SAVUNMA

Türkiye Barolar Birliği başkanı değişti. Sosyal medya bu olayla ilgili coşmuş durumda. Sanki tüm canlıların haklarını koruyup gözeten ırk, milliyet, din, mezhep, dil ayrımı gözetmeyen bir anayasaya kavuşmuşuz da AYM’ye usulünce, liyakat sahibi başkanlar seçilmiş gibi … İnsanların umutlanıp sevinmeye, naralar atmaya ne çok ihtiyaçları varmış. Siyasi erkten bağımsız olamayan yargı sisteminde bu değişimin, avukatlar için nasıl, ne gibi kazanımları olur orasını bilemiyorum. Savunmanın kendisinin de yargı kurbanı olduğu; darp edilen, ters kelepçe vurulup adliye koridorlarında yerlerde sürüklenen avukatlar, tutuklu avukatlar, Ebru Timtik ve Tahir Elçi geliyor gözümün önüne

Hukuk, adalet deyince istemeden insanın gözü seğiriyor. Şu son birkaç yılda kendi yaşadığım hukuk facialarını anlatmaya utanıyorum. Haklarında, uydurulmuş siyasi Saikler ve gizli tanık ifadeleriyle tutuklanıp dosyalarına erişim yasağı getirilen mağdur; ağır hasta tutuklular, yasal bir partinin eş başkanları, derdest edilerek gözaltına alınıp tutuklanan milletvekilleri, gazeteci ve siyasetçiler, yazar, sanatçı, çocuk, aktivistler ve daha kimler kimler! Kadınlara yönelik şiddet ve tacizlere, susmayıp bağırıp çağıran, konuşan kadınların bin pişman edildiği ve egemenlerin hukukuyla nasıl cezalandırıldıklarına, İpek Er’in katilinin korunduğu, ceza diye verilen ödüllü yargı sürecini de gördük. Sokak ortasında dövülüp öldürülen, kaybedilen kadınlar, sırtını devlet kurumlarına dayamış kadın katilleri ile ilgili iddialar ve başlamayan yargı süreçleri. Tüm bu yaşananlarda savunmanın ne kadar aciz kaldığına şahitlik etmişken, barolar birliği başkanının değişimine, bu meslek kuruluşunun görevleri, taşıdığı misyon ve uzun süredir uğradığı itibar erozyonundan kurtuluşu adına (belki?..) olumlu bir gelişme.

1920’de kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1973’de Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 2004 den bu yana da Ağır Ceza Mahkemeleri Türk hukuk sistemine girmiştir. Bu mahkemelerin işlerliği için çıkarılan yasa ve kanunları TBMM çıkarmıştır. Her ne kadar kuvvetler ayrılığı ilkesi anayasada tanımlanmış olsa da yaşadıklarımızdan biliyoruz ki uygulamada asla böyle olmadı. Sistemin topluma entegrasyonu için dönemin siyasi otoritelerinin uygun gördüğü yönetim anlayışı yasama, yürütme ve yargı birlikte görev aldılar. Zaten adliye binalarında koca koca harflerle yazılıdır,” ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” diye. Arapça bir kelime olan “Mülk” sahip olma, egemenlik, hükümdarlık, krallık anlamına geliyor. Türkçe anlamıyla; taşınmaz mal, sahibi olan yer ya da yapı anlamında kullanılıyor. Her iki kelime de anlamını taşıyor Türk yargı sisteminde. Mülk kelimesi devlet ya da toprak unsuru olarak ülkeyi ifade etse de şimdiye kadar devletin işlerliği ve devamı için temsilen seçilen yöneticilerin, devleti bir kamu hizmeti teşkilatı olarak görmek yerine, kendi mülkleri gibi gören maliklerden farksız davrandıkları netice itibarı ile ortadadır. Sömürü düzeninde, yağmalanan bir ülkenin ekonomi, siyaset ve yargısının bağımsız olması zaten beklenemez.

Kıyımlar, yıkımlardan ve azaplardan kurtulamayan bu kadim coğrafyanın çektikleri yetmezmiş gibi sınırları belirlenen ülkede cumhuriyet inşa edilirken de, insan hak ve özgürlüklerine aykırı biçimde temelleri atıldı. 1921 Koçgiri’de yapılan katliamların ardından, dini ve etnik azınlıkları Türkleştirmek ve otoriteyi güçlendirmek amacıyla TBMM 25

Haziran1927’de çıkarılan kanunla umumi müfettişliklere yönetim, askeri ve yargısal yetkiler verilerek vatanın sağlam temellere oturtulacağı düşünüldü. Vatanın dört bir yanına illeri kapsayan müfettişlikler açıldı. 1930’da Zilan katliamı ardından 1935 Tunceli Kanunu çıkarıldı. 1937’de Seyit Rıza, oğlu Hüseyin ve beraberinde beş kişi daha idam edildi. On binlerce kişi öldürüldü bir o kadarı da sürgün edildi. Bu zihniyet hiç değişmeden, demokratik uygulamalarmış gibi sahte seçimler, darbeler, anayasa değişiklikleri ve uygulamaları dayatıldı bu ülkede. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 1961 Anayasası T.C.K 146-1 uyarınca idam edildiler, savunmalar boşa çıkarıldı. 12 Eylül darbesinde; 47 kişi idam edildi, 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askeri mahkemelerce yargılandı. Milyonlarca kişi fişlendi, ekmeğini, işini kaybedip sürgünlere maruz kaldığında savunma canhıraş çalışıyordu; ama nafile. Toplumun kafasına indirilen bu darbe referandumla kabul edilen 1982 Anayasası ile taçlandırıldı. Halen yürürlükte olan bu anayasa, dönem dönem bazı maddeleri değiştirilerek ve uluslar arası bazı anlaşmaları da bünyesine katarak işlerliğine devam ediyor.

Adaletsizlik, zulüm ve kıyımlara kaynaklık eden düşünceler, gücünü yasalar, kanunlar ve siyasi otoritelerden aldığı sürece savunma yapmak kolay olmayacak. Umudumuz, Barolar Birliği, diğer tüm meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri ve halkın, hep birlikte Türkiye hukuk sisteminin geliştirilmesi, insan hak ve özgürlükleri konusunda yaşanan engellere karşı topyekûn bir mücadele verilmesi…