Dünyaya insan olarak gelmek, yaşamını diğer canlı türlerinin varlığına bağlı olduğunu umursamadan, doğaya efendi ya da yaratıcısıymış gibi davranma hakkını vermiyor. Ne var ki insanoğlu sadece diğer varlıklara hükmetme, zarar verme gibi fiiliyatlarına kendi türünü de ekleyerek korkunç eylemlerde bulunabiliyor.
Altı yıl süren, insanlık tarihinin en ölümcül ve küresel savaşları II. Dünya Savaşı 1945’ de 60 ile 70 milyon arası insanın ölümünden sonra nihayete eriyor. Savaşlar tamamen ekonomik sömürü, istilacı ve emperyalist düşünceler yüzünden yapılmıştı. Ekonomik ve sosyal açıdan harap olan ülkeler bir an önce toparlanmak için kendi aralarında sulh ilan ediyorlar. Medeniyetlerinin çöküşünü engellemek adına kendi aralarında cemiyetler ve birlikler oluşturdular. Hemen ardından olası savaşların önüne geçebilmek için de insan hak ve özgürlükleri konusunda hemfikir olup bunu bir de güvence altına aldılar. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu koşullarda zaruretten doğdu ve kabul edildi. Bildirgenin doğup kabul edildiği topraklar hâlâ sömürge ve işgal düşüncelerinden vazgeçmiş değil.
Bildirgenin kabul edilişinin üzerinden 74 yıl geçmiş olmasına rağmen üye ve imzacı devletlerin hak ve özgürlükler konusunda kirli sicilleri pek bi kabarık sayılır. Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleri insanlığın kanayan yaraları buna, bildirgeye ilk imza atan ülkemiz de dahil.
İktidar partisi milletvekili meclisteki bütçe görüşmelerinde memleketin bütçesiyle ilgili yaptığı konuşmada: “...F-16’dan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 binden 1 milyon, 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. Nüfuz edici bombanın tanesi 1,2 milyon dolar fırtına obüslerinden atılan sık sık atılan çok namlulu roketatarların mühimmatının tanesi 5 bin dolar. En ufak operasyonda binlercesi atılıyor…”diye konuşmalarına devam ediyor. Üstelik konuşmasının başında üç ülkede güvenlik için harcanan paralardan birkaç örnek vereceğini söylüyor.
Peki, bu üç ülkeyle barışın maliyetini çıkardınız mı? Hayır… Çünkü barışın maliyeti halkın yararına , halkın cebine girer.
Peki, bu savaşlarda ölen kim, öldürülen kim? Zenginler; yani petrol, silah, ilaç, mafya, uyuşturucu baronları ve siyasetçiler bu operasyonlarda şehitlik mertebesine ulaşır mı?
Peki, güvenlik için harcanan yani o bombaların, silahların parası kimin cebinden çıkıyor? Vergi affı, muafiyeti, indirimi, barışı ve teşvik alanların cebinden çıkmadığı kesin. Kimler enflasyondan, hayat pahalılığından, vergi oranlarının artışlarından olumsuz etkileniyor?
Peki, bu ülkeler bizim düşmanımız ise neden o ülkelerin insanları bizim ülkede mülteci konumumda?
Kan dökülmesine, acıyla dökülen gözyaşlarına ve ölüme hayır demek hak ve özgürlüklere sahip çıkmaktır. Ama gel gör ki savaş-çatışma karşıtı olmak,yaşam hakkını, içerde ve dışarıyla barışı savunmak, terörist ilan edilme sebebiniz olabiliyor.
“… Kötü koşulların ve var olan köleliğin nedeni devletler tarafından kullanılan şiddette yatıyor. Devlet şiddetini yok etmenin sadece bir yolu vardır: İnsanlar şiddetin bir parçası olmaktan kaçınmalıdırlar…” demiş Lev Nikolayeviç Tolstoy (Zamanımızın Köleliği)
I.ve II.Dünya Savaşları’nı göremeyen Tolstoy, Kırım Savaşı’na subay olarak katılıp daha sonra askerlikten ayrılıyor. Devletlerin mantığını ve savaşın gerekçelerini yalın ve gerçekçi biçimde anlatmış…
80 askeri darbesiyle artan hak ihlalleri ve mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla, “İnsan haklarıyla insandır” şiarıyla kurulan İHD, yıllardır ülke ve dünyadaki insan haklarıyla ilgili uygulamaları izleyerek inceleme ve araştırmalar yapıp kamuoyunu bilgilendirici çalışmalar yapıyor. İHD için hak ve özgürlükleri savunup ihlaller ile mücadele etmek hiç kolay olmadı. Özellikle devletin ve ihlali yapan kesimlerin baskı, şiddet ve saldırılarına maruz kaldı. Derneğin yönetim ve üyesi, yirmi üç kişi faili meçhul cinayetle yaşamını yitirdi, yüzlerce yönetici ve üyesi mahkeme koridorlarında ve hapishanelerde süründü. Sistemin, muhakeme ve izan yeteneğini de sömürdüğü insanlara, hak ve özgürlüklerinin olduğunu anlatmaya çalışmak da ayrı bir dertti. Elbette ki sistem kendi varlığını bu tür kitleler üzerinde var etmiştir. Mesela bir tarikat liderinin 6 yaşındaki kız çocuğunu 29 yaşındaki bir erkekle evlendirmiş olması, Diyarbakır’da ana muhalefet partisi il başkanının tecavüzünü yargının, “Çocuk cinsel eylem anında güldü, rızası var.” beraat gerekçesi toplumda ve siyasi arenada sessizce kabul gördü. Daha önceki tarikat, vakıf ve kuran kurslarındaki tecavüzler gibi. Bu bağlamda hak ve özgürlükler düşünüldüğünde “İnsan haklarıyla insandır.” değil de ”İnsan; bilinç, irade ve değerleriyle insandır.” desem, hak ihlaline girer mi?