Tanrı, size istediğiniz insanları değil, ihtiyacınız olan insanları verir. Öyle ki bu insanlar size yardım edecek, sizi incitecek, size acı verecek, sizi terk edecek, sizi sevecek ve olmanız gereken insan olabilmenizi sağlayacaktır.

Lao Tzu

Ve Tanrı; tüm bunlar için yığınla cahili, ruh hastası faşistleri biz insan olalım diye verdi. Tamam da Tanrım, bu kadarına gerek var mıydı, çok fazla değil mi? Hani hâşâ yaptıklarını sorgulamak değil maksadım; ama bir damacana suyu tek damla pislik kirletmiyor mu? Birer numune yeterdi bence, akıl ve izan sahibi insanlara. Dünyanın siyaset üretim ve hareket merkezinin hedef kitlesinin cahil ve faşistler üzerine olması, sömürü ve kâr düzeninin kurucu ve yöneticilerinin akıllıca seçimleridir. Bireysel ilişkilerinizde sizi inciten, acı veren, sevmeyen insanlara tepkilerinizi koyabiliyor, hayatınızda olup olmamalarına karar verebiliyorsunuz. Terk eder ya da edilirsiniz, yine de onlardan öğrendikleriniz yanınıza kâr kalabiliyor. Ama cehalet ve ırkçılık üzerine yürütülen politikalarla yaratılan bir toplumda böyle bir şansınız yok. Sadece kaybetmeye mahkûmsunuz. Canınızı sağ ise tek kârınız o… Sağ kalan o canınızla, çevrenizde soluklandığınız ağaçların yakıldığına, içtiğiniz suyun kirletildiğine, insanların işkence gördüğüne ve katledişlerine şahitlik yapıyorsunuz.

Ülke siyasetinde söz sahibi olanların cehaletleri artık yüzümüzü kızartacak cinsten. Konuştuğu cümleyi tahtaya yazı yazamayanını, siyasi beyanatını “horolop şorolop” gibi ses karmaşasıyla savuşturanı, özellikle Covit19 için geliştirilen mRNA aşılarından dolayı kuyruklu, üç kol,üç bacak ve üç gözlü, hayvanımsı kıllı bebeklerin doğacağını iddia eden siyasetçi ve benzerlerinin üzerimizde hak ve söz sahibi olmaları tam anlamıyla trajedi . Afganistan’da kız çocuklarına okulu, kadınlara çalışmayı yasaklayıp Kadın Bakanlığı’nı, Ahlaksızlığın Önlenmesi Bakanlığı’na dönüştüren Taliban’ı; öven, düşünsel ve inançsal farklılıklarının olmadığını söyleyen siyasiler, tabiî ki rasyonel akla sahip insanlara seslenmiyor.

İlkokul mezunu, ekranlarda ağlayarak din pazarlayan şahsın, elleri öpülüp ayaklarına ve eteklerine sarılışları, sümüklü mendili kutsallaştırılıp şifa niyetine kapışıldı. Sistematik biçimde devlet mekanizması ve bürokrasi bu örgütün görüşleri üzerinden işletildi. Hizmet hareketi denilen sivil toplum örgütlülüklerinden ekonomiye, eğitime, hukuka, askeriye ve bilumum tüm siyasete sirayet edişi, şimdilerde terörizm, o zamanlar siyaset gereğiydi. Son yıllarda üniversitelere ve eğitime yapılan müdahaleler, atanan kayyum rektörler, ihraç edilen akademisyenler, lütufla verilen prof. unvanları yine aynı politikaların sonucu değil mi? Peki, tüm bunlar toplumda nasıl bu kadar çok karşılık bulabildi? Fetö’nün dağıtıldığı alanlardaki o boşlukları doldurmak için sırada bekleyen cemaat ve tarikatlar hazır olda beklerken, nasıl bu kadar hatırı sayılır kitlelere sahip olabiliyorlar? Cehaletin devlet politikası olduğu yerde elbetteki ırkçılık daha rahat beslenecek. Neden aç bırakıldığına kafa yormak yerine; karnını doyurmak için çalışmaya giden mevsimlik işçi Kürd’e saldırır, Alevilere katliam çağrısı yapar, sanatçıya saldırır, kadın dövüp öldürür. Ve bunu neden yaptığının sorgulamasını dahi yapmaz. Cehalet zehirlenmesi yaşayanların vahşi saldırısından kurtulan rahmetli Aziz Nesin’i; “Cahil bırak biat etsin, aç bırak itaat etsin.” sözü ile egemenlerin uyguladıkları politikaları tek cümleyle anlatabilmiş olması hasebiyle anmadan geçmeyelim. Lakin rasyonel akla sahip bilimsel ve çağdaş yaşamı benimsemiş, adil bir düzen emelinde olanlar da egemenlerin hükmettiği topluluklar içinde var oldular. Hele ki bu teknolojik çağda habersiz kalmak, bilgiye ulaşamamak gibi bir sorun yokken, saldırgan bir cahillik, sadece tercih meselesidir.