Yazar Hakan Tahmaz'ın bugünkü köşe yazısında, 'Narin’in görünür kıldığı Türkiye çukuru' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Narin’in görünür kıldığı Türkiye çukuru

Narin’i katledilmesi Türkiye’nin büyük bir sosyal çukurudur. Hiç kuşkusuz çukurun kazanı iktidardan başkası değil. Erkekler dünyası olan muhalefetin, bu pis çukuru kapatmaya mecali, cesareti ve aklı maalesef yeterli değil.

Türkiye, 8 yaşındaki Narin Güran’ın Diyarbakır’da mahallesinde/köyünde katledilmesi üzerine, bir aydır çocuk ölümlerini, istismarını ve aile içi ensest ilişkileri yoğun biçimde konuşuyor. 

90 haneli 420 nüfuslu mahallede Narin’in 5 halası, 8 amcası ve beş abisiyle birlikte yaşadığı bir alanda katledilmesi ve cesedinin 19 gün gizlenebilmiş olması çok şey anlatıyor olmalı. En fazla da Türkiye toplumundaki çözülmeyi ve çöküşü. 

Gelecek hayallerini tam anlamıyla kuramayacak yaşta kız çocuğunun öldürülmesi;komşularının, anne, babasının ve çekirdek ailenin derin suskunluğu, “kutsal aile” mitinin,feodal toplum yapısını aşamamış ilişkilerin, 21. Yüzyılda nasıl bir “kötülük ağı”, “suç örgütü” oluşturduğunu gösteriyor. 

Din, inanç gibi kutsal değerlerin neredeyse tek geçerli akçe olan iktidar döneminde ve iktidar seçmenin çok yoğun olduğu bir mahallede/köyde, Narin’in “çekirdek aile arasındaki ilişkilerde ne gördü de veya ne öğrendi de öldürüldü” sorusunun geniş kamuoyunda oluşmasının arka planı, tek başına “Türkiye’nin karanlığının derinliğini” anlatmaya yetmekte.  

İktidarın, “inançlı nesil yetiştirme” iddiasıyla eğitimi, sosyal ve kültürel yaşamı evrensel değerlerden, bilimden ve insancıl hukuktan uzaklaşan bir biçimde kendi muhafazakârlık/milliyetçilik algısıyla ve değerleriyle dizayn etme çabalarının yoğunlaşmasıyla çocuk hakları konusunda da sorunlar arttı, hak ihlalleri çoğaldı.

İKTİDARIN “İNANÇLI NESİL YETİŞTİRME” İDDİASIYLA İHLALLER ARTTI

Bu süreçte farklı kesimler büyük bir toplumsal tepki ve duyarlılık sergiledi. Narin’in katledilmesi ilk olmadığı gibi daha uzun yıllar son da olmayacağı çok aşikâr. 

Bu durumun nedeni, Türkiye’nin diğer birçok sorunda olduğu gibi evrensel çocuk haklarına ilişkin sorunlarda, hak ihlallerinde insancıl hukuk esaslarına uygun hukuksal, idari, sosyal ve kültürel politikalarla çözüm üretmek yerine, failleri kollama ve cezasızlık gibi politikalarla erkek egemen kötülükler düzenini yeniden üretmesi ve formatlamasıdır. 

İktidarın, “inançlı nesil yetiştirme” iddiasıyla eğitimi, sosyal ve kültürel yaşamı evrensel değerlerden, bilimden ve insancıl hukuktan uzaklaşan bir biçimde kendi muhafazakârlık/milliyetçilik algısıyla ve değerleriyle dizayn etme çabalarının yoğunlaşmasıyla, birçok temel insan haklarında olduğu gibi çocuk hakları konusunda da sorunlar arttı, hak ihlalleri çoğaldı. Ülke çok sık bu anlamda da kâbusla güne başlar oldu.   Türkiye, son yıllarda çocuklarını kötülüklerden koruyamayan, aksine uygulanan neo-liberal sosyal ve ekonomik, muhafazakar, milliyetçi siyasal politikalarla çocukları, kadınları kötülüklerin kucağına ittiği bir ülke oldu. 

Son yıllarda İktidarın çıkarlarına endeksli toplumsal araştırma sonuçları açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2023 yılında çocukların istismarı suçu kapsamında ceza mahkemelerinde toplam 14 bin 919 dosya karara bağlandı. Bu dosyalardaki şüpheli sayısı 16 bin 472, isnat edilen suç sayısı 18 bin 739. Çocuğa cinsel istismar suçundan 2023 yılında 7 bin 88 kişi tutuklanmış. Çocuk istismarından yargılanan 344 kişinin cezası“hükmün açıklanmasının geri bırakılması” uygulaması ile ertelenmiş. Çocuğa istismardan beraat edenlerin sayısı 7 bin 108. Ceza mahkemelerinde, “çocukların cinsel istismarı” kapsamındaki toplam dosya sayısı 31 bin 216. 

Ağustos ayının ilk günlerinde yayınlanan, sivil toplum örgütü FİSA (Fikir ve Sanat Atölyesi) Çocuk Hakları Merkezinin “Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı Bilgi Notu”na göre, son 6 ayda 32 çocuk intihar etmiş. 

Yine TÜİK’in verilerine göre 2022 yılında Türkiye’de yaşanan 4.146 intihar vakasının 81’ini15 yaş altı, 410’unu ise 15-19 yaş aralığındaki çocuklar oluşturuyor. 

Bu türden verileri çocuk hakları temelinde farklı hak ihlalleriyle çoğaltmak mümkündür. Ağrı’da Leyla Aydemir, Giresun’da öldürülen Rabia Naz Vatan, Aladağ’da gece yarısı uykularında ölüme yakalanan 11 çocuk, Berkin Elvan, Uğur Kaymaz, Roboskili 19 çocuk veya Hiranur Vakfı’nın kurucusunun oğluyla 6 yaşında evlendirilmek istenen ve istismar edilen kız çocuğu gibi. 

Bunlar gibi binlerce örnek, temel insan haklarında Türkiye geriye gidişinin tartışmasız verileri. Çocuk hakları konusunda fetvalarla, kanunlarla, rızalarla, kollamalarla büyük bir çürüme, çözülme ve çöküş yaşandığını gösteriyor.

Türkiye’nin içine sürüklendiği bu derin pis çukurun sosyal, kültürel ve siyasal nedenlerine, insan hakları rejiminin evrensel ve hukuksal değerleri paralelinden, bilimsel insan ve canlılar odaklı ve çok yönlü ve boyutlu bütünsel çıkışının yol haritasına, siyasal odağına acil ihtiyaç var.

ÇOCUKLARINI KORUYAMAYAN BATASICA REJİM

Narin cenazesinde ateşin düştüğü yerde, Suna Kepoğlu Ataman gibi “toplu fotoğraf çektiren” veya Galip Ensarioğlu gibi “bizlerin bazen bilmediği bazen de bilip de söylemememiz gereken şeyler var” diyen, çocuğun öldürülmesinden fayda uman yorum ve davranış sergileyen milletvekillerinin olduğu bir ülkede; sorunlara, konulara suçluların faillerin kimliğine, siyasi görüşüne, etnik kimliğine ve cinsiyetine göre çözümler üretilmesi kaçınılmazdır.

İktidarın 21. yüzyılda eğitim, sosyal ve akademik ve diğer bütün toplumsal alanları dindar nesil yetiştirme hedefiyle dizayn etme çabaları, sorunları ele alış yöntem ve anlayışı toplumsal çözülmeyi ve çöküşü getirmekte.  

Bu bakımdan Türkiye’nin içine sürüklendiği bu derin pis çukurun sosyal, kültürel ve siyasal nedenlerine, insan hakları rejiminin evrensel ve hukuksal değerleri paralelinden, bilimsel insan ve canlılar odaklı ve çok yönlü ve boyutlu bütünsel çıkışının yol haritasına, siyasal odağına acil ihtiyaç var. 

Türkiye çoklu krizini perakende yöntemle çözmeye çalışmak hiçbir derde derman olmayacaktır. Narin’i katledilmesi Türkiye’nin büyük bir sosyal çukurudur. Hiç kuşkusuz çukurun kazanı iktidardan başkası değil. Erkekler dünyası olan muhalefetin, bu pis çukuru kapatmaya mecali, cesareti ve aklı maalesef yeterli değil. Çukuru kapatmaya, muktedirleri sarsma direngenliğine ve potansiyeline sahip tek toplumsal güç feminist kadın hareketinin siyasal enerjisidir. Kadın hareketinin bakış açısıyla davranan kadınların, siyasette, sosyal yaşamda ve her türden karar mekanizmalarında etkileri arttıkça daha özgür, daha eşit ve herkesin kendisini daha rahat hissedeceği bir Türkiye’ye uyanmamız mümkün olacaktır. Başka bir ülke için inisiyatif, söz ve yetki kadın hakları savunucularında olmak zorunda. Türkiye’nin yeni bir 14-28 Mayıs seçimlerine tahammülü kalmadı.