarlı olma ihtimalini beraber getirir.
Otoriter rejimlerin demokratikleşmesi elbette kolay olmayacaktır. Sürgünler, ihraçlar, tutuklamalar hatta ölümler bile yaşanabilir. Burada en büyük görev; aydınlara, özgür basına, demokratik kitle örgütlerine, üniversitelere, bilim insanlarına, inanç örgütlerine, emek ve meslek örgütlerine düşmektedir. Ülkemizde ise parlamenter sisteme son verilerek, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tek adama dayalı “Cumhurbaşkanlık” rejimi inşa edilmiştir. Bu rejimin inşasında evrensel insan hakları, hukuk, demokrasi, adalet, emek ve barış kavramların içi boşaltılmıştır. Bu rejimle birlikte anayasa ile güvence altına alınmış olan “Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” ilkesi; AKP ve MHP’nin siyasal, sosyal ekonomik çıkarları doğrultusunda ahlak ve vicdandan yoksun bir şekilde dizayn edilmiştir.
Her yurttaşın hakları, görev ve sorumlulukları vardır. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde; “İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir. (Madde 1) Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. (Mad, 2) Egemenliğin özü esas olarak millettir. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça milletten kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz. (Mad. 3) Tüm yurttaşların, bizzat ya da temsilcileri aracılığı ile yasanın yapılmasına katılma hakları vardır. Yasa ister koruyucu, ister cezalandırıcı olsun herkes için aynıdır. Tüm yurttaşlar yasa önünde eşit olduklarından, yeteneklerine göre her türlü kamu görevi, rütbe ve mevkiine eşit olarak kabul edilirler. (Mad. 4)” Görev ve sorumluluklarını yerine getiren yurttaşların hak arama mücadelesinde baskılanıp baskılanmadıklarını kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Ülkemizdeki en temel sorunlardan bir tanesi de Türkiye halklarının birbirine düşmanlaştırılmasıdır. Bugün insanlar etnik kimlikleri nedeniyle şiddete maruz kalıyor, hatta öldürülüyorsa, ölen bir insanın toprağa verilmesine müsaade edilmiyorsa hepimiz, insanlığımızı sorgulamak zorundayız.
Anayasa ile güvence altına alınmış haklar ve Anayasa ile kayıt altına alınmış sorumluluklar karşısında insanların; siyasi, etnik ve inanç kimliklerine bakılmaksızın eşit olması temel bir haktır. 21. Yüzyılda sorumluluklara evet, haklara ise yurttaşların; siyasi, etnik ve inanç kimlikleri nedeniyle hayır denilmektedir. Fransa’nın 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ve 2020 Türkiye’si…
Haklarımıza sahip çıkalım, sorumluluklarımızı yerine getirelim.
Sevgi ile kalın.