EVİÇİ EMEK VE EVİÇİ ŞİDDET Corona karşısında öncelikle sağlık emekçilerinin insanlığın gelmiş geçmiş en büyük özveri zamanlarını hatırlatırcasına çalışmalarına tanık olduk. Bir de eve kapatılan kadınların sınırsız işgücü oluşlarına, üstüne bir de erkek şiddetine uğrayışlarına tanık olduk.

 

EVİÇİ EMEK VE EVİÇİ ŞİDDET

Corona karşısında öncelikle sağlık emekçilerinin insanlığın gelmiş geçmiş en büyük özveri zamanlarını hatırlatırcasına çalışmalarına tanık olduk. Bir de eve kapatılan kadınların sınırsız işgücü oluşlarına, üstüne bir de erkek şiddetine uğrayışlarına tanık olduk. Sağlık ordusunun özellikle, çok önemli bölümünün de kadınlar olduğu gerçeğini bilince ev ve hastane sarmalında asıl işgücünün kadın olduğunu görüyoruz.

Evlerde bitmek tükenmez ev işleri vardır. Temizlik, yemek, yatak, evdekilerin Okullardan evlere kapatılmış çocuklar, yaş sınırı olmayan öğrenciler, kocalar ve pek çok durumda yaşlı ve hastalar da vardır. Bunların her biri ile ilgilenmek öncelikle ve ivedilikle kadınların işidir. Corona günleri bin yılların gerçeğini bir kez daha bütün boyutlarıyla açıkça kanıtladı.

Pandemi kadar kadın emeğinin evdeki sömürüsü de küreseldir. Kadınların karşılıksız bırakılmış emeğinin, yani angarya emeğinin sermaye düzeninin yükünü de nasıl taşıdığı bu yüzden daha anlaşılır hale geldi. Bu sayede kadın örgütleri, kadının evdeki emeğinin görünmesini, doğrudan ve cesaretle değil ama yine de bir şekilde evdeki kadının ekonomik olarak desteklenmesini talep eder oldular. Bunun için iktidara yönelik ekonomik talepleri öne sürerken evdeki erkeklere de iş yükünü paylaşmayı önerdiler. Kadın örgütlenmesinin olmazsa olmaz bir boyutu olarak, evdeki emeğin örgütlenmesi gerektiği açıktı, korona günleri, bunun artık ertelenmez olduğunu hissettirdi.

Eviçi emeğin hakları mücadelesi, korona’dan önce de gündemdeydi. Ancak kadın hareketinin bütünüyle ve bütün boyutlarıyla gündemine girebilmiş değildi bu. Geçtiğimiz Ocak ayında HDP İzmir milletvekili Serpil Kemalbay, “kadın cinsin eviçi emeğinin çok yönlü sömürüsüne” karşı mücadeleyi başlatacak bir adım attı ve TBBM’de bir yasa önergesi verdi. Bu Türkiye siyasi tarihinde olduğu kadarıyla, Türkiye kadın hareketi tarihinde de bir ilkti. Kanun teklifi, kadının evdeki emeğine karşılık, (sosyal devlet kurallarına göre) sosyal güvenlik ve emeklilik hakkı talep etmekteydi. Böylece bir ucundan, adı konmamış evdeki emek gücü kendi talepleriyle emekçi ordusunun mücadelesine katılmış olacak, üzerindeki sömürüyü bir ölçüde de olsa geriletmeye başlayacak, tarihsel adaletsizliğe karşı mücadele ederken de emeğinin karşılığında elde edeceği gelirle erkeğin karşısında ekonomik bağımsızlığı kazanmaya başlayacaktır. Gerisi de gelecektir bunun.

Ne var ki, HDP kadın Meclisleri dahil, kadın hareketi yasa teklifini pratik bir mücadelenin güncel programı yapma fırsatı bulamadan daha, korona pandemisi dünyanın hemen tümünü evlere kapattı. “Eve kapanma”nın, ülkeler boyu ev işi ve ev içi şiddet demek olduğu kısa sürede açığa çıktı. Demek ki, bir yasa teklifiyle bile, bu ülkede çok önemli bir konu politik gündemin içine çekilmişti. Şimdi bu yasa teklifine sahip çıkmak ve kadının eviçi emeğinin sömürüsüne karşı mücadeleyi yürütmek çok daha acil ve elzem hale gelmiştir.

Korona pandemisi, sadece evdeki iş yükünün boyutları ve adaletsizliğiyle kadının sırtında olduğunu kanıtlamakla kalmadı, evlere mecburen dönen erkeklerin kadını hem hizmetçi hem de dayak atılacak nesne görmekte elinin ne kadar da rahat olduğunu gösterdi. Kadınlara şiddetin her türü haber sıralarındaki yerini korudu. Kadın cinayetleri korona’nın ilk günlerinden başlayarak durmadı. Kaçırılıp kaybedilen kadınlar oldu. İlgili kadın örgütleri bu gerçekliği yayınlamaktadır, benim burada tekrarlamam gerekmiyor.

Kadınlar evdeki şiddetten kaçıp sığınacak bir çatı altı bulamadılar. 81 ilde kurulu olduğu iddia edilen ŞÖNİM’lerin bir işe yaramadığı açığa çıktı. Zira ŞÖNİM’ler kapılarına dayanan kadınları, test sonucu alınmamış diye geri çevirdi. Sanki evden kaçan kadın hastaneye gidebilirmiş gibi. Devletin “sosyal” devlet esaslarını çiğnediği burada da açığa çıktı. Yapılacak işlem çok basitti oysa: devlet bütün ŞÖNİM’lere test kiti ile birlikte sağlık görevlisi atayacak ve birer karantina odası düzenlemesini sağlayacaktı! Ama bunu yapmak herkesin harcı değildi; bunun için insan sağlığı önceliği, kadın aklı gerekliydi. Bu da devlette ve personelinde yoktu. Diyanet İşlerinin vaizeleriyle çalışan ŞÖNİM sisteminin iflası, korona günlerinin açığa çıkardığı bir başka gerçek oldu.

İktidar Bloku, neredeyse topluca atadığı kayyımlarla belli başlı Kürt kentlerinde Kürt Kadın Hareketi’nin yarattığı bu tür bütün örgütleri kapatmış, dayanışma ağlarını dağıtmıştı. Evdeki Kürt kadınları erkek egemenliğinin evdeki her türlü sömürüsü ve şiddetine daha açık hale getirilmişti. Kayyım politikasının sadece ayrımcı ve ırkçı değil aynı zamanda erkekçi olduğunun en açık kanıtı da buydu. Eğer bugün oralarda “büyük hadiseler” yaşanmıyorsa sebebi Kürt siyasi örgütlenmesinin kadın özgürlükçü bakış açısı ve kadın örgütlülüğünün gücünün sayesinde olduğunu bilmek gerekiyor.

“Gerçek değil, erkek adalet” çizgisi izleyen mevcut iktidar bloku kadınlara ve çocuklara bir de eski tecavüzcülerini, şiddet faili koca ve bilumum erkekleri yolladı. İnfaz Yasasından söz ediyorum. İktidar bloku kendi çetelerini, faşist ırkçı kadrolarını, tecavüzcü, tacizci, kadın katili, hırsız, vurguncu; ne kadar kötülük kaynağı varsa hepsini bu yasayla affetti. Affedilen katıl bir koca, serbest kaldığı ilk gün evinde kızını döverek öldürdü! Ben bu satırları yazarken, başka hangisi hangi cinayeti işledi ya da tecavüz etti haber almadım. Kulağım onlara kapalıydı. Fakat daha öncesinin örneklerini biliyoruz.

Devletin cesaretlendirdiği katil erkeklik boş durmaz, suç işlemeye devam eder. İktidarın bu sürüyle işbirliği; kadının eve kapatılıp “makbul” hale getirilmesi üzerinedir çünkü. Hazır korona erkekleri de eve toplamışken, ne kadar çok kadını ezerek, itaate zorlayacak, “makbulleştirilmiş kadın” elde ederlerse o kadar iyi. Dolayısıyla bugün devlet eliyle erkek şiddetinden kadınların korunacağını beklemek beyhude beklenti demektir. Burada da devlete rağmen, devlete karşı kadın aklı ve iradesiyle kadın dayanışma ağlarıyla şiddet karşıtı mücadeleyi sürdürebilmek zorunlu. Mor Çatı gibi, belediyelerin elindeki sığınaklar gibi, 6248 sayılı yasa ile 81 ildeki ŞÖNİM’ler kadınların elinde mücadele için birer olanaktır ve öyle değerlendirilebilmelidir. Ayrıca çok daha bilinçli, yön tayini yapabilen, kadınları demokratik siyasetin merkezine çekerek erkek egemenliğini gerileten örgütlenmeleri, dayanışma ağları, eğitim kurumları, sineması, tiyatrosu, akademisyen ve daha nice meslek gruplarıyla kadın güçleri vardır. Kendine güvenecek dalı çok, dayanışması yüksek bir duyarlılıkta.

Konuyu toparlayarak şöyle bağlayacağım; kadın cinsin ezilmişliğinin başladığı yer, kurumsallaştığı yer “tek eşli ev” yani bugünkü biçimiyle kutsanmış evdir. Erkek egemenliğinin kurumsallaştığı yer de orasıdır. O nedenle bütün sömürü sistemleri gibi kapitalist sistem de “eve” gözlerinin nuru gibi sahip çıkarlar. Ev, erkeklik ve sömürü sistemlerinin kök hücresi iken kadının köleliğinin de kök hücresidir; her üçü için her gün yeniden üretildikleri yerdir. Korona diye bir salgın gelir de “evi” kutsal mekan olarak öne çıkarmaları kolaylaştığın da bütün “hayatı eve sığdırmak” çarpıcı bir slogan olarak üstüne atlarlar. “Hayat eve sığar”, “Evde kal” sloganlarına bir de buradan bakmak; kadın cinsin evsel köleliği alanından bakmak gerekiyor. Madem hayat evin içinde, ve o ev kadın için şiddet ve sömürü çarkı, o halde onu bir mücadele alanı haline getirmenin tam zamanı değil mi? Tüm insanlığı özgürleştirecek mücadele, baskının ve sömürünün başladığı ilk yer olan “ev” üzerinde yürütmenin zamanı değil mi? Bu sözlerden, “haydi evleri terk edin kadınlar”, gibi bir slogan üretmek değil amacım. Bu sloganı feminist hareket üretti, yıllardır da mücadele ediyor, bu da azımsanmaz bir sonuç. Ama görüyoruz ki, bu ancak küçük kadın gruplarının erişebildiği menzil olarak kalıyor. Geride ve özellikle ekonomik güçten yoksun büyük çoğunluk var; kaderlerini yaşıyorlar. İsteseler de evi terk edip gidecek sığınak bile yok. Çocuklar var, ekonomik güç

Biz evi politikanın, politik mücadelenin tam ortasına taşımalıyız; evdeki angarya emeğin haklarını ve de onun aracına dönüşen şiddeti politik mücadelenin merkezinde tutmalıyız. “Bugünkü evi” yenmenin ve “yok etmenin” yolu onun asıl taşıyıcısı kadının mücadelesidir ve kendi mücadelesinin öznesi olmasından geçer. Şimdi girilen yolu ısrarla ve giderek genişleterek sürdürmek, şimdiden, koronalı günlerde ve ondan çıkışta da menzile varmayı hızlandıracaktır. Güncel mücadelenin hedefleri ile stratejik kadın özgürlük mücadelesinin birbirine ulanarak büyümesine tanık olacağız.